Yaşam yolumuzu belirleyen esaslar, içinde nefes aldığımız, hareket ettiğimiz dünyamız ve başka insanların yolları, onların dünyaları bir akışkanlık içindedir sürekli. Sonsuz değişim gereği hiç karşılaşmayacak yollar birleşebilir, zamanın, mekânın çarkları, dünyaları hiç olmadık sulara götürebilir. Kapkara acılar sonsuz sevinç aklarıyla buluşabilir hiç hesapta yokken, taptaze aydınlıklar yolumuzdan uçup gri sisler bürüyebilir gözlerimizi. İnsan, kendi yapıp ettikleriyle çarkları hareket ettirir çoğunlukla, yolunu bilen ışığını da bulur, ışık da olur. Çalışmak, insan kardeşlerinin, doğanın güzelliğine, ışığın kaynağına, yaptığı her işte, attığı her adımda.
“İki Şafak Arasında”, insanın yolum dediği ilkelerini neye dayandırdığı, insanlık tarihi boyunca çalışma, üretim özelinde ne kadar insanca davranıldığı, kişisel çıkarlarla yaşam çarkları arasında ilkeli olmak üzerine çokça düşündüren bir film. 2021 yapımı film, Selman Nacar’ın ilk uzun metrajlı filmi. Uşak’ta çekilen ilk film olan “İki Şafak Arasında”, Toronto Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazandı. Antalya Film Festivali’nde de Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü ve Serpil rolündeki Nezaket Erden’in aldığı En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü dahil toplam dört ödül aldı. Başrol oyuncularımız Kadir rolündeki Mücahit Koçak ve Esma rolüyle karşımıza çıkan Burcu Gölgedar. Uzun sahneleriyle bizi çokça derinlere daldıran film, inanılmaz bir akıcılık ve oyuncuların gerçekten güçlü performanslarıyla unutulmaz izler bırakıyor.
Bir şafaktan diğer şafağa kadar gerçekleşen olaylar anlatılıyor filmde. Uşak’ta bir dokuma fabrikası. Bir aile şirketi, baba ve iki oğul. Kadir için sevinçli başlar gün, sevdiği kızın ailesiyle tanışacaktır akşam. Fabrika, sürekli işleyen bir çarktır, yetişecek siparişler, asla durmayan gürültülü makineler. Hayatın merkezindedir fabrika, her şey onun bekası içindir. Bir işçinin kaza geçirmesiyle günün rengi değişir. İşçinin ailesine haber verme görevi Kadir’indir. Yoksul bir mahallededir işçinin evi ya da gecekondusu. Genç, endişeli bir eş. Yaşantılarının güçlüğü hissedilir evde, evdeki atmosferde, kadının duruşunda. Hastane, akrabaların toplanması, endişeli bekleyiş. Kadir yardımcı olmak istemektedir, ama çarkların dönüşü bambaşka bir yöndedir.
Akşam, sevdiği kızın ailesiyle buluşur buluşmasına, ama aklı akıl erdiremediği bu kaza olayındadır. Geleneklere pek uygun değildir böyle bir tanışma, baba bunu belirtir, ancak çağın gereklerine ayak uydurma durumu da söz konusudur. Gelenekçi yapıyı aslında gençler gizliden bozmuştur, ama görüntü düzgündür, önemli olan da budur zaten. Bu görüntülerin ilkelerle ne denli uygun olduğu Kadir’in ailesinde fabrikada yaşanan kazayla kendini gösterir. “Vicdanın rahat olması” meselesidir her şey, vicdan rahatsa hiçbir sorun olamaz. Muhafazakar bir aile tablosudur karşımızdaki. İşinde, gücünde, ailesine, geleneklerine bağlı bir aile. Sermaye sahibidirler ve de, sonsuz bir akıl bahşedilmiştir onlara. Bu akıl, Kadir’in o ana kadar tuttuğu yolu bir anda farklılaştırmak ister. Doğruluk, dürüstlük, kendi çıkarını başkasının çıkarından üstün görmeme, sermayenin iyiliği için yok sayılabilir prensiplerdir bunlar. Aslolan makinelerdir, gece gündüz çalışmasıdır onların. Bir insanın değeri ne olabilir ki bir makinenin yanında? İşçi dediğin kolayca bulunabilir, bir makinenin herhangi bir parçasından daha kolay yenilenebilecek bir unsurdur o. Çarklıların içinde bir insan, herhangi bir işgücü, otomatik çalışıp duran, çalışan dişlilerin içinde küçücük bir emek. Sermayenin sonsuzluğu içinde her türlü açık kapıdan faydalanılır, gerekirse aile üyelerinin ışıklı hayalleri sislere terkedilir, ne ki ancak işçi olabilmiş biri?
Filmi izledikçe “Kapital”i ,”Komünist Manifesto”yu yazdıran koşullar aklına doluyor insanın. Marx, işçi sınıfından değildi, ancak gördüğü dehşet verici kapitalizm düzeninde sessiz kalamazdı. Gorki’nin unutulmaz romanı “Ana” ve öykülerinin çoğu, fabrikalarda, farklı işyerlerinde çalışmak zorunda kalan çoğunluğun korkunç zorluktaki çalışma ve yaşam koşullarını zihne kazıyan tablolarda sunar. O insan gücünü çok aşan zorlu yaşam, ele avuca neredeyse hiçbir şeyin geçmemesi, Heinrich Böll’ün “Gül ve Dinamit” kitabında bahsettiği, ekmeğin yanında bir içeceğe bile parası yetmeyen işçi ve bu karanlık yaşamda umutsuzluğun alkolle birleşmesi, sefaletin sonsuz döngüsü. Şiddet, acımasızlık ve suç. Emile Zola’nın enfes kitabı “Germinal”, bize en zor işçilik diyebileceğimiz maden işçilerinin ve onların işverenlerinin yaşantılarını hiçbir ayrıntıyı çekinmeden anlatır. Gerard Depardieu’nun başrolünde oynadığı aynı adlı film, kara bir kabus gibi çöker insanın üzerine. Sabah erkenden inilen maden, kahvaltıda bir önceki günden kalan yemeğin tenceredeki bulaşığına dökülüp ısıtılan suyun içilmesi, ahırdan daha kötü barakalarda yaşamak zorunda olmaları, kendini bildi bileli madenlerde çalışmış, korkunç öksürüğü, simsiyah tükürüğüyle büyükbaba. Ondokuzuncu yüzyıl kapitalist dünyası. Sermaye sahipleri paha biçilmez av hayvanlarıyla süslü sofralarında işçilere kalacak yer verdikleri için onlara yeterince ödeme yaptıklarını konuşurlar, lüks onların hakkıdır tabii, sermayedir toplumu ayakta tutan. “Komünist Manifesto”nun yazılma sürecini de anlatan “Genç Karl Marx” filminde akşamları kulübünde yorgunluğunu atan sanayici, piyasayla rekabet edebilmek için çocuk çalıştırmak zorunda olduğunu söyler, hem de ne çalıştırmak! “Kapital”de bu dehşet verici çalışma yaşı, saati ve ücretleri tabloları ayrıntılarıyla verilmiştir farklı ülkeler kıyaslanarak. Önemli olan çarkların dönmesi olduğundan sermaye aşkına yapılan her şey mübahtır. Bu sanayiciler de muhafazakar, toplumun güvencesi, erdemli, iyi Hristiyanlardı, unutmayalım.
Değişim? “Germinal”de değişim arzusunun, çabasının kanlı sonuçları tüylerimizi ürpertir. Elbette emekçi için çok şey değişmiştir, ancak “İki Şafak Arasında” filminde de gördüğümüz gibi, sıkıntılar devam etmektedir. Aslında insani çabalar, şaşmaz prensipler herkesi ışığa kavuşturabilir, yapıp ettiklerimizse yol çarklarını çeviren. Sevgi Soysal Adana’da sürgünde olduğu zaman bu şehirle ilgili gözlemlerini anlattığı “Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri” kitabında alınacak tedbirlerle kazaları, felaketleri önlemenin hiç de zor olmadığından bahseder ve önlenebilecek felaketler karşısında yalnızca acımanın yersizliğinden, Adana’da meydana gelen bir sel felaketinde Karşıyaka denilen gecekondu mahallesinde bir sürü insan öldüğünde:
“Acımak bir şeyi değiştirmiyor. Değiştirmemekse acımamak demektir. Karşıyakalıları öylesi barınaklarda oturmak zorunda bırakanlar ya da bunun böyle olmasına aldırmayanlar, oralarda zaten her an mevcut olan ve de her an yenilenebilen felaketleri kabullenmiş sayılırlar. O zaman acımak pek havadan ve anlamsız bir duygu olmuyor mu?”
Gün bambaşka doğar Kadir için. İşçinin ailesi için de. Kadir’in yapabilecekleri sınırlı mıdır, yolunu hiç değiştirmeden devam etmek mümkün müdür? Acımak? Makinelerin sonsuz gürültüsünde boğulup gider her şey, o sesler korkunç bir bitimsiz döngüde, kendi çarklarında kendi yoluna alır ne varsa, para etmez duygularsa.
1972 yılında İstanbul’da doğdum. Liseden sonra İngilizcemi geliştirme amacıyla bir yıllığına İngiltere’ye gittim. Döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Mezun olduktan sonra yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştım. Küçüklüğümden itibaren amatör olarak şiir, deneme, öykü ve roman çalışmalarım oldu. Evli ve iki çocuk annesiyim. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, tiyatro, opera ve baleye gitmeyi, müze ve sanat galerilerini ziyaret etmeyi severim.