Haziran yağmuru penceremde, açık balkon kapısından içeri dolan serin şifa elle tutulacak
kadar yoğun. Söz bilmem nasıl yansıtır bu lezzeti, yüreğin dilinin kelimeleri var mı? Sevim
Burak’ın dediği gibi “Sık sık dışarıdan içine dönebilir insan.” Renkler, tınılar, devinimler uzatır
elini söze de gönül anlamını sezdirir, gözlere ulaşır bu hâller. Sanat, yüreğin dilinin
tercümanı, konuştuğumuz dilin ulaşamadığını beş duyunun ötesini düş gibi, düşten de öte
döker avuçlarından kristal hüzmelerce. Yolcu, yolunun rehberi bilir sanatı, resimler, heykeller,
öyküler, şiirler, melodiler aydınlatır sonsuzluğu adımlarında onun. Doğa yuvasıdır onun,
doğadan esinlenen sanat tek memleketi, kalbiyle.
İstanbul’da kalbimdeki rüzgarı dinleyerek aldığım yolda bana ışık olduğunu hissettiğim bir
sanat yuvam var, gittiğim ilk günden beri adımlarımı güzelleştirdiğini bildiğim. İstanbul
Concept, Beyoğlu’nda şifaya açılan bir kapı. 2007 yılından beri faaliyette olan galeri, küratör
sevgili Işık Gençoğlu’nun inanılmaz enerjisi, gözlerinden sanat kıvılcımları olarak yansıyan
müthiş işlerle bir sanatsal nefes olup yaşam sihriyle donatıyor yolunu yoluyla buluşturanları.
Haziran ayında gerçekleşen kıymetli ressam Işıl Gönen’in “Hüsn” adlı sergisi, o büyüyle
donattı ziyaretçilerini. Yağmurun sesinde yankılanıyor sanki şimdi o tablodan yüreğime
akanlar, fısıltıları renklerin, fırçadan tuvale dökülenlerin kuşatıyor beni yine. Daha önce
“Bab-ı Ali”: “Yüceler Kapısı” ve “Bab-ı Esrar”: “Meryem” adlı sergileri “bireyin özvarlığına
yeniden kavuşma geleneği” hakkındaydı. “Hüsn” adlı son sergi “ruhsallığı ile buluşmuş
olandan ışıyan güzellik temasını” ele alıyor. “Hal Elbiseleri”, “Aletheia”, “Ehram”, “Maya” gibi
başlıklarda güzelle karşılaşıyoruz, bakışıyoruz ve resimlerden bize, bizden resimlere bir
şeyler akıyor.
İnsan sözünün yetersiz kaldığı yerde resim sanatının ne bilinmezleri ne anlatılmazları ifade
ettiğini görüyoruz bu sergiyle, eserlerle. Sonsuz pırıltılı bir alemin aralık kapısından sızanları
yudumlamak nasıl benzersiz. Görünenin ve bilinenin ötesindeki alemlere bir yolculuk bu.
Bilmek ve olmak, olmak ve bilmek, olduğunu bilememek, belki sadece sezinlemek. Sevgi
Soysal’ın bahsettiği “yeryüzündeki bütün dilleri konuşup kendiyle konuşamayan adam”a
benzememek için bir çaba. Olma yolculuğu en değerlimizdir, bunu duyumsamak ve böylece
ışıldamak. Bilginin gözlerimizi kamaştıran hüzmeleriyle kendinden geçip oluş aleminde daha
da ilerlemek, nereye doğru, kendine doğru, gerçek “insan” olmaya. Evrenin şifalı gücünün
sarıp sarmaladığını hissetmek her zerrede, sevgi sembolü varlıklarla, Meryem’le, Fatma’yla
el ele, onların kuşatıcılığının içinde olduğunu bilerek nefes almak. Tuğba ağacının iki kaşımızın
arasında, onun çekirdeğinin zihnimizde, evrenin özünün zihnimizle sarmaş dolaş
gönlümüzde yer aldığını bilmek. Bütün insanlığın yuvası ilahi gülde. Aidiyet, kimlik,
memleket, ırk, dilin ötesinde insan olma, güzelin en güzeline erişme yetisinin içinde
olmasından dolayı değerlilik, o yuvada buluşma, kendinle ve herkesle, herkesle ve kendinle,
sonra bütün evrenle, yaratılmış, var olan, geçmiş, bugün ve gelecekle. Doğanın kuşatıcı,
özümüzün en özünden ılık ılık esen nefesiyle bir olma. İnsan olmanın acı gözyaşlarının kan
kırmızısında yeşerme, acı ve sevinç kardeşliğini yaşama, yaş akıtmayı bilen gözlerin sevinç
verebileceğini, huzur kudretiyle coşturabileceğini, yaralı gönülleri insanlık evine buyur
edebileceğini bilmek. So Duo’nun enfes ezgisindeki gibi:
“Bir büyük sükun dinler beni
Umudu dinlediğim yerden”
Rüyalarımızda dolaşırız ya hiç bilmediğimiz, bilmediğimizi sandığımız alemlerde ama onlar
gönlümüzden yansıyanlardır bilinçle bilinç dışı bir yerlerden, gönül bilir ve açık etmek ister
kendi diliyle kendini, bilmemizi ister alemini bütün önyargılardan, bilinçaltımıza işlemiş,
sorgusuz sualsiz kendimizin varsaydığımız geleneklerden silkelenip. Elimizden tutup bizi o
gönül diliyle tanıştırıyor ressam, yeşilden, maviden, kırmızıdan ötede, adlarını bilmediğimiz
renklerin dünyasına gidiyoruz o renklerle boyanıp kendimiz olmaya. Hâllerden geçerek,
değişip dönüşerek, doğayla iç içe, aşkla yoğrularak, harflerin gizemiyle, sonsuzluğa,
ressamın kalbinden eserlerine yansıyan ışıltılarla gözlerimiz, gönlümüz kamaşarak.
Kendimizi, en güzel hâlini bulmadaki insanı fark etme ve her insanın içindeki güzeli
fark etmesi için çabalama. Geçmişin gelecekle anda buluşması, kadim ışığın gelecek umut
güzeliyle anda kıvamını bulması, işte “Hüsn”
1972 yılında İstanbul’da doğdum. Liseden sonra İngilizcemi geliştirme amacıyla bir yıllığına İngiltere’ye gittim. Döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Mezun olduktan sonra yurt dışı ve yurt içinde özel sektörde çalıştım. Küçüklüğümden itibaren amatör olarak şiir, deneme, öykü ve roman çalışmalarım oldu. Evli ve iki çocuk annesiyim. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, tiyatro, opera ve baleye gitmeyi, müze ve sanat galerilerini ziyaret etmeyi severim.