Yaşadığımız yerler…

Her gün yürüdüğümüz yollar…

Farkında mıyız acaba o yollarda bize manzara olan yapılara?  Peki hepimizin yeri geldiğinde

-Dünya’da ki en muhteşem şehir İstanbul-

diyecek kadar kendimizden emin olmamıza rağmen

İstanbul denilince aklımıza gelen o muhteşem binaların hayat öykülerini hiç merak ettik mi?

Bence bir yeri sevmek için önce onu tanımalıyız…

O yeri muhteşem yapan şeylerin anlamlarını bilmeliyiz…

 

İstanbul’u anlamlı kılan ve muhteşem demekten hiç çekinmeyeceğim yapılardan biri olan Kız Kulesi aslında İstanbul’un tüm hayat öyküsüne tanıklık etmiş nadir mimari eserlerden biridir. M.Ö. 410 yıllarında İstanbul’un Asya kıtasına ait küçük bir kara parçasının kopmasıyla bugün Kız Kulesi’nin üzerinde bulunduğu adacık meydana gelmiştir. Bu demek oluyor ki yaklaşık 2500 yıllık bir İstanbul geçmişi vardır Kız Kulesi’nin…

Kız Kulesi’nin öyküsü de Rum komutan Atinalı Alkibiades’in boğaz trafiğini kontrol etmek amaçlı adacığa bir kule inşa ettirmek istemesiyle başlamaktadır. Şimdiki Sarayburnu’ndan inşa ettireceği kule arasında bir zincir çekerek bunu sağlamayı da başarmıştır. Böylelikle Kız Kulesi’nin ilk işlevi bir gümrük kontrol merkezi olmuştur. Zaman içerisinde İstanbul’un yönetiminin değişmesine rağmen kulenin uzun bir süre işlevi değişmemiştir. Şöyle ki M.S. 1110 yıllarında Roma İmparatoru Manuel Komnenos da bu adada bulunan kuleyi yenilemiş ve şimdiki Topkapı Sarayı’nın bulunduğu yerden zincir çekerek aynı işlevde kullanmaya devam etmiştir. Tek farkı sadece bir kontrol merkezi değil şehrin savunması içinde kuleyi kullanması olmuştur.

Kız Kulesi, İstanbul’un fethi sırasında da Bizans İmparatorluğu tarafından şehrin savunması için kullanılmıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Roma döneminde yapılmış olan kuleyi yıktırmıştır. Bu yıkımdan sonra adaya taş malzemeden savunma amaçlı bir kale inşa edilmiş ve kalenin etrafını mazgallarla çevrilmiştir. Aynı zamanda şunu burada belirtmeliyim ki günümüzde ayakta olan Kız Kulesi’nin temelleri ve alt katın büyük bir bölümü Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan kaleye aittir.

Taş kale de zaman içerisinde savunma işlevini kaybetmiştir. Çünkü kale inşa ettirilirken adaya yerleştirilen toplar gösteri amaçlı kullanılmaya başlanmış aynı zamanda da bu gösteriler sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun simgelerinden biri olan mehter takımı bu top atışlarına eşlik etmiştir. Bu gösteriye örnek verecek olursak eğer Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra İstanbul’a gelen Şehzade Selim bu kaleden atılan top atışlarıyla karşılanmıştır. Bu tarihten sonra kale, padişahları karşılama görevini üstlenmiştir.

1510 yılında büyük İstanbul depreminde Fatih Sultan Mehmet’in şimdiki Kız Kulesi’nin olduğu yerde yaptırdığı bu kalede zarar görmüştür. Bu depremden sonra ancak Yavuz Sultan Selim zamanında kale onarım geçirebilmiştir. Kalenin bulunduğu adacığın etrafının fazlasıyla sığ olmasından dolayı da kalenin üstüne bir fener yerleştirilmiştir. Bu fenerin yerleştirilmesiyle birlikte kaleye aynı zamanda bir deniz feneri işlevi de yüklenmiştir. Böylelikle kale savunma amaçlı inşa edildikten sonra geçen sürede birçok farklı fonksiyonla görevlendirilmiştir. Aslında bir yapının inşa ettirilirken ki işlevi ne olursa olsun o yapı zaman içerisinde kullanıcıları tarafından işlevsel farklılıklara uğramaktadır. Bu bir nevi yapının yaşaması için değişmez bir kuraldır. Şimdi Kız Kulesi olarak bildiğimiz ama Osmanlı döneminde savunma amaçlı kale olarak yapılmış yapının, zaman içerisinde gösteri amaçlı kullanılması ve üzerine deniz feneri görevini de yüklenmesi buna bir örnek olabilir. Belki de Kız Kulesi’nin bu işlevsel farklılıklara cevap verebilmesi, onun 2500 yıllık bir geçmişi olmasını sağlamıştır. Yakın geçmişimizde dahi inşa edilmiş olmasına rağmen niteliğini koruyabilen yapıları yıkmak yerine gerekirse işlevsel farklılıklara gidilerek o yapıların da varlığını sürdürmesini sağlamak bu yüzden önemlidir. Ki günümüzde işlevlerini yerine getirebilecek halde olan nitelikli yapılar bile ne yazık ki varlığını koruyamamaktadır.

Kız Kulesi’nin deniz feneri görevi üstlenmesi de 1719 yılında onun büyük bir yangın geçirmesine sebep olmuştur. Kandilin yanması için kullanılan yağ rüzgarın etkisiyle ahşap olan kısımları tutuşturmuş ve bu kısımların büyük bir bölümünün hasar görmesine sebep olmuştur. Bu hasarın giderilmesi 1725 yılında Osmanlı’nın baş mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa dönemine denk gelmektedir. Bu tadilatta fener kısmı kagir ve camla restore edilirken kubbe kısmında kurşun kullanılmıştır.

Kız Kulesi’nin kullanım amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde kutlamalara eşlik etmek değil savunma amacına dönmesi olmuştur. Artık devletin eski görkemini kaybetmesiyle fonksiyon değişimine uğraması kaçınılmazdır. Tabi ki bu işlevsel değişiklikler sadece bununla sınırlı kalmamıştır. Aynı zamanda Kız Kulesi 1830-33 yılları arasında İstanbul’da meydana gelen kolera salgınında karantina görevini de üstlenmiştir. Bu küçük adacıkta bulunan kule bu salgının daha fazla yayılmasını da büyük ölçüde önlemiştir. Kolera salgınından çok bir kısa süre sonra İstanbul’da meydana gelen veba salgınında da Kız Kulesi tekrar bir karantina görevi görmüştür. Salgınlarda üstlenmiş olduğu görevlerden sonra II.Mahmut döneminde Kız Kulesi’nde tadilat yapılması kararı alınmıştır. Bu tadilat da Kız Kulesi’nin Osmanlı dönemindeki son restorasyonudur; dilimli bir kubbe ile üstü kapatılmış ve kubbenin üzerine bayrak direği eklenmiştir. Restorasyonun Sultan II.Murat döneminde yapılmasından dolayı da dönem padişahının mührü hat sanatı tekniği ile bir kitabe olarak hazırlanıp kule üzerindeki yerini almıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve geçirilen o uzun savaş dönemini ele aldığımızda Kız Kulesi hiçbir tadilat görmemesine rağmen ayakta kalmasını II.Mahmut döneminde yapılan restorasyona borçludur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan tam yirmi yıl sonra Kız Kulesi’nin yenilenmesi gündeme gelmiştir. Yenilemede Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış temellere ve alt katın büyük bir bölümüne dokunulmamıştır. Ancak dış duvarlar dışındaki iç bölümlerin büyük bir kısmı kaldırmış ve yeni iç bölümlerde betonarme malzemeden yapılmıştır. Çürümüş olan ahşap kısımlar da yenilenmiştir. Aynı zamanda Kız Kulesi’nin bulunduğu adanın denize kaymasını önlemek içinde çevresi büyük kaya parçalarıyla düzenlenmiştir. Kaya parçalarını yerleştirirken rıhtımda bulunan ambar ve gaz depoları da kaldırılmıştır.

1959 yılında Deniz Kuvvetleri’ne devredilen Kız Kulesi tekrar ilk işlevine geri dönmüş ve boğaz trafiğini denetleyen bir istasyon haline geliştir. Deniz Kuvvetleri’nin kontrolünde olduğu dönemde de kulenin içinde bulunan sarnıç beton dökülerek kapatılmıştır.  1983 yılından sonrada Deniz İşletmeleri’ne devredilerek 1992 yılına kadar ara istasyon olarak görev yapmıştır.  1992 yılında tekrar tadilatı gündeme gelen kulenin günümüze kadar geçirdiği son tadilatta bu olmuş ve 1995-2000 yılları arasında tadilatı tamamlanmıştır.

Tadilatı tamamlanan Kız Kulesi de masalsı ruhu ile bugünümüzde bize eşlik etmeye devam etmektedir. Kız Kulesi’ne masalsı ruhlu demem boşuna değildir. Öyle ya da böyle yolu düşüp ona rastlayan her kim olursa olsun bize sunduğu masalsı düşüncelere dalmamak imkansızdır. Bundandır ki hakkında da birçok efsane bulunmaktadır. Bu efsaneler arasında ona ‘Leander Kulesi’ denmesini sağlayacak kadar bilindik olanından bahsetmeden geçmek olmazdı. Efsaneye göre Kız Kulesi’nde, tanrıça Afrodit’e ait bir tapınak bulunmaktaydı; bu tapınakta görev yapan rahibeler arasında Hero adında bir kadın ve tapınağın karşı kıyısında yaşayan Leandros bu efsanenin başkahramanlarıdır.

Afrodit’in tapınağında her ilkbaharda doğan güneşin uyanışını karşılamak adına yapılan törenler düzenlenmekteydi. Bu törende aşkı bulamayanlar, hayal ettikleri sevgililerine kavuşabilmek için Afrodit’e yalvarır; bu aşkı onlara bahşetmesini isterlerdi. İşte boğazın karşı kıyısına aşkı bulmak için gelen Leandros’un bu törende Hero ile karşılaşmasıyla duası Afrodit tarafından kabul edilmiştir. Ama ilk görüşte birbirlerine aşık olan bu iki insanın kavuşmaları imkansızdır çünkü Hero bir rahibedir ve rahibelerin evlenmesi yasaktır. Leandros içinse bu bir engel değildir; ne pahasına olursa olsun Hero’ya  kavuşmayı kafasına koymuştur. Bir gece Hero’yu düşünerek Kız Kulesi’ni izleyen Leandros boğazın karşı kıyısında bir ateşin yandığını görür. Bu ateş Hero’nun sevgilisine yol göstermesi için yaktığı bir ateştir ve artık Hero kendisi içinde imkansız diye bir şey olmadığını Leandros’a göstermektedir. Bu ateşi gören Leandros hiç düşünmeden boğazın karşı kıyısındaki sevgilisine kavuşmak için ateşi takip ederek yüzmeye karar verir. Bunun sonunda sevgilisine kavuşmuştur ve bundan sonrada her gece sevgilisine kavuşmak için boğazı yüzerek geçmektedir. Ancak bir gece tekrar boğazın karşı kıyısına yüzerken Hero’nun yaktığı ateş bir anda sönmüştür. Leandros ateşin sönmesiyle gideceği yolu bulamamıştır ve boğazın sularında kaybolan cansız bedeni de sabah Kız Kulesi’nin kıyılarına vurmuştur. İşte Hero ve Leandros’un hikayesi de böylece sonlanmıştır. Tabi ki Kız Kulesi hakkındaki efsaneler yalnızca Hero ve Leandros ile sınırlı değildir. Bu küçük adacıkta bulunan, zarafetiyle boğazın sularına meydan okuyan Kız Kulesi içinde daha birçok efsane barındırmaktadır ve muhtemelen de barındırmaya devam edecektir.

Asya kıtasından kopan küçücük bir kara parçasının üzerine tüm gücüyle tutunmuş ve asırlardır varlığını sürdürmeye devam eden masalsı ruhlu bir yapıdır Kız Kulesi… Zamanla değişen tüm şartlara rağmen insanoğlunun, onun varlığını sürdürmesi içinde elinden geleni yaptığını söylemek mümkündür. Belki de Dünya üzerinde ki varlığını bu denli uzun süredir korumasının sebebi de bunun içinde gizlidir. En başta söylediğim gibi, bir yeri sevmek için tanımak gerekir ve sevdiğimiz şeylerin kıymetini de bilmemiz gerektiğini zaman bize öğretiyor… O yüzden madem ki seviyoruz İstanbul’u; madem ki Kız Kulesi onun masalsı ruhu; o zaman İstanbul’u düşünürken hayal ettiğimiz masalların başkahramanı olmaya devam edecektir Kız Kulesi…

Fotoğraflar: Deren Uysal