Ezberletilmiş rollerden biri de kışın lahana gibi giyinip yazın donuna kadar soyunan insan tipidir. Sevdiğim hiçbir şeyi artık sevmediğimi düşünüyorum. Kışın soyunmaya, yazın bot, kazak giymeye yeltendiğim zaman deli sanmışlardı beni. Don giymeyi de sevemedim hiç. O da ayrı bir mesele. Pişik de yapmıyor hem. Doğaçlama seviyorum ben. Ezberim kötü benim.

Mesela puslu günlerde daha çok gülerim. Güneş açtığında yüzümün düşmesi de bir doğaçlama harikası. Belki de bellek hatası. Hafızamdaki birçok anı yer değiştiriyor olsa gerek. E haliyle bir duygu karmaşası yaşanıyor. Nöronlarıma sesleniyorum hâkim bey. Beni alaşağı ettiler. Tüm niyetleri kötüye kullanıp iş hukukuna ihanet ettiler, derken bir parazit giriyor araya, “Herkes haddini bilecek. Biz doğru bildiğimizi yaptık. Kimilerini ortaladık, kimilerini iki yana hizaladık.” Bana daha çok her şey dikine geliyordu ya neyse, şikâyetimi geri alalı çok oldu.

Konuşurken kelime seçimlerimden anlamalıydım. Haznem gittikçe daralıyordu. Ara mevsimlerde dolabımı açıp ne giyeceğimi bilemediğim vakitlerde özellikle. Naftalin kokusu sinmiş desem az gelir. Dolaba naftalin koymak değil de, naftaline dolap sığdırılmış demek daha doğru olurdu. Yani o derece geçmişi gözler önüne seren, tüm beyin hücrelerime anıları ezberleten lanet naftalin kokusu. Hal böyle olunca fazladan iki kelime hatırlamak şöyle dursun artık hiçbir cümlemi bitiremeyeceğimi anlamış bulunuyordum.

Çünkü puslu bir günde fazlalık tüm kelimeleri bir şişeye doldurdum. Sonra da denize attım. Şişe doluydu tabii önce. Şişede durduğu gibi durmayan bir şiir içtim. Sonra şarap gibi bir şey yazdım. Yoksa tam tersi mi bilemiyorum. Ezberim kötü benim. Doğaçlama seviyorum. Kelimelerim giderken, ardında kuşların yiyebileceği ekmek kırıntıları bile bırakmamışlardı.

Beyin hücrelerimden bir isyancı çıkıp bana her şeyi itiraf etti sonunda. “Hepsi bir oyun,” dedi, “yeme bunları.” Zekâm köşeli mi demek istiyordu?  Düşüncelerime baktım. Kaç köşesi olduğu belli olmayan alanda oradan oraya savruluyorlardı. Köşegen seviyor bunlar belli. Arzuları uğruna eğrilip büzüşüyorlardı. Sonra ucu bana dokunuyordu, haberleri yok. Yine de bir kuş kadar hafif hissediyordum artık. Hepsi şişeyle birlikte çoktan gitmişti işte. İçine kırılışı, sessizliği, tedirginliği yazmıştım. Giderken el sallamadılar bile. Doğaçlama seven bir okur, oyundan ne kadar zevk alabilir, diye düşündüm. Dürüst bir okur olmak, korkaklığı mazur görmemek demekti. Sözlerin bir anlamı kalmayacaksa okumak saçmalığın ta kendisiydi. Sıcak bir yaz günü elbet soyunacaktım ben.  “Kadın çıplak” diye bağıran olursa daha çok gülümseyecektim.

Mevsimine göre giyinmek bir yana, hep soyunmak istediğimden kıyafetlerim hiç kullanılmamıştı. Bütün donlarım dolap bekliyordu. Dolabımın köşeli raflarını boşaltıyordum yavaşça. Onları bir valize doldurup denize atmayı istesem de ihtiyacı olan birine vermek daha mantıklı geliyordu. Özgür bırakmak istediğim elbiselerim oldukça fazlaydı. Bir dosttan daha vefalı, daha sabırlıydı hepsi. Bunca zaman naftalin kokusuna yatırılmış salamura dostlarım benim. Bir gün aldım karşıma yalnızlığımı. Hazır dostlarıma veda edeceğim, “Fazla ünlemin var mı?” diye sordum. Bana soru işareti verdi. Tüm soru işaretleri benimdi oysa. Verecek bir ünlemi olmayan yalnızlığım gözümde küçülüverdi. Yalnızlık noktalama hatalarıyla doluydu.  Bu işte bir terslik vardı.

Dürüst bir okur, yalnızlığı okurken hataları görmezden gelemeyecek kadar iyi niyetli olurdu. Olmalıydı da. Kelimelerim, elbiselerim kadar eksik olabilir. Don giymeyen menopozlu bir kadından beklenen davranış eksilirken eksiltmek, azaltırken azalmak da olabilir. Sıcak ile kovalamaca yaşayan, kaçanın hep ben olduğum yakıcı bir oyunda donumu giymemek oldukça haklı bir davranış sayılabilirdi. Yine puslu bir günde gülümsediğimi hatırlıyordum. Bu işte de bir terslik varmış gibi geliyordu. Dedim ya, ezber meselesi. Önce soyunacağım. Sonra da gülümseyeceğim.  Tüm düşüncelerim sevinç olup pencereden uçup gidecek.

Kelimelerimi denize, noktalama işaretlerimi yalnızlığıma, elbiselerimi çıplaklığından utananlara verdim gitti. Askılarım seyreldi. Giyinmek dediğin nedir ki? Lahanayı severim ama yiyebileceksem. Bir de doğaçlamayı. Zekâmın sivri köşeleri, düşüncelerim onlara çarpıp durduğundan beri yontulmuş vaziyetteydi. Şimdi düşünüyorum, yalnızlığım mı yazıyordu bu oyunu yoksa salamura elbiselerim mi? Beni dürtükleyen kimdi? Tikim vardı benim. Anlamıyordu kimse. Soru işaretleri başıboş gezerken tüm ünlemler neredeydi? Pencereyi açıp baktığımda göremiyordum hiçbirini. Hava pusluydu. Gülümsüyordum. Sokağa çıkmak istiyordum. Bir sorum olacaktı. Yazara değil, okura soruyorum; soyunsam rahatsız olur musunuz?