Cam kırıklarını itinayla ezerek geçip gittiğim salonda bile dirilişe, var oluşa, aidiyete inanıyordum. Evet… Sanırım inanıyordum. Bakışların boş ve donuk, dumanların arasından yorgun sesin bana ulaştı; Biraz daha? Muhtemelen gittiğimi hiç fark etmedin ama saniyeler bile değişmem için yeterliydi. Seni gayette buğuların ardında muğlâklığa terk edebilir ve umursamazca topuklarımla cam parçalarını ezmeye devam edebilirdim. Ama yapmadım. Çünkü ondan farkım olmalıydı.

Bıraktım ve yeniden başladım. Boş bardakları toplayıp dolu olanlara tercih etmedim. Metanetimle elinde ki sigarayı söndürüp saçlarını okşadım. Genç kalbine ne olmuştu böyle? Gayet iyi bilmeme rağmen umursamadım elbet…Sen Tanrı’nın ustalık eseri olacaktın, parmaklarımın arasında küle dönüşen…Kusursuz ruhun gerçekten tüm evreni yok etmeye değer miydi?

Birazdan uykuya daldığında, pişmanlıklarımı toplayıp gidecektim. Ama sen hep aynı kalacaktın. Nasıl da bencilleşebilmiştim… Gözlerimin içine işlediğinde, riyakârlıkla dudaklarımın kıvrımları harekete geçti. Gülümsedim. En adi olanlarından bir tane sundum sana. Gariptir ki işe yaradı ve  inandın…

Gözlerimi kapattım ve beklenti içinde uzun bir süre açmadım ve yine her şey aynıydı. Hayal kırıklıkları… Eğildim ve cam parçalarını toplamaya başladım. Olabildiğince yavaş ve içime işlemesini isteyerek yaptım bunu, kanın bileklerimden ağır ağır ilerlemesini seyrettim. Bu güne dek öğrendiğim şeylerden birisi sanırım tüm kalıcı değişikliklerin kanla mühürlendiğiydi. Bir keşiş değildim, bir kurtarıcı ya da asırlarca beklenen biri değildim. Kendi kurtuluşumu kendim çizmeliydim. O gece bilincimden kurtulup bir nebze de olsa huzura kavuşamadım ve beklemeye devam ettim. Sabahın ilk ışıkları kirpiklerinden yansıdığında usulca kalktım. Pek de mutlu sayılmayan siluetini artık hatırlamıyordum bile.

Umarsızca arşınlanan sokaklar… Saatlerimi anlamsız bakışlarımla insanoğlunu izleyerek geçirdim. Katlanamayacaktım.

Tekrar dönmek için fazla korkaktım. Yüzleşmekten… Bencilliğimin yansımalarını kaldıracak durumda değildim fakat başlamak için bitirmeliydim. Elimden geldiğince umursamaz bir şekilde kapında dakikaların geçişini seyrettim ve maalesef hepsinin üzerine kokun sinmişti ve ben ölesiye korkuyordum. Gerçekten bu denli zayıf düşebilmiş miydim?

Soğuk zemine meylettim öylece tüm ağırlığımı bıraktım, elbet kapıyı açacaktın. Ama çalan ben olmayacaktım. Şu senin sevdiğin nisan günlerinden biriydi, henüz yıpranmamışken ve sevebilirkenki bizler. Yağmur toprağı geceden yıkamıştı ve sen tüm gün ortalarda görünmemiştin. Bitap halde tekrar döndüğünde, merakımı gidermek için herhangi bir şey yapmadın. Gerçi sormadım… Bu durumu buna benzetmek ve umursamazca çıkıp gidebilmeyi istedim ama bu şekilde olmayacaktı. Çünkü sen eşi benzeri görülmemiş ruhsal yıkıntılarınla eşlik etmemi bekleyecektin ve bense bunalımlarının yalnız ve sadece sana ait olduğunu yüzüne vuracaktım. Ama yine de o gün nerede olduğunu biliyorum. Geçmişin ilüzyonlarına bir kez daha kapılmıştın. İlk değildi ve asla son olma ayrıcalığına da sahip olamazdı…

Kapı menteşelerinin hafif gürültüsüyle açılırken karo zemine bakmaya devam ettim. Elimi isteksizce tutup kalkmama yardım ettin ve ben ellerinin neminde boğuldum. Teklifsizce içeri geçip masanın uyumsuz sandalyelerinden birine oturdum. Karşımdaki sandalyeye meylettin ama oturmadın. Baktın, baktın ama anlamlandıramadın. Ne zaman bir şeyler anlatmam gerekse susar, susmam geren yerde ise daha çok sessizliğe bürünürdüm. Ben konuşmazdım… Sen de konuşacak gibi değildin ve ben artık katlanamazdım. Sonunda oturdun ve azabımın bir kısmı hafifledi. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdın. Bunu yapmana gerek yoktu. İlgi göstermen, acıman, merhametini benden sakınmıyor olman… Artık iyi hissettirmiyordu nihayetinde anlamıştım. Sonu beklenen her şey yitiriyordu kendi devinimini.

Uzun uzun gözlerimin içine baktın, inandırıcılık katmak adına gözlerimi kaçırmalıydım fakat ben sana her manada tutkundum aslında, yapamadım… Sadece sustum ve hatrıma yüzünün her kıvrımını bir bir kazıdım. İçimde  bir şeyler ölüyordu ve bir fısıltı….Pişman olacağımı haykırıp göğsüme baskı yaparken, ifadesiz suratımla son birkaç dakikamızı hakiki kılmaya çabaladım.

Kalktım ve kalan birkaç eşyamı toplamaya başladım. Kitaplarımı ve kalan tüm neden sorularını sana bıraktım. Birbirimize aittik fakat birlikteyken birbirimizi daha çok hasta edip tüketiyorduk. Yine de iyi dileklerimi de seninle bırakacaktım. Niyeti bozuk, işe yaramaz olsalar da yine de buna değerdin… Sana dair her zaman bilinmezlerim vardı. Kanım çekiliyor derken bile kanamaya devam edecek kadar cüretkâr olmana rağmen, neyi kimin için reddedemiyorsun bilmek isterdim. Yaşadığımı fark etmek için sana ihtiyacımın olmamasını dilerdim ya da masumane bir şekilde senin bir dilek tutmanı isterdim. Ama o dileğin benim için olmayacağını bilirdim.

Ve kapıyı ardına dek açtığında tereddütlerimle çekip gittim. Kapatmak için acele etmedin, durdurmak niyetinde zaten hiç olmamıştın. Yine de incitebilmiştin. İsteyerek ve bundan umarsızca haz alarak… Şu pişmanlık zırvaları aslında gerçekler. Kalbini boğmaya can çekişerek mahvolmana neden olacak cinsten olanlar. Onlardan herkes çekinir sanırım. Doğru olanı yaptığıma kim karar verecek? Bunu ben yapacaksam en doğru karar sadece elimde olan mutlak karasızlığım olurdu. Pişmanlıklar… Yanı başında her an seni boğacak olan bir çift nemli el gibi…