“İnsan topluluklarında, doğuran cinse değil, öldüren cinse üstünlük tanınmıştır.”

Simone de Beauvoir, Kadın I, Genç Kızlık Çağı

Beşinci yüzyılda “şeytan” ve “cadı” ilan edilerek linç ve işkence ile öldürülen ve parçalanmış bedeni yakılarak yok edilen İskenderiyeli Hypatia’dan tutunuz, on sekizinci yüzyılda Erkek ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne karşı Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayınladıktan sonra, bu “itaatsizliğin” bedeli olarak giyotinle idam edilen Olympe de Gouges’ye kadar; hemen geçtiğimiz yüzyılda dövülerek öldürülüp ölü bedeni nehre bırakılan Rosa Luxenburg’tan tutunuz, benzer “suçlarından” ötürü yaşamının son yıllarını sürgünde geçirmek zorunda kalan Clara Zetkin’e ve kadın felsefesinin kurucu değerleri Mary Wollstonecraft’a, Mary Astell’e, Simone de Beauvoir’ya, Virginia Woolf’e (…) kadar; kadın felsefesinin “bedel ödeyen” tarihselliği, bugün içi boşaltılmış ve ilk refleksinden bile-isteye, sistematik bir çaba sonucunda uzaklaştırılmış olan “8 Mart”ı devindirici ve yaratıcı bir güç hâline getirmenin motivasyonunu kendi damarlarında taşıyor…

Yirminci yüzyılın hemen başlarında, Clara Zetkin ve Rosa Luxenburg’un da aralarında bulunduğu bir grup kadın siyasetçi, her sene bir günün “Kadınlar Günü” ilan edilmesini önermişti ─ ki bu mahcup, lütûf bekleyen bir öneri değil, devrimci bir refleksti. Bu öneri oybirliği ile kabul gördü fakat bu gün için 8 Mart tarihinin belirlenmesi daha sonraki yıllarda gerçekleşti. 8 Mart tarihinin belirlenmesinde ise, 8 Mart 1857’de New York’taki bir tekstil fabrikasındaki kadın işçilerin greve gitmesi ve greve yapılan sistematik saldırılar sonucunda 120 kadın işçinin yaşamını kaybetmesi ve bu katliamı izleyen olaylar dizisi önemli referanslardan birisidir. Bu referansla da, 8 Mart en başta “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılagelse de ─ ki bu gerçekten bir anma ve anımsama günüdür; zamanla bu günün içi boşaltılarak “Dünya Kadınlar Günü” olarak “kutlanmaya” ─ki bu gerçekten hayret vericidir─ başlanmıştır: ve bu bile tek başına, egemenin (yani daha açığı erkek otoritenin) ne denli manipülatif olabileceğinin bir kanıtı gibidir. Gelgelelim, 8 Mart, kadın felsefesi tarihinin ve kadın hakları mücadelesinin şüphesiz bir kazanımı olagelmiştir. Bu yalnızca felsefî değil, aynı zamanda iktisadî, toplumsal, politik, entelektüel (…) bir kazanımdır da. Binyıllar boyunca toplumsal alanın hiçbir aşamasında söz hakkına sahip olmayan kadınların ─ve zaten “insan” olarak da görülmeyenlerin ve insanî taleplerinden ötürü “cadı”, “şeytan” ilan edilenlerin, bedel ödeyenlerin─, tırnaklarıyla kazıdığı tarihten koparabildiği küçücük bir paydır bu. Ve lâkin tüm hücrelerine erkeklik sinmiş olan otorite mekânizmaları (siyasî iktidarından medyasına, iktisadî iktidarından “entelektüel kahve”lerine kadar), binyıllar boyu süren bir mücadeleden süzülmüş bu payı da manipüle etmekte hiç de zorlanmamıştır. 8 Mart ise şu durumda; erkeklerin kadınların gönlünü hoş ettiği ─abartılı armağanlar, yüreği hoş tutan çiçekler, tuhaf konseptler─, deyim yerinde ise bir “günah çıkarma ayini”ne dönüşmüş gibidir.

Oysaki bütün bu tarihsel akışta; 8 Mart, devindirici, dönüştürücü, yıkıcı ve yaratıcı (evet, yıkıcılık ve yaratıcılık aynı eylemi paylaşıyor olabilir) bir nüfûza sahip olmalıdır. Bu, yalnızca kadınların değil, insansoyunun tarihsel ödevidir. Bütün ezberlerin ötesinde, tarihsel kazanımların ─egemen kültüre iliştirmek yoluyla─ tarihselliğinden sıyrılıp alınmalarına itiraz etmek ve tarihsel olana kulak kesilmek, bugün yükümlü olduğumuz şeydir: Öyle ki, tarihsel olana kulak kesildiğimizde duyacağımız çığlıklar ve yankılar, tarihteki en şiddetli gök gürültüsünü bile yalnızca bir fısıltıya, hattâ belki kusursuz bir sessizliğe indirgeyecektir. Bu yolla ve son olarak, Olympe de Gouges’nin 1791’de yayınladığı ─ve daha sonra giyotinle katline yol açacak olan─ Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde geçen şu ifadelere kulak kesilebiliriz öyleyse:

“Erkek, adil olma yeteneğine sahip misin sen? Bir kadın soruyor sana bu soruyu; en azından bu hakkını kenara atamazsın onun. Söyle bana? Sana kim verdi, benim cinsiyetimi ezen egemenlik hakkını? Gücün mü? Hünerlerin mi? Yaratıcıyı bilgeliğinde gözlemle; eğer cesaretin varsa yakınlaşmayı istediğin doğanın içinde tüm büyüklüğüyle şöyle bir gezin, senin baskıcı gücüne kaynak oluşturabilecek bir örnek bul bana.

Dön bak (remonter) hayvanlara, [yeryüzündeki] öğelere danış (consulter), bitkileri incele, nihayet organize maddenin tüm dönüşümlerine (modification) göz at; ve sana sunduğum bu apaçık araçları bulduğunda kanıtlarımı kabul et; yapabilirsen şayet, doğanın işleyişinde cinsiyetleri ara, araştır ve ayırt et. İç içe bulacaksın onları her yerde, [çünkü] bu ölümsüz başyapıtı her yerde birlikte ve tümüyle ahenkli bir işbirliğiyle yapıyor onlar.”

Kaynak Okumalar:

BEAUVOIR, Simone, Kadın I: Genç Kızlık Çağı, Payel Yayınları.

GOUGES, Olympe, Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 1791.

WOLLSTONECRAFT, Mary, Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.