Yedi yaşıma kadar Mersin’in Taşucu kasabasında yaşadım. Annem ve babam devlet memuru olduğu için bir gün bize bizi heyecanlandıran bir haber verdiler. Tayinlerinin çıktığını ve artık Ankara’da yaşayacağımızı söylediklerinde bir kasabadan bir büyük şehre hatta başkente taşınmak bizim çocuk dünyamız için olağanüstüydü.
Dizlerimizi kanatarak büyüdüğüm sokaklardan büyük bir şehre taşındığımda eksiklerini hissettiğim çok şey oldu. Tırmanacağım ağaçlar, oynayacağım sokaklar çok ama çok sınırlıydı. İstediğim an girebileceğim bir deniz de yoktu üstelik.
Yaşadığım kasabada ekonomik durum olarak ailelerimiz orta sınıfı temsil ediyordu ama biz çocuklar oldukça zengin bir çocukluk yaşıyorduk. Birkaç adım uzaklığımızdaki denize istediğimiz her an girebiliyor, istediğimiz ağaca çıkıp dallarında arkadaşlarımızla sohbet edebiliyor, sokakları oyun alanlarımız olarak kullanabiliyorduk. Çocuktuk, özgürdük, oyun alanları olarak zengindik. Daha ne isteyebilirdik ki!
Bütün bunları bana hatırlatan bir kitapla buluştum geçtiğimiz günlerde. Günışığı Kitaplığı etiketiyle okurlarla buluşan Hatice Demir‘in kaleme aldığı ilk çocuk romanı Akasyalı Meydanın Çocukları çocukluğumu zihnimden avucumun içine bıraktı adeta. Birçok şeyi düşünmeye zorladı beni. Düşüncelerim sorulara dönüştü, Hatice Hanım’a ulaştı.
Sizi de bir köy meydanına, bir akasya ağacının altına davet ediyorum.
Keyifle okumanız dileğiyle.
Akasyalı Meydanın Çocukları bir ilk kitap. Bize bu kitabın oluşum sürecinden söz eder misiniz?
Akasyalı Meydanın Çocukları, geçen yıl Dünya Öykü Günü’nde 8. sınıf öğrencilerimle atölye çalışması yapmak üzere yazdığım kısa bir öyküydü. Dünya Öykü Günü aynı zamanda Sevgililer Günü olarak kutlanıyor biliyorsunuz. Öykünün biraz aşka dönük olması bu yüzden. O sırada yayınevi ile görüşmelerimiz sürüyordu. Çocuklar da yayınevi de Mustafa Amca’nın hüzünlü ve umutlu hatıralarını sevdi. İlk olarak bu dosyayla başlamaya karar verdik. Tabii süreçte yeni olaylar ve karakterler eklendi öyküye; öykü gelişti, değişti.
Biyografinizde okuduğumuz üzere ortaokul zamanlarında yazmaya ve hatta yarışmalara katılmaya başlamış ve bugüne kadar yazma ile ilişkinizi de hiç kopmamışsınız. Peki yazmanın sizin için anlamı nedir?
İçimdeki çocuk sözcüklerin kurduğu dünyanın içinde oynamayı çok seviyor. Yazarken, o çocukla bağımın sürdüğünü, ona dokunduğumu hissediyorum. Yazmak beni canlı tutuyor.
Bir ağacın çevrelediği köy meydanı, köy hayatı anlatılmış olay örgüsünde. Günümüz çocukları ise adeta şehir insanı olarak doğuyor. Hoş artık köyler de mahalle sayıldığı için çocukların köy hayatı yaşama şansları da neredeyse yok. Onların belki de hiç görmeyecekleri ya da tecrübe edemeyecekleri bu hayatı anlatma nedeniniz nedir?
Aslında çocuklara köy yaşamını göstermek gibi bir niyetle yazmadım. Ağacı meydanda anlamlı kılan altında oturan yaşlılar, oyun oynayan çocuklar… Ağaç şehrin kalabalığında bu kadar güçlü parlamazdı. Devrildiğinde de muhtemelen kimse umursamazdı.
Olay örgünüzde maç yapan, saklambaç oynayan, ip atlayan çocuklar görüyoruz. Bizim çocukluğumuzun oyunları bunlar. Günümüz çocukları ise bu oyunları bilgisayar oyunu olarak tecrübe ediyorlar. Eğitimci kimliğinizi de önemseyerek sormak istiyorum. Sokaklarda özgürce koşan, oynayan çocukların evlere hapsolması sizce çocuklarımızın gelişiminde neyi/neleri eksik bırakıyor?
Yaşamın insana dokunan, insanı incelten, şiirsel birçok yanı var fakat çocukların yaşamın tanığı olma şansları çok az artık. Görmüyorlar, görseler bile bunun gerçekliğini hissetmiyorlar. Onlar için birçok şey sanal bir düzlemde olup bitiyor, hızlıca tükeniyor. Belki bu korunaklı dünyalarında bizden daha uzun bir hayat yaşayacaklar ama yaşamlarının bir derinliği yok bu yüzden bizden daha “az” yaşayacaklar.
Bir akasya ağacı ve onun etrafında şekillenen bir hikâye var. Peki akasya ağacını seçmenizin özel bir nedeni var mı?
İlkokul yıllarımda bir bayramda ziyaret için anneannemlerin köyüne gitmiştik. Köyde tıpkı kitapta olduğu gibi bir meydan, meydanda bir köy kahvesi, kahvenin önünde yıllanmış kocaman bir akasya ağacı vardı. Bahardı, ağaç mor renkte çiçekler açmıştı ve kokusu tüm meydana yayılıyordu. Ağaca bakıp çocuk şaşkınlığıyla büyülendiğimi hatırlıyorum. O ağaç o güne kadar gördüğüm en güzel ağaçtı. Öyküyü yazarken her şey aslında bastonla başladı. Bastonu bir ağaca bağlayacaktım. O ağacın güzelliğinin anısını ayakta tutmak istedim.
Ben de bir kasabada yedi yaşıma kadar yaşadım; ardından Ankara, Antalya, Bursa gibi büyük şehirlerde yaşadım. Sokaklarda oyun oynayarak büyüdüm ama ne yazık ki ağaç, bitki isimlerine yeteri kadar hâkim değilim. Doğanın içinde ama bir o kadar doğadan kopuğuz. Şimdi oğlum için öğreniyorum ağaçların türlerini. Doğa ile bağımızın güçlenmesi adına eğitim sistemimizde en azından yaşadığımız şehirdeki ağaçları öğrenmek gibi hayati düzenlemeler nasıl gerçekleştirilebilir?
Yaşadığımız alanı paylaştığımız komşularımızın adını öğrenmenin onlarla “yakın” olmamız için yeterli olmadığı gibi ağaç isimlerini öğrenmemiz de onlarla yakınlık kurmamızda yeterli olmayacaktır. Çocukların doğaya yaklaşımında yetişkinlerin doğayla ilişkisi çok önemli. Ben anneannemin çiçekleri sevdiğini görerek, dedemin ağaçlarla konuştuğunu duyarak büyüdüm. Babamın bitkilerle onları iyileştiren, büyüten, hatta kurumuş bu dediğimiz bir bitkiyi bile ayağa kaldırabilen farklı bir ilişkisi var. Ağaç türlerinin tamamını ben de bilmiyorum fakat bir ağaç gördüğümde beni duyduğunu hissediyorum. Hatta bazen konuşup seviyorum.
İlk çocuk romanınız ancak ben üslubunuzla çocukların potansiyeline güvendiğinizi seziyorum. Giriş bölümünüz kolay bir başlangıç değil onlar için. Zaman zaman da Mustafa Amca’nın hikâyesini anlatmak için bu üsluba geri dönüyorsunuz olay örgünüzde. Çocuklarla iletişim biçimimizi düşündürdü üslubunuz bana. Ne dersiniz onların anlayamayacağını düşünmememizin sebebi onları bir birey olarak kabul etmememizden mi kaynaklanıyor?
Kitaplarla ve dille henüz bağ kuramamış çocuklarımız elbette var. O bölümlerde böyle çocuklarımıza anlayabileceklerinin yanında dilin farklı bir şeklini de tattırmak istedim. Bu bölümler onlar için bir davet aslında. Bununla birlikte edebi duyuşu yüksek, o bölümleri okurken ilham alacak çocuklarımız da var. Yaratıcılıklarıyla, dili ele alma şekilleriyle beni heyecanlandıran çok fazla öğrencim oldu bugüne kadar. Bu bölümler onlar için bir selam. Kitabı yazarken hedefim her çocuğun anlayabileceği bir kitap yazmak değildi, kitap her çocuğa bir parça da olsa dokunsun istedim.
Yine aynı sorudan hareketle başka bir soru daha yöneltmek istiyorum size. Çocuk edebiyatında dil nasıl kullanılmalıdır sizce? Dil ve metin ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?
İlk kitabı daha yeni çıkmış bir yazar için ağır bir soru bu J fakat çocuklarla çok fazla zaman geçirdiğim için şunu söyleyebilirim. Çocukların ilgi ve ihtiyaçları, ilerleyişleri farklı ve sadece onlara özgü. Çocukların tamamına kucak açan bir yaklaşım geliştirmek bana daha doğru geliyor. Farklı düzlemdeki çocuklara göre çeşitlendirilmiş bir anlatım ya da konu derinliği aynı anda birçok çocuğa ulaşmamızı sağlayabilir. Yoksa biz nasıl bir çizgi belirlersek belirleyelim sadece belirlediğimiz çizgideki çocuklara ulaşabileceğiz.
Eserinizde hissedilen ve hatta ağaç aracılığıyla nesiller boyunca aktarılan bolca sevgi var. Mahalle yaşamı, dayanışma, dostluk, ötekileştirme gibi kavramlar öğretilmeye çalışılmıyor. Aksine olay örgüsüne bunlar ustaca yerleştirilmiş. Bunun yanında kolay bir coğrafyada yaşamıyoruz. Çocuklarımız sistematik olarak kötülüğe maruz kalıyor. Birebir yaşamasalar da duydukları şeyler bile yeterli onlar için. Bunca kötülüğün arasında sevgi dolu, empati kurabilen bireyleri nasıl yetiştirebiliriz?
Bilmek ve duyumsamak aynı şeyler değil. Biz çocuklarımız her şeyi öğrensin, bilsin istiyoruz. Onlara bildiklerini deneyimleyebilecekleri ortamlar ve zaman yaratmıyoruz. Bu yüzden bilgi onların dünyasına dokunmadan, kuru bir dal parçası gibi zamanı geldiğinde yakılmayı bekliyor. Onları yaşamın tanığı hâline getirmeliyiz. Yaşam onlara dokundukça onlar da incelecekler, duyacaklar, duyumsayacaklar.
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.