Lyubov Andreyevna Ranyevskaya bir an yüzümü elleri arasına aldı ve gözlerimin ta içine baktı. Stella Kowalski yanağına süzülen bir damla yaşı usulca siliverdi o an.
Gece gittikçe koyulaşıyordu. Pencere camlarında sırılsıklam, soğuk bir yağmur.
Atiye saçını eliyle arkaya attı. Kirpiklerinin altından süzdü Nesrin’i.
Bedia Hanım nicedir emindi artık, kendisini “Hisse-i Şayia” ile gömecekti bu Darülbedayi.
Nesrin gülümsedi.
Celika içini çekti öfkeyle.
Şu an, geçmiş ve gelecek birbirine karışmış gibiydi yine.
İtiraf etmeliyim ki, Hümay Güldağ ile konuşurken bütün o oyunlar, replikler arasındaydım. Suretler, hayaller, gölgeler, program dergileri, fotoğraflar… Benden arta kalanlar diyelim, hatırladıklarım. Üzerimde “Vişne Bahçesi”, “Hayal- Temsil”den yadigar o metruk, bir o kadar da hunhar, başıboş hüzünler, duygu girdapları….
Bir sessizlik oldu, biraz fazla süren. Quanter’da o daracık caddede bir aşağı giden tramvayın adı takıldı aklıma. Sahi neydi? İhtiras Tramvayı’ydı, doğru.
Birden Nina İrina’yı fark ettim. Gözlerinden yıldızlar akıyordu sanki. Her şeyle başlayıp hiçbir şeyle biten yalnızlığıyla karşımdaydı, işte. Elimi uzatsam dokunabilecek kadar…
Bir başka düş sahnelemesi… Bir başka röportaj… Bir başka hayat…
Yavuz Pak ile bin yıllardan süzülüp gelen seslere kulak vermeye devam ediyoruz.
Boyut tanımayan tiyatro tutkusu, sahnelenen esere, yorumladığı karaktere her defasında kattığı artı değer, rolüyle kaynaşması, bazen tek bir sözcüğe sığdırdığı ciltler, alkışlarla kesilen sahne araları, es’ler… Hangi karakteri yaşar kılarsa kılsın, tadına erişilmez resitaller sergileyişi. Çoğu zaman sıra dışı bir virtüöz, yarattığı emsalsiz sahne illüzyonu…
Kısaca, kimselere pek benzemeyen, kelimenin tam anlamıyla şahsına münhasır, izleyiciye değişik okumalar sunan, kalite skalası yüksek bir aktristtir Hümay Güldağ. Oyuncululuk tekniğindeki farklı katmanları ustaca sergiler. Dahası, kuşağının birkaç “çok özel” oyuncusundan biridir.
Boyut tanımayan tiyatro tutkusu, demiştim az önce. O tutku uğruna dorukta yaşanan uçsuz bucaksız heyecanlar, endişeler, korkular… Uçurumda mücadeleler. Her rolde kendini tümüyle sıfırlayışı. Hayır, hırsları olmadı hiç. Ağır ağır ilerlemeyi seçti. Yılmadı. Engellere takılmadı.
“Oyunculuk keşfe dayalı bir yolculuk aslında. Teknik bilgi, doğru beden dili kullanımı kadar yaşam deneyimi de çok mühim. Kendi fırtınalarınla baş edebilmek, her rolle yeniden doğmak, en başa dönebilmek hatta. İçindeki duyguları ortaya çıkartmak. Canlandırdığın karakterle büyümek, farklı yaşamlara dokunmak, bu sözünü ettiğim….”
Hayatla, rolün kesiştiği duyarlıkları, dünyaları izleyiciye yansıtan, şaşırtıcı, çetin bir oyuncu olarak başarıları yıllar yılı ayakta alkışlandı. Ustalığının altı çizildi hep.
5 Ocak 2013 tarihli köşe yazısında, Hıncal Uluç, “akıllara seza” Hümay Güldağ’dan şöyle bahsetmiş :
“Ama bakın açık söyleyeyim. Bu defa Çehov değil, Hümay izledim. Hümay Güldağ, İş Sanat’ın şiir gecelerinde hayranlığım vardı zaten. Ama bu Hümay, akıllara seza. Yani elinde kalan son malı, bütün ömrünü, yedi sülalesinin bütün ömrünü geçirdiği Vişne Bahçeli çiftliği haraç mezat satılan son Rus Hanımefendisi Ranyevskaya’yı bir oynadı, bir oynadı, inanılmaz. Ona bakmaktan, oyuna pek bakamadığımı itiraf ederim. Çünkü anlık mimiklerini bile kaçırmak istemedim. Mesela, çiftliği açık arttırmada satın alan eski uşağı, yeni zengin köylüsü Lopahin’in onu öptüğü sürpriz sahne bir oyunculuk doruğuydu. Yani inanın sırf o sahneyi tekrar izlemek için gitmeye değer. Ki öyle kaç sahne oynadı Hümay..”
Tiyatro tutkusu nerede, nasıl başlamıştı?
“Annem çok iyi bir tiyatro izleyicisiydi. Hemen hiçbir oyunu kaçırmazdı, diyebilirim. Belli bir yaşa geldiğimde, beni de götürmeye başladı yanında. İlk izlediğim oyun, Kenter Tiyatrosu’nda, adını şu an hatırlayamıyorum. Büyülenmiş gibiydim adeta. Perde alkışlarla kapandığında, ağlamaya başladım. Orada, o sahnede olmalıydım. Zaman durmalıydı…”
Beşiktaş Kız Lisesi, sonrasında Etiler Lisesi’nde okurken ‘küçük skeç’ler yazar Hümay Güldağ. Haldun Taner’in kitaplarıyla çoktan tanışmıştır zaten.
Okulun beden eğitimi salonunu temizler, düzenler arkadaşlarıyla beraber, kaleme aldığı oyunları yönetir. Okulun tiyatro kolunda görev alır. Hatta, “Rumuz Goncagül”, “Cengiz Han’ın Bisikleti”nde oynar.
Varsa yoksa tiyatrodur, anlayacağınız. Sadece ve her zaman tiyatro.
Ve bir kırılma yaşar günün birinde.
Türkçe öğretmeni, Sarıyer Liselerarası Tiyatro Şenliği için hazırlanan piyese son anda Hümay Güldağ’ın rolü için bir başka öğrenciyi daha hazırlar ve oyuna onu çıkartır.
Kararı karardır. Ailesinin itirazlarına kulak asmayacaktır.
Dedim ya, tiyatrocu olacaktır. Yolunu çizmiştir.
Lise son sınıftayken, okul müdürüne, yazıp yöneteceği oyunla okulu Sarıyer’de gerçekleştirilecek olan yarışmada temsil etmek istediğini söyler. Ve ikna da eder. Ardından oyuncu seçmeleri yapar, kadrosunu kurar ve provalara başlar.
Tam da o günlerde, Memduh Ün, Fatma Girik ve Tamer Yiğit’in başrollerini paylaştığı “Gönül Dostları ” adlı televizyon dizisinin dış çekimlerini Etiler Lisesi’nde gerçekleştirmektedir.
Hümay Güldağ, bizzat Memduh Ün’den gelen, dizide yer alma önerisine, hiç düşünmeden “Hayır” der.
“Tecrübem yok, kamera önü şimdilik bana göre değil. Öncelikle konservatuara gidip bu işin eğitimini alacağım. Belki sonra, çok çok sonra.”
Vaktiyle, defalarca vazgeçen, sürekli karar değiştiren Filiz Akın’ı, sinema konusunda ta Ankaralara giderek, zorlukla ikna eden Memduh Ün’ün asistanı okul müdürünün gözleri önünde, Hümay Güldağ’dan “kesin” red cevabı alır.
Sahi, Hümay Güldağ okulu temsil ettikleri oyunla ilk ödülünü kazanır.
Şimdi daha çok direnme, mücadele zamanıdır.
Konservatuvar sınavları için gizli saklı hazırlanmaya başlar. Üniversite hazırlık kurslarında en arka sıraya geçip Tiyatro Tarihi kitabının sayfalarına gömülür. Ve bu arada, Ayhan Kavas’tan yine ailesinin haberi olmadan ders almaya başlar. Geceleri, yorganı başına çekip el fenerinin cılız ışığı altında çalışır da çalışır.
Ama bir sabah…
Annesi geç kalmadan kalkması için yanına geldiğinde, uyku sersemliğiyle, bir türlü tam olarak gerçek duygusunu çıkaramadığı o replikle, açmasın mı gözünü:
“Maryus, sen benim kardeşim değilsin, olamazsın! “
Annesi şaşkınlıkla, sorar;
“Yoksa sen konservatuvar sınavlarına mı, hazırlanıyorsun? “
Başıyla, “Evet” der.
“Yolum belliydi. Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Düşünsenize, daha neredeyse çocuk yaşta, sahnede izleyip hayran kaldığım Müşfik Kenter hocam ve ustam olmuştu. Tiyatro disiplinini ondan öğrendim. Turneye çıktıklarında, ne yapar eder sabaha karşı uçağa binip tam vaktinde prova ya da sınıfta olurdu.”
“Gün oldu, tamam tiyatroyu seviyorum. Ama gerçekten yetenekli miyim, diye sorar oldum kendime. Ya hakkıyla yapamazsam bu işi? Ya, en korktuğum şey olursa, tekrara düşersem, heyecanımı yitirirsem, aynı yerde kalırsam? Kendimi aşamazsam?”
“Bu öyle bir meslekti ki, zirveye tırmandığını zannederken tepeteklak oluvermek an meselesiydi. Sonu gelmeyecek bir öğrenme süreci vardı önümde.”
“Müşfik Hoca’nın yanı sıra, Cihan Ünal, Haluk Kurtoğlu, Zekai Müftüoğku, Zeliha Berksoy, Oğuz Aral, Mahir Günşiray’dan da dersler aldım. Aklımda hep Devlet Tiyatrosu oyuncusu olmak vardı. Mezuniyet sonrası tek hedefim Devlet Tiyatrosu’nun açacağı imtihana girmekti.”
Ama, hani derler ya, kader ağlarını örermiş…
Hümay Güldağ, TRT’nin “Hanımlar Sizin İçin” adlı televizyon programının bir bölümünde Hülya Koçyiğit’in kızını oynar. Sırada, Ali Poyrazoğlu ile “Kim Bunlar?” ve “Mevlâna ile Şems” dizileri vardır.
Hüseyin Köroğlu, Ali Taygun’un yöneteceği “Theope” den sözeder bir set arasında. Israrlıdır, bu proje için, ne yapıp edip Hümay Güldağ’ı mutlaka Ali Taygun ile tanıştıracaktır.
Ali Taygun’un ilk izlenimi, henüz son sınıf öğrencisi olan, bu genç kızın iyi bir oyuncu olarak gelecek vaad ettiğidir.
Ve Hümay Güldağ, 1990 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda göreve başlar.
“Theope”,”M. Butterfly”, “İkinci Nöbetçinin Sıkıntıları”, “Gizli Oturum” , “Lüküs Hayat “ (Almanya turnesiyle katıldığı oyunda Sarı Şeker’den, Nesrin’e terfi etmiş ve dile kolay tam on bir yıl, ablası Şadiye Hanımefendi her ne kadar ‘gayrı kabil’ bulsa da Veysi’yi sevmeye devam etmişti.), “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım”, “Bir Gece Bekçisi Daha”, “Eşik”, “Macbeth”, “Herkes Aynı Bahçede”, “İhtiras Tramvayı”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, “Bayazıt”, “Çıkmaz Sokak,”,”Vişne Bahçesi”,”Hayal-i Temsil,””Büyük Miras”, “Zirvedeki Kadınlar “, “Oteller Kenti”, “Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni”…
Bütün o replikler, tiradlar, şiirler, şarkılar…
Sanatsal yaratmanın / varoluşun o gelgitli, çalkantılı, zorlu yaşamı. Ödüller. Televizyon dizileri. Seslendirme çalışmaları. Turneler. Yeni projeler. Her defasında alnını aklayan başarılar.
Pınar Çekirge- Yavuz Pak: İBB Şehir Tiyatroları’na 1990 yılında giriyorsunuz ve bu dönem aynı zamanda tiyatronun geleneksel yapısında bir değişimin gözlemlendiği, usta-çırak ilişkisinin sönümlenmeye başladığı bir dönem. Konservatuvar mezunu neslin hakimiyetini hissettirmeye başladığı bir sürecin ilk temsilcilerindensiniz. O günlerden bu yana konservatuvar eğitimi ve konservatif oyunculuk pek çok çevrede eleştiriliyor. Sizce Türkiye’de konservatuvar eğitimi ne durumda? Konservatif bir eğitim sisteminin oyunculuklar üzerinden tiyatromuza etkileri neler olmuştur? Bir değerlendirmesini yapmak mümkün müdür?
Hümay Güldağ: Elbette tiyatro eğitim kurumlarının da çağa ayak uydurması, dünyayı takip etmesi gerekiyor. Bunu reddetmek hem kuruları hem de tiyatrocuları belli kalıpların içine sıkıştırmak olur. O dönem konservatuvarlar biraz içine kapalı ve değişime pek açık olmayan bir yapıydı. Çok önemli bir temel atılıyordu ama bu temel üzerine bir şeyler koymak ve kendini geliştirmek gibi konularda teşvik edici değildi. Örneğin, klasikleri aşıp bir absürt oyuna yönelmek söz konusu değildi. Dolayısıyla belli kalıplara hapsolmuş bir eğitim sisteminden söz edilebilir o dönem için. İdeal olan, konservatuarların zamanı yakalaması, güncel ve evrensel olanla canlı bağlı kurarak yenilikçi ve değişime açık bir yapı kurmalarıdır. Tabii, artık benim akranlarımın eğitim sürecine katıldıkları bir dönemdeyiz ve eminim artık eskisi kadar kapalı ve tutucu değildir bu yapılar.
Pınar Çekirge- Yavuz Pak: Özellikle İstanbul’da tiyatro hayatına giderek daha çok damga vuran alternatif tiyatrolarla ilgili görüşleriniz nelerdir? Özellikle son iki sezondur bu alanda yaşanan patlamanın nedenleri nedir sizce? Tiyatromuzun geleceği açısından baktığınızda bu yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hümay Güldağ: Alternatif tiyatrolar bir ihtiyaçtan doğdu diyebilirim. İnsanların düşüncelerini, duygularını farklı biçimlerde ve kısıtlama olmaksızın, özgürce söyleyebilme ihtiyacından doğdu bu tiyatrolar ve hızla serpildiler, geliştiler. Aralarında muhteşem oyunlar yapan ekipler, çok iyi rejiler ve oyuncular var. Fedakarca çalışıyor bu insanlar ve kendilerini tiyatro yaptıkları bodrum katlarında özgür hissediyorlar. Maddi yaşam koşullarının tüm zorluklarına rağmen inandıkları şeyleri aktarabilmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Bunu çok değerli buluyorum. Zor koşullar yaratıcılığı pekiştirir genellikle. İdealist bir çaba var alternatif tiyatrolarda ve tüm olumsuzluklara rağmen içerik ve biçim olarak da tiyatromuza önemli katkılar sunan ekipler, oyunlar var.
Pınar Çekirge- Yavuz Pak: Sanatta ve tiyatroda sansür ve otosansür hakkında düşünceleriniz nedir? Sansüre uğradığınız ya da otosansür uygulamak durumunda kaldığınız oyun ya da oyunlar oldu mu?
Hümay Güldağ: Şu ana kadar olmadı çok şükür. Bence otosansür sansürden çok daha vehim ve korkunç bir olgu. Otosansür bir sanatçının yaratıcılığını sadece sekteye uğratmaz, darmadağın eder, yok eder adeta. Sanatçı imha eder otosansür. Sansür korkusu ve bunun içselleştirilmesi önünü açıyor belki de otosansürün ama sanatçı etiğiyle bağdaştırılamaz bir olgu. Ben hiç otosansür yaşamadım, zaten benim yapabileceğim bir şey değil.
Pınar Çekirge- Yavuz Pak: Rejisörlüğe nasıl adım attınız? Sizce rejisörlük yapmak için belli kriterler var mıdır?
Hümay Güldağ: Rejisörlük benim tiyatro tutkumdan çıktı. Bence rejisörlük belli bir algı, yaratıcılık, tiyatroyu bütün boyutlarıyla kavrayabilme yeteneği ve birikimi gerektiriyor. Şehir Tiyatroları’nda 29. yılım ve ben tiyatroda hep pratik hem teorik olarak uzun yıllardır kendimi geliştirmek için çok çabaladım. Oyunculuk deneyimimle birlikte tiyatronun her boyutuna vakıf olmak için gözlemleri araştırmalar, okumalar yaptım. Rejisörlüğün yaratıcı boyutu beni çok heyecanlandırıyor. Kafamdaki düşünceleri, hayalleri gerçekliğe dönüştürme imkanı sunuyor bana reji yapmak. Ben bir rejisörüm gibi bir iddam yok. Ben kendimi geliştirmeyi ve hayata müdahil olmayı seviyorum. Reji hem oyunculuğumu hem tiyatroya bakışımı etkiliyor hem de ufkumu genişletiyor bu yaratıcılık süreci.
Pınar Çekirge- Yavuz Pak: Şiirle yakından ilgilisiniz ve çok güzel şiir okuyorsunuz. Şiir sevdanız nasıl doğdu ve şiir sizin hayatınızda nerede?
Hümay Güldağ: Ben bir şiir okuyucusuyum. Gençliğimden beri şiire karşı büyük bir ilgim var ve şiiri çok seviyorum. Kendi küçük karalamalarım dışında şiir seslendirmek hayatımın en güzel parçalarından biri oldu. Toplumumuzda şiir okuyanlar sayısı az. Ama güzel okunan bir şiiri dinlemenin tadı bir başkadır. Bu aynı zamanda şiire karşı olan algıyı da değiştiriyor. Ben uzun yıllardır kendi adıma böyle bir misyon edindim. Bulunduğum her ortamda şiir okumayı severim. Profesyonel olarak da şiir okumalarım var. On yıl kadar Yerebatan Sarnıcı’nda Kültür A.Ş.’nin düzenlediği bir programda dünya ve Türkiye şairlerinden şiirler okudum. Rahmetli Kerem Yılmazer ile başladığımız bu etkinlikte çok güzel şiir seçkileri yaptık yıllar boyunca. Sonra Hüseyin Köroğlu, Metin Belgin katıldılar ve her ayın son cumartesi günü oradaydık. Kitap fuarlarında şiir seslendirmeleri yaptım. Ardından Vedat Sakman, Hakan Gerçek gibi isimlerle ile birlikte şiir dinletileri düzenledik. Bu yıl Cihangir Sanat Atölyesi’nde Vedat Sakman ile birlikte aşk şiirleri ve şarkıları üzerine bir program yapıyoruz. Birkaç yıl önce benzer bir programı Galata Perform’da yapıştık. Bunların yanında, İş Sanat’ta on yıldır devam eden bir şiir okuma serüvenim var. Ben tam bir Edip Cansever hayranıyım. Vaktiyle Cansever’in Oteller Kenti kitabı üzerinden bir proje gerçekleştirdim ve onu yeniden yapmayı arzuluyorum. Nazım Hikmet, Cemal Süreya çok kıymetlidir benim için. Şiir çok değerli ve hayatlarımızdan şiirin hiçbir zaman eksik olmamasını diliyorum. Şiir sevmeyen bir insanın vizyonunun eksik olduğunu düşünüyorum ben.
S.Moissej Kagan, “Sanatçı, hayata daha derinden, daha güçlü, daha duyarlı, daha şiirsel, olarak dokunabilen ve yaşamın içinde henüz biçimlenmemiş şeyleri imgesel olarak cisimleştirebilme gücüne sahip bir varlıktır,” der. Hümay Güldağ gibi hem kendisini hem toplumu hem de hayatı sorgulayan ve bütün bu unsurları değiştirip dönüştürme çabasındaki sanatçılar, estetik olandaki özü, bilgi ve birikimleriyle harmanlayarak yaşama müdahil olurlar. İşte bu yüzden, Güldağ, kendisini sanatına adamış, tiyatromuzun gelişimi için sadece pratik olarak değil, teorik olarak da büyük bir çaba harcayan bir sanatçı olarak önemli bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği bugünlerde, tiyatromuza büyük katkılar sunan “gerçek bir sanatçı.”