İlk albümü “Jazz İstanbul I”den bu yana dinleyicisi olduğum Jülide Özçelik ile bir araya gelmenin mutluluğunu paylaşacağım bugün sizlerle.
Sorularıma verdiği yanıtlar sonrasında Jülide Özçelik’i neden sevdiğimi, neden dinlediğimi çok daha iyi anladım. Müziği kendisiydi. Kendi ruhunu cömertçe bizimle paylaşıyordu. Onun sayesinde bizim ruhumuz çoğalıyor, anlam kazanıyordu. Anlama, anlam katan dev bir yürekti o.
Tuba Karamuklu: Türkülerimizin kendine has ve aslında bir o kadar da içimize dönük olan müzikal ve kültürel yapısı ile ta denizler ötesinin müziği cazı uyarlarken hem bu kültürel / müzikal farklılıkların hem de bizzat Türkçenin farklı dil yapısı size ne gibi zorluklar veya tam tersi keşfedilebilecek yeni olanaklar çıkartıyor?
Jülide Özçelik: Çok zorlandığımızı söyleyemem çünkü biz İstanbul Bilgi Üniversitesinde başlamıştık bunların tohumlarını atmaya. İlk yapan da biz değiliz bunu. Daha önce Tülay German gibi birçok örnek, birçok albüm var. Esin Afşar’ın Âşık Veysel’in eserlerinden oluşan Baki Duyarlar’ın müzik direktörlüğünü üstlendiği bir çalışması var.
Birlikte çalıştığım müzisyen arkadaşlarımla zaten 98 senesinden beri yani öğrencilik yıllarımızdan bu yana beraberiz. Aldığımız eğitim doğrultusunda okulda gerçekleştirdiğimiz mini konserlerde ya da büyük konserlerde hep birlikte performans sergiliyorduk. Biraz daha Batı müziği formunda çalmayı, Batı armonisi kullanmayı tercih ettik. Türkçe olarak kendi ifade yönüm daha güçlü olduğu için Türkçe sözlü şarkı söylemeyi, türkü seslendirmeyi veya klasik Türk musikisi eseri seslendirmeyi tercih ettim. Başka bir dilde olsaydı, elbette onu da tercih ederdim. Daha Amerikan cazı yerine kendi topraklarımıza ait olan kendimce samimi bulduğum, ifade etmekten de keyif aldığım, arkadaşlarımın da bundan hoşlandığını bildiğim bir müzik yapmayı tercih ettik. 98’de başlayan birliktelik 2006’da ilk albümün kaydıyla somutlaştı, albümün çıkması 2008’i buldu. Sonrasında güzel dönüşler neticesinde festivallerde, kulüplerde konserler vererek bugüne geldik.
Caz bizim müziğimiz değil. Aslında benim derdim caz yapmak da değil. Benim derdim her zaman iyi müzik yapmak oldu. İyi müzik yaparak insanların gönlüne temas etmek hedeflediğim. İstediğiniz kadar müzikleri birbirinizden üstün de tutabilirsiniz ki bu ben inanmıyorum. Çünkü her müziğin kendi içinde birtakım özellikleri ve güzellikleri hatta zorlukları var. Hiçbiri birbirinden daha zor ya da kolay değil.
Biz okulda böyle bir eğitim aldığımız için bunu tercih ettik. Sadece Amerikan cazı yapan arkadaşlarımız da var ama ben Türk müziğine özel bir ilgi duyduğum için bu yolu tercih ettim. Açıkçası aranjman kısmında Cem Tuncer her şeyi yazıp çizdiği için sanırım bu soruyu ona sormak çok daha doğru olacaktır. (Gülüşmeler) Kendisinin de zorlandığını düşünmüyorum. Önemli bir müzisyen, önemli bir gitarist hem de önemli bir kompozitör kendisi. Türkiye’de ne kadar tanındığı tartışılsa da bizim için önemli olan hiçbir zaman nicelik olmadı. Nitelik derdinde olan müzisyenleriz. O yüzden de kimseye tabi olmadan, ne yapmak istediysek onu yaparak bugüne kadar geldik.
Tuba Karamuklu: Kendinizi ait hissettiğiniz şeyin içinde yer almaktan söz ediyorsunuz aslında.
Jülide Özçelik: Herkes samimi bulduğu müziği yapma konusunda ısrarcı oldu, arkadaşlarım da bana inandı. Güzel bir noktaya geldiğimize inanıyorum.
Tuba Karamuklu: Jazz İstanbul I’den bu yana 10 seneye yakın bir zaman geçti. O zamandan bu zamana Türkiye’de caz müzik nasıl gelişti sizce?
Jülide Özçelik: Bence çok değişti. İlk albümü çıkardığımızda çok fazla albümün çıktığı bir ortam yoktu. Korsan satışın etkisiyle albüm satışlarının çok azaldığı, cd basmanın çok mantıklı olmadığı söyleniyordu. Yapımcılar albüm yapmaya açıkçası çok yanaşmıyordu. Bunun yanında sektörün de durgun olduğu bir dönemdi. Rock ve pop müzik revaçtaydı. Biz albüm çalışmasını tamamladığımızda boşu boşuna çıkaracağımızı söyleyenler oldu. Konser olarak ve albüm satışı olarak dönüş olmayacağını düşünüyorlardı. İlk altı ay pek bir şey anlamadık. Bir yılın sonunda çok ciddi geri dönüşler olmaya başladı. Birtakım festivallerden davetler almaya başladık. Albümümüzün çok ciddi yerlere ulaştığını gördük. Biz de şaşırdık. Çünkü ilk başta bize söylenenler ister istemez aklımızda soru işaretleri oluşturmuştu. Biz kendimiz için iyi dileklerle yola çıktık ve sonuçtan memnunuz. Müziğimizden taviz vermememiz, birbirimize duyduğumuz inanç da bize çok ciddi bir kulvar açtı.
Bunun yanında caz müziği için de alternatifler çoğaldı. Sanatsal ağırlığı olan müzikler de müzik piyasasında yerini almaya başladı.
Özellikle ikinci albümden sonra gözlemlediğim bir değişim var. Müzik dinleme biçimleri dijital platformlara taşındı. Ben bu konuda gelenekçiyim, telefondan müzik dinlemeyi sevmiyorum. İyi ses duyma derdinde biri olarak plak dinleyerek ya da iyi ses sistemlerinden dinleyerek müzik dinlemeyi tercih ediyorum.
Ama bunun yanında festivallerin çoğalması, caz festivallerinde de Türk gruplarının yer alması değişimin güzel yönlerine işaret ediyor.
Tuba Karamuklu: İlk iki albümün ardından uzun bir ara verdiğinizi görüyoruz yeni albümünüz için. Neden bu kadar ara verdiniz, beklediğiniz bir şeyler mi vardı?
Jülide Özçelik: Aslında bir beklentiyle ara vermedim. 4,5 yıl önce eşimi kaybettim, ardından babamı kaybettim. Bizim yaptığımız iş duygu işi olduğu için bu travmalardan çıkmak maalesef o kadar kolay olmadı. İnsanların dert edindikleri şeylere bakıyorum, birçoğu bana garip geliyor. Eşimin kaybından yaklaşık altı ay sonra arkadaşlarım beni albüm çalışması yapmam için oldukça yüreklendirdi. Hepimiz için bir ivme olur diye düşünüyorlardı. Ama tam toparlandığımı düşündüğüm sırada babamı da kaybettim. Ailede çok büyük kayıp yaşadığınız zaman toparlanmak o kadar kolay olmuyor. Dediğim gibi teknik bir iş yapmıyoruz. O nedenle ruhen sağlıklı bir formda olmamız lazım. Toparlanma süreciydi aslında benim verdiğim ara.
İnsanlar beni özlesin falan diye bir planlama işine zaten girmem, böyle bir kaygım da yok. Ne kadar çok üretirseniz, ne kadar çok insana ulaşırsanız o kadar iyi. Ama her sene de bir albüm çıkarmaya karşıyım.
Tuba Karamuklu: Her sene bir albüm çıkarmakla sanatçının üretirken tüketim sürecine girdiğini mi düşünüyorsunuz?
Jülide Özçelik: Evet, maalesef. Çünkü bu işe teknik bakılmasından hoşlanmıyorum. Bu işin mevsimi vardır, şu mevsime yetişmesi gerekir gibi ifadeler ya da bakış açıları benim müzik anlayışıma ters. Kaldı ki biz popüler bir iş yapmıyoruz. Bizim böyle kaygılarımız yok. Kalıcı işler yapmanın peşindeyiz. Ömürlük olsun, biz ölüp gittikten sonra da insanlar hâlâ dinliyor olsun derdimizden başka da bir derdimiz yok. Bu nedenle verdiğim ara keyfi değildi. Bir mecburiyet, bir düzelmeye çalışma olarak adlandırabiliriz.
Tuba Karamuklu: Hayatımızı, değerlerimizi, bizi biz yapan şeyleri aslında kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz belirliyor. Sizin için anlamı büyük iki insanı kaybetmişsiniz. Peki, bu toparlama sürecinizin müziğinize yansıması oldu mu?
Jülide Özçelik: Eskisi gibi üretemiyorum. Ruhsal olarak tepetaklak oluyorsunuz, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Ben yorumcu olarak ortaya çıkmış bir ismim. Yani kimse benim söz yazmamı, beste yapmamı beklemiyor, daha çok şarkı söylemem bekleniyor. Dolayısıyla baştan sona bir albümde bütün sözler, besteler bana ait olsun gibi bir kaygım yok. Olmamalı da zaten. Son albümümüzde söz ve müziği bana ait bir parça var. Bir insan hem iyi söyleyip hem beste yapıp hem de iyi söz yazamaz inancındayım. O nedenle albümlerimde çok fazla beste koymamaya özen gösteriyorum. Ancak içime çok sindiği zaman koyuyorum. Aksi halde bu tavrı çok iddialı buluyorum. Elbette bunu başaranlar var. Ben kendi adıma konuşuyorum.
Tuba Karamuklu: Siz kendinizi yorumcu olarak nitelendiriyorsunuz zaten.
Jülide Özçelik: Tabii ki. Ben yorumcu kimliğimle albüm çıkarıyorum.
Tuba Karamuklu: Sizin aslında üzerinde durduğunuz nokta “yaptığınız işi en iyi yapabilme”ye dikkat çekiyor. Yorumcu kimliğimle albüm çıkarıyorum o halde bunu en iyi şekilde yapmalıyım gayretindesiniz. Ama bir gün söz yazarlığınızla ön plana çıkarsanız bunu da en iyi şekilde yapabilme çabasında olduğunuzu vurguluyorsunuz.
Bunun yanında biz insanlar hislerimizden ibaretiz. Ve sizin müziğiniz, sesiniz özgün. Ben herhangi bir yerden ulaştığım sesinizi dinlerken “Şarkıyı söyleyen Jülide Özçelik,” derim. Yorumu en iyi şekilde yapmayı vurguladınız ancak ben sizin dinleyiciniz olarak bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki bunu mükemmel yapıyorsunuz.
Jülide Özçelik: Çok teşekkür ederim, ne mutlu bana.
Tuba Karamuklu: Türkiye’de caz müzik denildiği zaman akla gelen en önemli isimlerle çalışıyorsunuz (Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Engin Recepoğulları, Volkan Hürsever, Ercüment Orkut, Efecan Tuncer) Bu birliktelik nasıl başladı ve böylesine önemli müzisyenlerle albüm sürecine girmek nasıl bir duygu?
Jülide Özçelik: Biz beraber büyük zaten. 98 senesinde Bilgi Üniversitesine burslu girmiş bir avuç insanız. Hepimiz öğrenciydik tanıştığımızda, beraber çıktık yola. Şu an hepimiz bir noktaya geldik. İlk albümde belli bir amaca inanıp yola çıktık. Cem Tuncer yazdı bütün parçaları ki o zaman hiçbirimizin müzikal olarak bir adımı yoktu. Okuldan sonra gelişme sürecini de beraber yaşadık. Albüm, festival süreçlerinde yan yana olduğumuz gibi senfonilerle gerçekleştirdiğimiz konserlerde de bir aradaydık. Ekip, hep aynı ekip. Hiç değişmedi.
Tuba Karamuklu: Festivaller üzerinden bir sormak istiyorum. Garanti Caz kapsamında konserler verdiniz. Bu konserlerinizden nasıl geri dönüşler aldınız? O yaş grubu dinleyicilerin ilgisi nasıldı ya da sizi, müziğinizi en iyi anlayan ya da sizin hitap etmeyi en sevdiğiniz yaş grubu hangisidir?
Jülide Özçelik: Dün bir söyleşi gerçekleştirdik ve yaş grubu bir hayli gençti. Ama ilginç şekilde 60 yaşında da dinleyicimiz var, 20 yaşında da. Her kesimden dinleyicimizin olduğunu görüyorum.
Cazın tarihine de bakmak lazım bu noktada. Caz aslında Afrika’dan gemilere doldurulup getirilen kölelerin –kimi yolda ölmüş kimi yakınlarından koparılmış insanlardan söz ediyoruz- isyan halinde yaptıkları müziğe dayanır. Daha sonra elit bir kesime ait olarak algılanmaya başlanmış. Biraz form değiştirmiş. Belki de bu da kapitalist sistemin getirdiği bir sonuç.
Bizde de enteresan bir şekilde İstanbul’un dışına çıktığımızda çok daha fazla ilgi var. İstanbul’daki ilgiden memnunuz ancak İstanbul’dan başka bir yere gittiğimizde karşılaştığımız ilgi bizi bir hayli mutlu ediyor. Hatta Kütahya’ya, Bursa’ya neden gittiğimizi soranlar oluyor. Açıkçası Anadolu’ya açılmak benim için Avrupa’ya açılmaktan çok daha anlamlı. Önce kendi insanımıza ulaşmalıyız, onlara iyi müzik dinletmeliyiz, onların müzik çıtasını bir tık yükseltmeliyiz. Yine aynı şeyin altını çizmek istiyorum. Niceliğin değil, niteliğin peşindeyiz. O yüzden her kesimin gösterdiği ilgiden memnunuz.
Tuba Karamuklu: Dünya çapında ve Türkiye’de yer almaktan memnun olacağınız ya da olduğunuz bir festival var mıdır?
Jülide Özçelik: Ben Anadolu turnesi olursa çok mutlu olurum. Genel olarak her festival, her organizasyon çok kıymetli. Biz beraber müzik yapmaktan da çok keyif alıyoruz. Gelenekçi yapım nedeniyle önce kendi insanımıza ulaşmayı daha doğru buluyorum. Okulda aldığım eğitim doğrultusunda kendi yorumumla cazı standart dışı söylemeye çalışıyorum. Hiçbir zaman iddialı olmadım ama samimiyete önem verdim. Kültürümüz, çok zengin bir kültür. Bu nedenle yaptığım işi kendi kültürümüze uyarlayıp kendi insanımıza ulaşmayı seviyorum.
Dünya festivallerinde de bundan ödün vermeden yer almayı doğru buluyorum. Özgünlüğümüzü orada da göstermeliyiz. Ama şu festivalde yer almak için can atıyorum gibi bir hayalim hiç olmadı. Dünya çapında gerçekleşen festivalleri de Türkiye’de gerçekleşenlerden çok da üstün görmüyorum. Türkiye’de o kadar iyi müzisyenler var ki biraz da kendi kıymetimizi bilmeliyiz. Beraber çaldığım arkadaşlarım nereye gitse çalar. Çünkü gerçekten çok iyiler ve daha da önemlisi “bize ait çok önemli özellikleri” var. Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Engin Recepoğulları, Volkan Hürsever, Ercüment Orkut, Efecan Tuncer her anlamda üst düzey müzisyenler.
Tuba Karamuklu: Peki, gelelim son albümünüz “Nefes”e. 5 Şubat’ta lansman konserini gerçekleştirdiniz. Lansman konseri gerçekten özel bir şey. Dinleyiciler sizin ortaya koyduğunuz çalışmayı gerçekten merak ediyor ve onun için bu konsere geliyor. Oradaki atmosferi ve albümünüzün dinleyicileriniz tarafından nasıl karşılandığını da merak ediyoruz.
Jülide Özçelik: Araya giren zaman nedeniyle dinleyicilerimizden zaman zaman mesajlar alıyorduk. Herkes bizden bir şeyler bekliyordu. Bu konser sonrasında da çok güzel mesajlar aldık. Paylaştığımız şey müzik ve karşı tarafa ne hissettirdiğimizi biz de merak ediyoruz. Genel olarak aldığımız ortak mesaj: “Bir daha arayı bu kadar açmayın.”
Elimizde olmayan kadersel bir kopuş yaşadık ama özlenmiş olmamız güzel. Bundan sonra umarım sağlıklı olur ve üretiriz. Lansman konserimizden sonraki ilk konserimiz de bugün Bursa’da. Biletlerin çok kısa sürede tükendiğini öğrendik. Bu ilgi mutlu ediyor bizi.
Tuba Karamuklu: “Nefes” tamamen farklı bir isim. Farklı bir tarz mı dinleyeceğiz, neden Jazz İstanbul III adıyla çıkmadı?
Jülide Özçelik: İlk albümümüzde çoğunlukla türküler yer aldığı için bir türkü albümü olarak algılanabilir diye İstanbul’a ait işler olduğunu da düşünerek böyle bir sınıflandırmaya tabi tutmak zorunda kaldık. Çünkü raflardaki yerini de doğru saptamamız gerekiyordu.
Bunun yanında Jazz İstanbul I ve II çıkmıştı, devam etme zorunluluğu da olmamalıydı. Bizim hayatlarımızda çok şey değişti. Elbette Jazz İstanbul III de diyebilirdik ama nereye kadar gidebilirdi ki böyle? Kendi hayatımda büyük bir kırılma yaşadığım için müzikal olarak da bir kırılma gerçekleşti. Böyle devam etmeyelim, yeni bir sayfa açalım dedik. Yeni kafayla, çok hızlı akan hayatların içinde durup sakin olup bir “nefes” almak gerekir diye düşünerek “Nefes” adını verdik albümümüze.
Tuba Karamuklu: Albümlerinizde nasıl bir sound elde etmeyi hedefliyorsunuz?
Jülide Özçelik: Müzikal olarak sade, güçlü ve dolgun bir sound her zaman tercih ediyorum. Çok kalabalık olmaması ve duru olması önemli benim için. Yaşım ilerledikçe sanırım daha da sadeleşecek. Yaş aldıkça müziğimizin de olgunlaştığını hissediyorum.
Tuba Karamuklu: Yalınlığı seviyorsunuz.
Jülide Özçelik: Evet, her şey yeterince teferruatlı, yeterince yorucu ve hızlı. Büyük şehirlerde yaşamak zaten yeterince yorucu. Bu kadar keşmekeşin içinde neden sadeleşmeyelim, neden yalınlaşmayalım? Müzikal olarak fazlasıyla müzikal tacize uğradığımı düşünüyorum. Beni o kadar çok yoruyor ki bazı müzikler, ifade etmem mümkün değil. Bir taksiye bindiğimde ya da bir mağazaya girdiğimde yorularak çıkıyorum. Müzik benim için hiçbir zaman yorucu bir unsur olmadı. Aksine beni sakinleştiren, bana huzur veren, beni zenginleştiren, mutlu eden bir unsur. Bunun tersine ihtiyacım olduğunu hiçbir zaman hissetmedim. Müziğime de bu yansıyor. Aslında beni çok doğru ifade eden müziğin içindeyim.
Tuba Karamuklu: Dünyada piyasasındaki caz müzik anlayışı ile Türkiye’de yapılan caz müzik anlayışını nasıl değerlendirirsiniz?
Jülide Özçelik: Ben artık her şeyin iç içe geçmiş olduğunu düşünüyorum. Bütün müzikler artık birbirini etkiliyor ve birbirinin içinde. Özellikle sosyal medya üzerinden her şeye çok hızlı ulaşmamız sebebiyle dünya müziklerini çok rahat takip edebilme şansına sahibiz artık. Kim, nerede, ne yapıyor? Bütün bunları anında öğrenme imkânına sahibiz. Eskiden aylarca, yıllarca bir konser için beklenirdi. Hatta televizyonda sevdiğimiz sanatçıyı görmek, onun klibini izlemek için bile beklerdik. Şu an merak ettiğimiz şeyden birkaç saniye ötedeyiz. Haliyle her şey iç içe. Belki de dünya müziği yapıyoruz demek yanlış olmayacaktır bu noktada. Ancak içinde Türk ezgilerinin, tınılarının olması gerekli. Yapılan müziğin kişilikli olması, nereye ait olduğunun belli olması önemli bana göre.
Tuba Karamuklu: Diğer sorularımın içinde bir kısmına cevap verseniz de merak ettiğim bir diğer soruyla röportajı sonlandırmak istiyorum. Türkiye’de caz müzik yapmanın zorlukları nelerdir?
Jülide Özçelik: Sadece caz müzik demeyelim. İyi müzik yapmanın zorlukları var elbette. Herkese hitap etmediğiniz için küçük bir kitleye yönelik birtakım organizasyonların içinde yer alabiliyorsunuz. Dolayısıyla bir de ayakta kalma durumu var. Bir yandan da hayat akıp gidiyor ve siz bir mücadele veriyorsunuz. Kolay bir yerde durmuyoruz. Ama popüler alanda durmanın da zorlukları var. Çok uzun tartışılır bir konu. Ben herkes gibi hayatıma devam edebiliyorum, otobüse binebiliyorum. Çok büyük bir özgürlük bu. Popüler kültürde yer alsanız bu denli basit bir özgürlük alanınız olmuyor maalesef.
Eksi olarak değerlendireceğim nokta ise daha aza kanaat etmeniz gerektiği gerçeğidir. Yaşam anlamında zorladığı noktalar olsa da ben bugün beni yansıtan müziği yaptığım için, kendimi ifade edebileceğim bir alan yarattığım için olduğum noktadan çok mutluyum. İstemediğiniz bir şeyi yapmaktansa tercih edeceğiniz bir şeyi yapıp onun zorluklarına katlanmak güzeldir. Manevi olarak doyum sağladığımı yürekten söyleyebilirim. Kendi tercihimi yaşıyorum. İyi ki yapmışım, diyorum.
Tuba Karamuklu: Anlam bulduğunuz şeye daha da anlam katıyorsunuz.
*Jülide Özçelik’e teşekkürlerimizle.
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.