Artık hepimiz “İstanbul’da görülmesi gereken” ya da “Türkiye üzerinde görülmesi gereken” gibi başlıkların içeriklerinde Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye gibi yapıları görmekten usandık. Hakkında yüzlerce tez, makale ve haber yapılmış bu yapılarla ilgili her okuduğumuz içerikte “Evet, biliyoruz başka ne var?” tepkisi veriyoruz ve bu durumu biraz değiştirelim dedik. Bu kez de pek fazla ele alınmamış yapılardan biraz konuşalım diyoruz, katılmaz mısınız?

Sveti Stefan Bulgar Kilisesi


Balat’ın tam içinde ama Balat’tan tamamen bağımsız bu kilise gerçekten görülmeye değer. “Balat’ın içinde ama Balat’tan bağımsız,” derken, kilisenin Avrupa mimarisinden fırlamış gibi görünmesinden bahsediyoruz. Bu kiliseyi değerli kılan en önemli özellik ise bu kilisenin dünyadaki tek prefabrik kilise olması. Ama bundan bahsetmeden önce kısaca kilisenin tarihinden bahsedeceğiz.

Bu kilise, Bulgarların cemaat önderlerinden biri olan Stefan Bogoridi’nin kendi dillerinde ayin yapılması için verdiği savaşı kazanışının ardından inşa edilmiş. Dönemin ruhuna bakıldığında, Bulgarlar Fener Rum Patrikhanesine bağlıymış kilisenin inşasından önce. Ve elbette ki İstanbul periferindeki Bulgar nüfus azımsanamayacak bir seviyede o dönemde. Başlarda Osmanlı hükümeti kilisenin yapılmasını istememiş çünkü milliyetçiliğin etkisini arttırmasının ardından Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkilerin sarsılması durumu büyük bir tehdit arz ediyormuş. Bulgarlar uzun süren uğraşların bir sonucu olarak 1849’da bu yapıyı yaptırmışlar ve Aziz Stefan (Arhidyakon Stephan) adıyla takdim etmişler. Daha önceden günümüzdeki yapının yerinde olan ahşap kilisenin fazla dayanamayacağı düşünüldüğünden yeni bir yapı yapılmasına karar verilmiş. Hatta yapı günümüzde de “Demir Kilise” olarak anılıyor çünkü demir bir iskelet üzerine inşa edilmiş. Yapının inşasına gönülsüzce izin veren Osmanlı, bu inşa eylemini engellemek için yapının bir ayda inşasının bitmesini söylemiştir ve Viyana’da hazırlanan dökme demir yapı İstanbul’a getirilerek Osmanlı yönetiminin verdiği süre içinde kilisenin inşası sağlanmıştır. Sveti Stefan Kilisesi, günümüzde tek prefabrik demir kilise olarak varlığını sürdürmektedir.


Yapıda demir olmayan tek bir öge vardır ki bu da “İkonostasis” adı verilen kısımdır. İkonostasis, üzerinde İsa, Meryem ve azizlerin tasvirlerinin yapıldığı ikonaların yer aldığı parapetlerdir. Bu parapetler bir süre sonra yükselerek ruhban sınıfın durduğu alanı tamamen kapatmaya başlar. Sveti Stefan Kilisesindeki üzeri altın yaldızlı ikonostasis ise yapıdaki ahşap tek ögedir.

Yapıda Neobarok ve Neogotik etkilerden bahsedeceğiz ama bunları kısaca bir özetleyelim dedik. “Neo” başına geldiği kelimeyi farklı bir anlayışa dahil ediyor. Neobarok, döneminde gelişen asıl Barok sanatın kendinden sonraki dönemlerde bıraktığı etki ; neogotik ise yine aynı şekilde asıl döneminde parlayan Gotik sanatın kendinden sonraki dönemlerde bıraktığı etki anlamına gelir. Kısacası Barok ve Gotik, hakimiyet kurduğu döneminin ardından da bizlere ara sıra göz kırpmayı ihmal etmiyor. Çünkü mimari, esinlenmeler ürünüdür zaten.

Yolunuz Balat’a düşerse gidip ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.

Fethiye Camisi


“Pammakaristos Manastırı Kilisesi” olarak da duyabileceğiniz bu yapı günümüzde “Fethiye Camisi” olarak anılıyor. Kilise aslında iki binadan oluşuyor ve kuzeydeki kilise Meryem’e adanmış. 14. yüzyılda ise kuzey kilisesinin yanına İsa’ya adanan küçük bir ek kilise (Parakklesion) yaptırılmış. Günümüzde mezar şapeli olan bu parakklesiona kiliseyi yaptıran kişiler olan Maria ve Mikhael’in mezarları defnedilmiş.

15. yüzyılın ikinci yarısında patrikhane görevi üstlenen yapı bu görevini 16. yüzyılın sonuna dek sürdürmüş. Patrikhane olarak kullanıldığı dönemlerde yapıyı büyük ölçüde genişletmeler olmuş aslında. Yemekhane, mutfak, hücreler yapıya eklenmiş ve bu dönemde 4. yüzyılın en önemli piskoposlarından biri olan Ioannes Khrysostomos’un rölikleri ve imparator I. Aleksios Komnenos’un kemikleri Pantokrator kilisesinden buraya getirilmiş. Günümüzde kuzeydeki kilise hala cami olarak kullanılıyor, eklenen kilise ise 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından açığa çıkarılan 14. yüzyılın en değerli mozaikleriyle süslü ve Ayasofya Müzesine bağlı ek kilise ziyarete açık günümüzde.
Kariye Müzesine çok yakın bir konumda olan bu camiyi ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz.

 

Santa Maria Draperis Kilisesi


Dıştan bakıldığında çok fazla göze çarpan bir kilise olmayan Santa Maria Draperis’i -ki yalnızca ön cephesini görebildiğimizi varsayarsak- İstiklal boyunca yürürken göz ucuyla baktığınız ama parmaklıkların arkasında kaldığından pek de dikkat edemediğiniz için muhtemelen pas geçiyorsunuz her gün. Taksim Meydanı’ndan tünele doğru ilerlediğinizde, St. Antoine Kilisesini biraz daha geçtikten sonra sol tarafta üstünde Meryem’in bir heykelinin bulunduğu parmaklıklı bir kapı var. Bu kapıdan geçtikten sonra merdivenlerden inerek ulaşabilirsiniz bu kiliseye. Kilisenin dışı az önce de belirttiğimiz gibi çok ihtişamlı olmasa da içi gerçekten göz kamaştırıcı. Özellikle kilisenin kapısından girdikten sonra kafanızı şöyle bir yukarı kaldırdığınızda karşılaştığınız manzara çok görkemli gerçekten de.

Bu kilise, Hristiyanlıkta bir inanç kolu olan Fransiskenlerin kilisesi. 15. yüzyılda Sirkeci’de “Santa Maria” adında bir kiliseleri olduğunu biliyoruz Fransiskenlerin. 16. yüzyıldaki Galata yangınında yok olan kilisenin üzerine tarikatın üyelerinden Madam Draperis yeni kilise yapımı için bir arsa bağışlamış, bunu üzerine yapı “Santa Maria Draperis” olarak anılmaya başlanmış. 17. yüzyılda Galata civarındaki bir diğer yangının ardından kiliseyi Galata’ya yeniden yapmak yerine Beyoğlu’na, o zamanki adıyla Pera’ya yapma kararı almışlar. Ardından iki kez daha yangın geçirmiş. Öyle ki, yangının laneti bir türlü bu kilisenin peşini bırakmamış. Şu an günümüzde kullanılan kilise, 19. yüzyıldaki Beyoğlu yangınından sonra yapılmış kilisedir anlayacağınız.

İlgi çekici bir başka durum ise parmaklıklarla sınırlandırılmış kapının üzerinde karşımıza çıkıyor. Burada yer alan kitabede Sultan II. Abdülhamit ve dönemin belediye başkanı olarak anılan Rıdvan Paşa’ya kilise yapımı esnasındaki yardımları için teşekkür edilmiş.

 

Küçük Ayasofya Camisi


Yapının adı aslında inşa edildiği dönemde “St. Sergios and St. Bacchus” olarak belirlenmiş. Yapının tarihi çok eskiye dayanıyor, taa asıl Ayasofya’nın yapıldığı döneme. Nika Ayaklanması’nın ardından kenti yeniden imar ederek şanını yürütme şansı edinen imparator Justinianos ve eşi Theodora tarafından yaptırılmış kilise. Yani yaklaşık 1400 yıllık bir tarihten bahsediyoruz.

Günümüzde cami olarak kullanılan bu yapı 13. yüzyıldaki Latin istilasında çok büyük hasarlar almış olsa da günümüze ulaşan Bizans kültürünü sırtlanmış sınırlı yapılardan biridir. Yapının dış cepheleri tuğla ve taş malzemeyle örülmüş, böylece bu yapının bir Bizans dönemi eseri olduğunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz çünkü o dönemin tipik özelliği bu almaşık duvar örgüsüdür.

Yapının İstanbul’un fethinin hemen ardından camiye dönüştüğü sanılsa da aslında Sultan II. Bayezid döneminde camiye dönüştürülmüştür. Camiye dönüştürülme sırasında yapıya medrese, şadırvan, barok üslupta inşa edilmiş minare ve müezzin mahfili eklenmiş. Bu barok üsluptaki minare bilinmeyen bir sebeple yıkıldıktan sonra bugünkü minaresi 1955 yılında camiye eklenmiş. Mermerden inşa edilen şadırvan ise 1938’de yıkılmış.

Yapı Sultanahmet Meydanı’na da çok yakın bir yerde bulunuyor, yolunuz düşerse ziyaret etmenizi öneririz.

 

Kalenderhane Camisi (Theotokos Kyriotissa Kilisesi)


Caminin asıl adındaki ‘Theotokos’ kelimesi, ‘Tanrı Anası’ anlamına gelir ve Meryem’i baz alır. Aslında ‘Tanrı Anası’ sıfatı, yüzyıllar boyunca süregelen “İsa tanrı mıdır, insan mıdır?” tartışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış. İsa’nın tanrı olduğunu düşünen kesim Meryem’i ‘Theotokos’ , insan olduğunu düşünen kesim ise ‘Christotokos’ olarak nitelemiş.

Vezneciler’den yollara düştüğünüzde Süleymaniye Camiine giden yol üzerinde yer alıyor yapı. Bizans döneminden başlayarak günümüze dek süren bir tarih sayfası gibi İstanbul topraklarında yükseliyor Kalenderhane Camisi. İlk yapıldığında Theotokos Kyriotissa Manastırına ait bir kilise olarak inşa edilmiş kilisenin tam yapım tarihi bilinmiyor fakat plan ve üslup özelliklerine göre 9-10. yüzyıllara ait olduğu düşünülüyor.

Yapının ismi nereden geliyor derseniz; yapının Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul kuşatmasına yardımlarından ötürü teşekkür etmek amacıyla sultan tarafından Kalenderi tarikatı dervişlerine zaviye olarak vermesiyle bu adı aldığı biliniyor. Keşiş odaları zaviye olarak kullanılmış, ana bina da tevhidhane görevinde kullanılmış kaynaklara göre.

1970’lerde Harvard Üniversitesi ve İTÜ iş birliğiyle birtakım arkeolojik çalışmalar yapılmış yapının bulunduğu civarda. Bu çalışmalar sırasında Aziz Francesco’nun hayatını resmeden freskler de ortaya çıkartılmış.


Yapının içindeki mermerler yapıya farklı bir hava kazandırmış açıkçası. Yapı kapalı yunan haçı plan tipine sahip. Az önce de Santa Maria Draperis Kilisesini anlatırken bahsettiğimiz Fransisken mezhebin burada da etkin olduğunu biliyoruz, apsisteki fresklerin Aziz Frencesco’nun ölümünden hemen sonra yapıldığı düşünülüyor. Burada bulunan birkaç mozaik örneği de günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte.

İstanbul’da topraklarında olduğunuzda görmeden geçmeyin diyoruz, özellikle kubbesi gösterişten uzak ve çok mütevazi bir şekilde yapılmış. Tam altında durup yukarı baktığınızda büyülüyor sizi, tabi camiyi aydınlatan devasa avizelerden kubbeyi düzgünce görebilirseniz!

 

Kılıç Ali Paşa Camii


Aslına bakarsanız ben bu camiyi rastgele bulmuştum. Galata’dan kaptırıp Kırım Kilisesi’ne doğru ilerledikten sonra bir yerlerden girip bir yerlerden çıktım, birden karşımda bu camiyi gördüm ve bir şeyler beni içine girmem için tetikledi. Kısacası cami Tophane’de yer alıyor, tam Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezinin -bu yapı da pek bir görkemli duruyor uzaktan açıkçası- çaprazında.


Yapının adını aldığı Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, 16 yıl boyunca denizcilik yapmış bir Osmanlı denizcisiymiş bu arada. Kılıç Ali Paşa’nın cenazesi de bu camiye defnedilmiş. Yapı Mimar Sinan’ın eseri imiş, oradaki yazıyı okuyunca şaşırmıştım çünkü yapıyla ilgili pek bir bilgim yoktu. Bu cami aslında kompleks bir yapı olarak yaptırılmış; beraberinde hamam, türbe, sebil ve medrese de inşa edilmiş. Yapıyı yaptıran Kaptan-ı Derya’nın deniz ile geçmişi düşünülmüş ve camiyi denize yakın bir konuma yaptırmak istemişler. Tabi İstanbul’un topografyasındaki değişiklikler caminin günümüzde sahilden uzak kalmasına sebep olmuş.

Caminin avlu duvarlarının hemen dışında bir de I. Mahmud Han Çeşmesi adıyla da bilinen Tophane Çeşmesi yer alıyor. Çeşmenin bir restorasyon işlemi geçirdiği rahatça algılanabilir fakat yine de ülkemizin bazı değerli insanlarını(!) yapıya zarar vermekten alıkoymamış.

16. yüzyıldan beri İstanbul’un temposuna rağmen varoluş çabası içindeki bu yapı ve özellikle yapıldığı dönemden günümüze ulaşan İznik çinileri de gerçekten görülmeye değer.

 

Eminönü Yeni Camii


Bunu söylediğimde bana gülebilirsiniz ama bu camiyi de rastgele buldum. Hatta camiye girişim rastgele oldu diyelim böylesi daha doğru olur. Tophane’den deli gibi aç bir şekilde ayrılırken, dedik ki “Hadi Eminönü’ne gidip bir şeyler yiyelim!” ve tramvaya bindik. Eminönü’nde indikten sonra bir şeyler yerken etrafıma bakıyordum, gözüme ön cephesi restorasyonda olan bir cami takıldı. İçimden gitgide yükselen merak ve sanat aşkı ile yemeği de bırakarak camiyi görmenin derdine düştüm. İstanbul’un büyük camilerinin görkemi beni çok büyülüyor çünkü.


Ve pişman da olmadım, yapı gerçekten büyüleyici. Caminin avlusuna girdikten sonra henüz içine dahi girmeden yapının giriş cephesini bir gelin kuşağı gibi saran çini süslemelere takılıp kaldım. Bir kısmı haliyle deforme olmuş ama günümüze bu kadar güzel bir şekilde ulaşması yine şaşırtıcı. Yine yapının avlusu dört yandan revakla çevrili ve bu avlu ile ilgili en sevdiğim şey hiç şüphesiz revakların kubbelerinin iç süslemeleri oldu. Bu revakların tam altında iken kafanızı yukarı kaldırdığınızda çok güzel bir süsleme ile karşılaşıyorsunuz. Fakat yapıya girişin sağlandığı cephedenin önündeki revak sırasının en ortasında, kapının tam önündeki kısımdaki üst örtünün mukarnaslı ve dilimli oluşu ile çok daha ilgi çekici. Yapının giriş kapısındaki kitabenin üzerinde de altın renkli mukarnas dişleri çok hoş duruyor gerçekten de.

Yapının içi, gerçekten büyüleyici. Yapının içinde kullanılan süslemelerdeki renk kontrastı öyle doğru ayarda ki, ruhunuzdan bir yükü çekip çıkartıyor sanki.


Neyse camiye geri dönecek olursak; gerek soft renklerle bezenmiş kubbesi, gerek bu soft renklere entegre edilmiş mavi renkli bordürlerle geliştirilen süslemeler, gerekse ara ara mukarnaslı bölümlerde kullanılan altın renk görülmeye değer. Yapının kubbesi Mimar Sinan’ın Şehzade Camiinde kullandığı kubbe planını tekrarlasa da piramidi andıracak şekilde kendi içinde kapanarak yükselmesi yapının kendine has bir özellik olarak ilgi çekiyor.


Yapıyı “Valide Sultan Camii” adıyla da duyabilirsiniz. İki ayrı sultan döneminde iki ayrı kadın karakterin etkisiyle inşası sürdürülmüş yapının; III. Murad’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle temelleri atılmış ve IV. Mehmed’in annesi Turhan Hatice Sultan’ın bağışlarıyla tamamlanarak ibadete açılmış. Bu kadar zarif oluşunun sebebini biraz anlıyor gibiyiz sanki…

Osmanlı döneminde en uzun sürede tamamlanan cami olan bu yapı aynı zamanda Osmanlı ailesi tarafından yaptırılan büyük camilerin son örneği olarak biliniyor. Üç ayrı mimar döneminde yapının inşası sürmüş. Bu cami de, Kılıç ali Paşa Camii gibi deniz kenarına inşa edilmiş fakat denizin dolduruluşunun ardından mesafe artmış.


Bu yapı da külliye olarak inşa edilmiş. Valide Sultan Türbesi, Hünkâr Kasrı, sebil, çeşme, sıbyan mektebi, darülkurra, Mısır Çarşısı arastası yapıyla aynı dönemde ; kütüphane, muvakkithane ve bir türbe ile çeşmeler de daha sonradan eklenmiş yapıya.

Ben gittiğimde restorasyon halindeydi yapı ve restorasyon çalışmaları hâlâ devam ediyor fakat hâlâ ziyarete ve ibadete açık.

İstanbul’un gölgesinde kalmış 7 yapıyı sizlerle paylaştık. Şunu belirtmeliyim ki mimari yapılara dini işlevlerini göz ardı ederek ve kendi ideolojinize göre o yapıları yargılamadan, sanatsal açıdan bakmak size daha güçlü bir farkındalık kazandırıyor çünkü. Sanatla kalın!

Fotoğraflar:

Kılıç Ali Paşa Camii, Eminönü Yeni Camii, Santa Maria Draperis Kilisesi : Merve Tuncer.

Kaynaklar:

Bir Fransisken kilisesi: “Santa Maria”


http://www.hayalleme.com/kalenderhane-camii/