Meğer Hümeyra ile farklı yılların 15 Ekim’inde dünyaya ‘merhaba’ demişiz. Düşünüyorum da, Hümeyra’yı tanımam, ilk 45’lik plağıyla olmuştu aslında. O güne kadar dinlediklerimin çok dışında, adeta içe işleyen farklı bir yorumla karşılaşmıştım. Kördüğüm ,Dilber, Güzelliğin On Para Etmez, derken aylarca müzik listelerinde bir numara olan Sessiz Gemi, Otuzbeş Yaş,Vasiyet, Anlatamıyorum, Susun Susun Ağlayacağım, Yıllar Sonra, Onu Bana Sakla,vYaz Bitti, Sus Duymasın, Ey Sevgili Sevgilim,Dönülmez Bir Yoldayım, Pera’da, Sevdim Seni Bir Kere, Tutkulardan İntihar, Yaşamaya Dair, Beyhude..
Kaderin, rastlantının payını bilemem ama kendi belirledi yolunu hep. Çizdiği rotalara yelken bastı. Düşlerine yol aldı her defasında. Gün oldu damla damla hüzünler, ıssızlıklar süzdü yalnız gecelerden. Nefesi nefesimiz oldu. Şarkıları şarkımız. Yahya Kemal, Kavafis, Selim İleri, Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, O.Seyfi Orhon’un şiirlerini şarkılaştırdı. Evet, ruhları kuşatan, yürekleri coşturan yorum gücüyle Türk popüler müziğinin tartışılmaz nirengi noktalarından biriydi Hümeyra. Ve bu özelliğini hep korudu. Selim İleri haklıydı: “Yeni yeni şarkıların daha gün dolmadan tükendiği, sonra yine yeni yeni şarkıların piyasaya çıkartıldığı, bugünkü ortamda Hümeyra’nın şarkıları hiç eskimedi..”
İtiraf etmeliyim ki, sanatçı duruşuyla, her defasında derin düşünce, duygu yolculukları yaşattı bana. Sıcak, sarmalayıcı, canlı, gerçek ve alabildiğince etkileyen üslubuyla Hümeyra; Türk popüler müzik, tiyatro ve sinema dünyasında kadın yorumcuların söz konusu olduğu her platformda, en önde gelen isimlerden biridir. Gözlem gücü, tespitlerindeki ve karakter çözümlerindeki çarpıcı berraklığın yanı sıra, izleyiciye sunduğu ayrıntıların çeşitliliği ve varsıllığı, rolüne kattığı pathos, benzersiz sahne plastiği…Tüm bunlar Hümeyra olgusunun bileşenleridir aslında. Genelgeçer tuzaklara ve şablonculuğa düşmeden minör gamlı hayatlarımıza böylesi dokunması da bundandır, bana göre.
1980’lerin hemen başında, Hello Dolly müzikalinin uyarlaması Çöpçatanın Fendi’nde Ayfer Feray ile başrolleri paylaştı Hümeyra. Kimler yoktu ki kadroda; Bülent Bilgiç, Eşref Kolçak. Osman Şengezer’in olağanüstü dekorları. Nisa Serezli ve Göksel Kortay’ın ustalıklı çevirileri. Sadık Kızılağaç imzalı muhteşem kostümler ve hala gözlerimin önünden gitmeyen o tramvay. Hatırlıyorum, bir zamanların Şan Tiyatrosu o gece neredeyse ağzına kadar doluydu. Haldun Dormen’in yönettiği oyunla, Ayfer Feray yıllar sonra sahneye dönüyor ve Hümeyra ilk kez tiyatro sahnesinde sevenleriyle buluşuyordu. Kalabalık arasında zorlukla ilerleyip yerime geçebilmiştim.
Işıklar yavaşça karardı. Ve birden o şarkı: Aşk Kapıyı Çalınca. Hümeyra o an gerçek bir primadonna, gerçek bir grande dame’dı sahnede.
Daha ilk oyunculuk denemesinde oyunculuğun ne olduğunu, ne olması gerektiğini göstermişti işte. Uçsuz bucaksız aurasına, sahne hakimiyetine kapılıp hayran kaldığım, geniş yelpazeli, köşesiz bir oyunculuktu bu. Şarkıcıdan oyuncu mu olur, diyenler ağız değiştirmişlerdi hemen. Hatta Ayfer Feray’ın Hümeyra’nın başarısından rahatsız olduğu söylentileri yayılmıştı kulaktan kulağa.
Sait Hop Sait, İçinden Tramvay Geçen Şarkı, Aş Bunları Aş, Deliler Boşandı, Kuşlar (nasıl unuturum Hüthüt’ü), İstanbul’un Gözleri Mahmur, Eski Fotoğraflar, Ben Anadolu oyunları izledi Çöpçatan’ın Fendi’ni. Hümeyra tiyatro sahnelerinde fırtına gibi esmekteydi. İzleyiciyi daha ilk antresi, ilk repliğiyle avucunun içine alan, ne diyeceğini, nasıl ve ne zaman diyeceğini bilen, sözünü söyleyen, tavizsiz sanatçı tavrı, gerektiğinde yumuşak bir bahar yağmuru olup gözyaşlarıyla güzelliklere, gerçeklere cansuyu katan bir autheure’dü aynı zamanda. Oyunculuğun ölene kadar yaşaya oynaya öğrenilen, geliştirilen bir sanat olduğunun farkındaydı, hiç kuşkusuz. Daha önce belirttiğim gibi, yaşar kıldığı karakterlere kattığı sahicilik ve pathos; Hayatın, her koşulda sanatı taklit etmesi gerektiği gerçeğini düşündürmüştür bana hep. Hümeyra’yı sahnede defalarca izledim. Hüzne, umuda, tutkuya, sevgiye devşirdiği enerjisine tanıklık ettim. Bir tür iç yazışmaydı sanki yaşadığım belki bir sığınış. Neden olmasın?
Hümeyra’nın sinema serüveni 1980 yılında Atıf Yılmaz’ın çektiği Talihli Amele filmiyle başladı. Sonrasında Ömer Kavur, İrfan Tözüm, Tomris Giritlioğlu, Çağan Irmak gibi yönetmenlerle çalıştı. Kırık Bir Aşk Hikayesi’nde canlandırdığı Aysel Öğretmen ile dorukta bir oyunculuk sergiledi Hümeyra. Mine’de Perihan, Kabuslar Evi-Son Dans’da sanrılar içinde yalnızlığına tutsak edilmiş yaşlı babaanne Müyesser, Unutursam Fısılda’da Ayperi, Babam ve Oğlum’da Nuran, Ulak’da Meryem/Rabia, Dedemin İnsanları’nda Perizat, Devlerin Ölümü’nde Hanende Melek ve Asiye Nasıl Kurtulur’da Zehra…Art arda gelen başarılar. Antalya Film Festivali En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, 2015 Uçan Süpürge ve Roma Türk Filmleri Festivali Onur Ödülleri, altın plaklar. Derken Avrupa Yakası’nın soldan soldan gelmeye başladılar İfo’su oldu, kırdı geçirdi ortalığı. Oyunculuğuna yaşamı kattı, yaşama oyunculuğunu. Biliyor musunuz, aslında bütün bu filmlerin, televizyon dizilerinin işaret fişeği siyah beyaz televizyon yıllarında Haldun Dormen’in hazırladığı Unutulanlar programında hayat verdiği Şevkiye May karakteriydi. Acaba mı, yani Şevkiye May’ı mı oynayacak, peki başarabilecek mi oyunculuk eğitimi var mıymış kidiyenlere o akşam yanıtını, ekrandan vermişti. Şevkiye May Hümeyra’nın incelikli oyunculuğuyla yeniden karşımızdaydı yanı başımızda. Sanki havagazı musluğunu sonuna kadar hiç açmamış, başının altına bir gazete sayfası koyup taş zemine uzanmamıştı, hayattaydı. Yaşıyordu, o kadar sahiciydi ki.
Hümeyra’ya, bunca yıldır durup dinlenmeden, sanatın anlamını, güzelliğini, paylaştıkça çoğalan tılsımını insan ve hayatın gerçekliğine alaşımladığı için ne çok şey borçluyuz. Görüntüsü, sesi sahnelerden hiç uzak kalmasın diyorum. Bu alkışlar, bu büyük özlem hep ona. Hani deriz ya, Ars Longa, vita beris. Yani sanat uzun, hayat ise kısacık.
Saatlerdir, belleğimde derin izler bırakmış olan bir Hümeyra şarkısını mırıldanıyorum. Dışarıda derin, lacivert bir gece. Ayazlı, sırılsıklam ıslanmış.Yorgun.Selim İleri’nin şiirinden, Hümeyra’nın benzersiz yorumuna bir kan bağım var bu şarkıyla eminim…Belki de yüzlerimden birine dokunduğu için, bir yazı daha çoktan geride bıraktığımdan da olabilir. ”Bu akşam yıldızlar düşüyor sanki gözlerime /Dalgalar okşuyor ruhumu sonsuz bir hüzün içinde /Yaz bitti yaz bitti esiyor başımda bir deli rüzgar /Yaz bitti yaz bitti kalbimde yaşıyor o kırık duygular / Tatlı bir rüyaymış gibi/ Sönmeyen bir ateşmiş gibi/ Çölde suya hasretmiş gibi/ Yaşıyorum sevgimi her yaz / Yapraklar düşüyor dallardan sanki yüreğime /Martılar uçuyor haykırarak dalgaların üstünde…”