Carol J. Addams’ın kaleme aldığı Etin Cinsel Politikası’nda karşılaştığımız “kayıp gönderge”, sıradan fakat korkunç alışkanlıklarımızı açıklamak için ipuçları veriyor.
Kayıp Gönderge Nedir?
Kayıp gönderge hakkında ufak bir tanımlamayı bizzat yazardan okuyalım:
“Kayıp gönderge, eti yiyeni hayvandan, hayvanı da nihai üründen ayıran şeydir. Kayıp göndergenin işlevi; ‘etimizi bir zamanlar dişi ya da erkek bir hayvan olduğu düşüncesinden ayrı tutmak, bir şeyin zamanında birisi olduğu düşüncesine engel olmaktır. Etin varlığı, o ete dönüşmek için öldürülmüş olan hayvanın varlığından bir kez koparıldığında, et artık kendi asıl göndergesiyle (yani bir zamanlar yaşayan hayvanla) bağlarını koparır…”
Kayıp gönderge bir çeşit engeldir, hakikat ile gösterilen arasında örülmüş duvardır. Hayvanlar bağlamında düşünürsek; marketlerde satılan, etleri ve sütleri tüketilen hayvanlar kayıp göndergedir. Onların hissedebilen ve duyguları olan canlılar olduğu gerçeğiyse esas göndergedir. Yazara göre kayıp göndergenin yarattığı ağır sonuçları, şeylerin gerçek anlamlarını yani esas göndergelerini çağırarak engelleyebiliriz.
Yazarın bize bir yöntem olarak sunduğu kayıp göndergeyi, toplumdaki pek çok sorunu açıklamak için kullanmak mümkün. Addams’ın Etin Cinsel Politikası’nda üzerinde durduğu kadınların şiddete uğraması pekâlâ kayıp göndergeye örnek verilebilir. Ya da bugün tükettiğimiz pek çok ürünün yapımında kullanılan hayvan ya da insan sömürüsünün göz ardı edilmesi kayıp göndergeye verilebilir. Bütün bu örneklerde şiddettin örtüklüğü ya da görünmezliği söz konusudur.
Hayvan Yemenin Sıradanlığı
Hayvan yemenin sıradanlığı üzerine söyleyecek çok söz var. Kendilerini vegan ya da vejetaryen olarak tanımlayanlar dahi, çoğunlukla hayatlarının büyük bir bölümünü hayvansal gıda tüketerek geçirmişlerdir. Yaşadığımız dünya et ve yumurta yemeyi, süt içmeyi veya deri giymeyi son derece normal karşılar. Beslenme alışkanlıklarını hayvanlar üzerinden kuran insanlık için son derece olağan bir durumdur bu.
Bana kalırsa bu durum tarihsel alışkanlıklarımızın bir sonucu. Eskiçağlarda, hayvan veya insan haklarının tartışılmadığı vakitlerde ne yazık ki et yiyen ataerkil bir dünya inşa edildi. Şimdi dünyaya bakışımız, binlerce sene önce yaşamış atalarımızdan farklı olsa da onların inşa ettiği dünyanın yürütücülüğünü yapıyoruz. Barışçıl dünyada olmaması gereken pek çok uygulama, bir geleneğin devamı şeklinde yaşanmaya devam ediyor.
Bitmeyen Sömürü
Kurulan sömürü düzeninden yalnızca “hem etinden hem sütünden” faydalanılan hayvanlar nasibini almamış. Kültür ve moda, tıpkı bahsi geçen örneklerde verildiği gibi bir kayıp göndergeye dönüşüyor. Bu başlıklar adı altında sömürülen hayvanların esas göndergeleri yitip gidiyor, anlamsızlaşmaya başlıyor.
Son zamanlarda gündeme gelen Büyükada’daki atlar, uzun süredir fayton uygulaması yüzünden büyük acılar çekiyordu. Hayvan hakları savunucuları bu uygulamanın kaldırılmasını sağlasa da bu sefer de atlı zabıtalar gündeme geldi İstanbul’da. Dolayısıyla hâlâ sömürü anlayışının devam ettiğine tanıklık ediyoruz, hâlâ atların özgür bireyler olarak düşünüldüğü bir ortamdan çok uzaktayız.
Hayvanların sömürüldüğü dünyada binek hayvan da kayıp göndergedir. Fayton, yarış atı veya zabıta fark etmez. Atların insan yaşayışına veya kültürüne hizmet maksadıyla dünyaya geldikleri anlayışı, onların her şeyden önce hisseden canlılar olduklarını gerçeğinden uzaklaşılmasına sebep olmuştur.
Hepçil toplum, yeni kayıp göndergelerin oluşmasına zemin hazırlıyor. Böyle bir dünyada vegan olmak kişilerin asgari yükümlülüğü olmalı. Bunun aksi olan her uygulama, davranış ya da anlayış ne yazık ki sömürünün devam etmesine sebebiyet veriyor.
22 yaşında, Tarih Bölümü lisans öğrencisi. Hazırladığı yazılar çeşitli internet sitelerinde ve e-dergilerde yayınlandı. Bir süre metin yazarlığı yaptıktan sonra Yeni İnsan Yayınevi’nde çalışmaya başladı. Hâlâ burada çalışmaya ve hayvan hakları, sosyal tarih ile edebiyat eleştirisi gibi alanlarda yazmaya devam ediyor.