Leyla Pekin’i sadece “coloratura soprano, opera şarkıcısı, koro şefi, öğretmen” olarak tanımlamak eksik olacak, biliyorum.

O, yorumladığı eserlerle insanın külrengi yalnızlıklarını, özlem, umut, ıstırap ve sevdalarını anlattı hep. Anlatmakla kalmadı, her defasında sezgiyle, düşlerle bilenip çoğalan nice çağrışımlar da yarattı.

Bütün o aryaları, şarkıları yorumlarken dinleyicisiyle duygu, düşünce birliği oluşturduğu, sesini kattığı her eseri güncel, taze, yaşayan kılıp kalbe seslendiği, her saniyesi hak edilmiş bir sanat hayatı olduğu, gerçek değerlerin kavranmadığı, değerbilmezliğin günbegün arttığı bir çağda genelgeçere asla gönül indirmediği için özgün kalabildi Leyla Pekin.

Notalara, şarkı sözlerine üflediği ruhla bize bir bellek oluşturdu zaman içinde. Bir mesleğin nasıl yapılması konusunda rol model oldu. Sesinin gücüyle gelecek zamanları dokudu. Her çabası bir kucak alkış içindi, hayır sadece müzik içindi. Müzik!

Yaşamı sanat, yaşamı zarafet, güzellik olan bir insan….

Youtube Kanalı’nda yaptığı paylaşımlarla, “Yaşamın, sevginin, yoğun, damıtılmış güzel duyguların kozası müzikle örülebilir ancak, ” diye fısıldadı kulaklarımıza. Dahası histen hisse elçi oldu sesiyle.

Kanlıca’da geçmişti çocukluğu. Daha küçücükken, müzik dünyasında kendi yerini edineceği, yarına kalacağı belli olmuştu aslında. Henüz ilk mektebe gitmeden okumayı öğrendi. Çok geçmeden akordu kolay bozulan, Fransız tahta çapraz piyanonun başına geçti.

Gün geldi, soğuk havalarda yün eldivenlerinin parmak bölümlerini keser ve tuşlardan akan notalara bırakırdı kendini.

Düşünün, daha yedi yaşında ilk defa seyirci önünde konser vererek Beethoven’ın ünlü “Furelise”sini yorumladı.

Bu tutku, bu çıkarsız, koşulsuz müzik sevgisi, bu karşılıksız adanış ve sahiplenme işte böyle başlamıştı aslında.

Leyla Pekin okul korolarında, European Choir, Saint Esprit Katedral, Yeşuna Arayı Oda Korosu gibi, İstanbul’un tanınmış korolarında, korist ve solist olarak konserlere katıldı. Coloratura soprano olmasının yanı sıra mezzo ses tonuna da sahipti.

Barok da yorumladı sahnede Handel, Bach, Mozart da. Reklam cıngılı, türkü, şarkı, aryalar da. Rast, hicaz, mahur, hüzzamlar kanatlı sesinde.

Dört buçuk oktavlık ses kapasitesiyle Napoliten’lerden, Lied ve Aria Antique’lere, Klasik Aria’lara yelken açtı, on altı dilde şarkılar söyledi.

Kiliselerde, vaftiz, Noel, düğün törenlerinde, “İnsan ruhuna en yakın form” dediği ilahiler seslendirdi Leyla Pekin.

Qiuseppe Queris, Qiuseppe Qandolfo, Elizabetta Di Stefano, Bilge Görgan, Remziye Alper, Dinara Birnazarova, Özcan Sönmez, Rayna Popova, Prof.Dr.Lale Feridunoğlu, Remziye Alper’den dersler aldı .Kendi ifadesiyle, bütün o yıllar boyunca, hep öğrenci olarak kaldı. Yurt içi ve yurt dışında üç yüzden fazla konser verdi. Her konserinin sonunda dakikalarca ayakta alkışlandı.

Sanatı çok sevdi. Belki her şeyden çok. “Sanat için sanat, ” dedi her defasında. Tek bir amacı vardı Türkiye’de opera ve çok sesli müziği, dünya müziklerini tanıtıp sevdirmek, yurt dışında Türk sanatı ve sanatçısını temsil etmek. Kısmen başardı bunu. Çok engellerle karşılaştı, aldırmadı, mücadelesinden vazgeçmedi. Ve bütün o yıllar boyunca zamana göğüs germiş, meydan okumuş şarkılarla Galata Mevlevihanesi, Üç Horan Kilisesi, St.Mitchel Fransız Lisesi, St.Antuan Kilisesi, Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, Santa Maria Draperis Kilisesi, San. Pasifico Kilisesi’nden Ani Harabeleri, Nemrut Dağı’nda dinleyicileriyle buluştu.

Nemrut’ta gündoğumu ve gün batımında konserlerimiz oldu. Düşünün, iki yüz elli Japon turist ve yerel izleyiciyle o konserde bütünleşmiştik…”

Barcelona Müzik Festivali’nde, çok sesli bir yorumla sunduğumuz. Düzenlemesi bana ait olan Nihavent Longa, çok beğenilmişti.”

Mardin’de dört bin kişiyle hem türküler söyledik hem de Bella Ciao’yu…”

Bir yaz boyunca, hiç unutmam, Azeri lehçesi için çalıştım. Konser sonrası ‘Ne güzel konuşuyor ‘ demişler benim için.

O konserde hayatımda hiç almadığım kadar çok çiçek aldım, diyebilirim.”

“O kadar duygu fakiri, sabun köpüğü şarkılar var ki bunlar müzik zevkini aşağıya çekiyor sürekli…”

Böbrek kumu dökerken de sahnede olduğum anlar oldu.”

“Kadıköy Belediyesi Dünya Müzikleri Korosu’nun şefiyim. 2009 yılında gerçekleştirilen Uluslararası Koro Günleri’ne koromla katılmıştım…”

Bir yorumcu kendi sesini beğendiği an, bitmiştir. Çünkü aslolan o sesin karşıya nasıl ulaştığı, nasıl hissedilip duyulduğu, anlaşıldığıdır.”

Buğulu bir pencere camına NOTA yazar veya SOL ANAHTARI çizerdim. Her şey sol anahtarında başlar çünkü…”

Leyla Pekin’i dinlerken dudaklarından dökülen her kelimeyi içimde hissettim. Öyle güzel anlatıyordu ki…

Elbette kırıldığı, üzüldüğü zamanlar da oldu Leyla Pekin’in. İnsanların güzel duygulara, sanata olan aldırışsız tavrını anlamakta zorlandı mesela.

Peki pişmanlık duydu mu, hiç? Hayır, asla! 

O gerçek bir sanatçıydı, ilkeleri, yeteneği ve duygularıyla. Hiçbir şey onu doğrularından uzaklaştıramaz, hiçbir güç müziğin önünde duramazdı. Hayatı sanata katık etmişti çünkü. Duygudan duyguya, yürekten beyne bir kültür elçisi, gerçek bir sanat havarisiydi o. Hep de öyle kaldı.

Ve şu an durduğu noktada şimdi, geçmiş ve gelecek vardı. Sadece sesler, notalar, besteler, güfteler, daha ne olsun!