16 Nisan 1971’de Ankara’da doğan Hakan Akdoğan, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi, Anadolu Üniversitesinde Medya ve İletişim bölümlerini tamamlamış, Uludağ Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe ortak programında eğitimini sürdürmüştür.
Çeşitli dergilerde yazılar yazan Akdoğan, radyo programcılığı da yapmıştır.
2004’ten bu yana Bursa’da Yaratıcı Yazarlık Atölyesi yürütmektedir. Bu zamana kadar bini aşkın öğrencisi olmuştur.
Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan Nü Peride’den sonra, Gölge Yaşatan, İlişmek, Struma-Karanlıkta Bir Ninni adlı romanları yayınlanmıştır. Son romanı 2014’te Aylak Adam Yayınlarınca basılan Varlık ve Piçlik olmuştur. Yazarın aynı zamanda Fernando Pessoa aforizmalarını içeren Hiçbir Şey İstememenin Mutluluğu; yine Marquis de Sade aforizmalarından derleme En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan adlı çeviri kitapları da Aylak Adam Yayınları tarafından basılmıştır. Aynı zaman Hakan Akdoğan, Aylak Adam Yayınları ve Zeplin Kitap Türkçe Yayınlar editörüdür.
Yeni roman müjdesi veren yazarımıza, yazım sürecinde kolaylıklar diliyor ve bize zaman ayırdığı için kendisine teşekkür ediyoruz.
Yazma eğiliminizi fark etmenizle, profesyonel hale gelme sürecinize kadar yaşadıklarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de profesyonel yazarlık diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Çünkü profesyonellik, sadece o işi yaparak sadece o işten kazandıklarıyla yaşayabiliyor olmaktır. Türkiye’de nitelikli yazarların hemen hemen hepsi sadece yazarak yaşayamamaktadırlar. O nedenle Türkiye’de şöyle bir tanım yapabiliriz: Yazdıklarından para kazanırsın ama sadece onunla yaşayamazsın. Bu da yarı profesyonellik bence. Üniversiteyi bitirdikten sonra para kazanmaya başlamıştım yazdıklarımdan ama tabii ki yeterli değildi. Yazma eğilimimi fark etmem ortaokul dönemiydi. Ortaokulda kendimce şiirler yazıyordum. Bunlar giderek kurgusal metinlere dönüşmeye başladı. Sonrasında, üniversitede Nü Peride adlı bir roman yazdım ve Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandım. Ancak ondan önce Mermerden Ev adlı iki uzun öyküden oluşan bir girişimim olmuştu. Yani 21 yaşındayken basılı bir metnim olmuştu elimde.
Yazarlık öğrenilebilir mi?
Yazarlığın öğrenilebilir ve kendi kendine geliştirilmesi gereken tarafları vardır. Yazarlığın doğuştan gelen taraflarıysa yoktur. Hiç kimse 12-13 yaşında, ben yazar olacağım, demez. Duydunuz mu hiç? Başkaları der, yazar olursun diye. Neden? Çünkü yazarlık meslek olarak kabul edilmez. İlk sorunun cevabında olduğu gibi tamamıyla profesyonel olarak sadece o işle yaşayamazsın. O yüzden yan uğraş olarak yaparsın. Yazarlığın öğrenilebilir tarafları diğer doğuştan gelen yetenekler diyebileceğimiz taraflarından çok daha fazladır. Her insan bir şekilde sözle kendini ifade eder ve bunu yazıya döker. Ama kurgusal bir metin oluşturabilmek için bazı malzemeler gereklidir. Bu malzemeler de anlatım teknikleri, anlatı ögeleri gibi şeylerdir. Bunları öğrendikten ve üzerinde uzun uzun çalıştıktan sonra bir biçimde yazar olabilirsiniz.
Bursa’da Yaratıcı Yazı Atölyeleri yürütüyorsunuz. Bu atölyeler nasıl geçiyor, ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
2004’ten bu yana Bursa’da Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri yürütüyorum. 12 senedir binin üzerinde öğrencim oldu. Bunlar, 12 ile 80 yaş aralığında katılımcılardı. Değişen sosyolojik durumlar, iş hayatı, meslekler, kişiler, her alandan, her türlü insanla çeşitli çalışmalar yaptım. İnsanların ortak paydası şuydu bu atölyelerde: Burada hayatın yüklerinden kurtuluyoruz. Farklı bir alana giriş yapıyoruz, farklı şeyler yaşıyor, farklı düşünüyoruz. Öyle baktığımızda da aslında işin sadece yazmak ve edebiyat olmadığı ortaya çıkıyor. Kaldı ki sanat, sadece sanat değildir. Sanat, insanın hayatına etki eden bir şeydir. Bunun için de benim atölyelerimdeki kişiler hem benimle olan hem de birbirleriyle olan etkileşimlerinde farklı tecrübeler yaşayarak hayatlarındaki farkındalık seviyelerini arttırmaktadırlar. Diğer yandan bakarsak öğrencilerimden birçoğu, birçok dergide, gazetede yazılar yazmakta, ulusal çapta romanlar yayınlamakta, birçok internet sitesinde de yazılarını sürdürmekteler. Salt edebi açıdan bakarsak da oldukça tatmin edici bir iş yaptığımı söyleyebilirim.
Neden yazıyorsunuz, neden yazıyoruz?
Kendimi tanımak için yazıyorum, kendinizi tanımak için yazıyorsunuz. Kendinizi tanıdıktan sonra, kendinizde tanıdıklarınızı başkalarına anlatmak için yazıyorsunuz. Başkalarının da kendilerinde, sizin kendinizde bulduğunuzdan bir şeyler bulmalarını umuyorsunuz. Böylece yazı yoluyla, yaşam üzerinde ortak bir farkındalık alanında buluşmayı umuyoruz. Yazmanın amacı budur.
İnsanlar yaşamak istediklerini mi yazar yoksa yaşadıklarını mı yazar? Ya da sizin yazdıklarınız yaşamak istedikleriniz midir yoksa yaşadıklarınız mı?
Ben yıllar önce bir trafik kazası geçirmiştim. Ölümcül bir kazaydı. O kazada yaşadıklarım, yıllar sonra bir kitaba konu oldu. Ölmedim ama kitabımdaki kişi ölmüş de olabilirdi. Ya da kitabımdaki kaza geçiren kişi farklı birisiydi. Kaza geçirdiği araba farklı bir arabaydı. Kaza farklı bir yerde geçti. Kaza farklı bir biçimde gelişti. Ama burada önemli olan o kaza deneyimiydi. Onun için her ikisini de söyleyebiliriz. Önce deneyim, sonra yazmak. Önce yazmak, sonra deneyim. Çünkü ben kaza geçirmeden önce kazayla ilgili bir öykü yazmıştım. Evet, o kazaya benzemeyen tarafları vardı. Fakat o deneyimi bir biçimde yazı yoluyla yaşamıştım. Bunu tecrübe edebileceğim birçok film izlemiş, birçok insanın tecrübesini okumuştum. Yani her iki anlamda da yazmak söz konusu olabilir.
İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunmaz, diyoruz. Peki, sadece iyi bir okur olmak yeterli midir iyi bir yazar olmak için?
Okumadan yazamazsınız ama yazmadan okuyabilirsiniz. Onun için yazmanın öncelikli kuralı, okumaktır. Okumadan taşamazsınız. Taşmanız gerekir. Taşmanız için de sizden önce taşan insanların taştığı metinleri okuyup sizin kendinizi doldurup tecrübelerinizle birleştirerek sizin de taşmanız gerekir. Yazmak böyle bir şeydir. Tabii bunun için nasıl taştığınız da önemlidir. İyi bir okur ve sıradan bir okur arasındaki fark, yaratıcılıktır. Yaratıcı okurluk dediğimiz şey, okuyan kişinin metnin yatayındakinden öte, dikeyindeki anlamları bulabilmesi ve derinlere inebilmesidir. Zira öyle metinlerdeki dikey anlamlara ulaşan okurların yazdıklarında da yatayın ardında yatan dikey anlamları çok iyi oluşturabileceklerini söyleyebilirim.
Başucu kitaplarınız nelerdir?
Ernesto Sabato, Tünel
Sadık Hidayet, Kör Baykuş
John Cheever, Yüzücü
Necati Tosuner’in tüm kitapları
Umberto Eco’nun tüm kitapları
Ian Mc Ewan, Cumartesi
Iain Banks, Eşekarısı Fabrikası
Atiq Rahimi, Sabır Taşı
Etgar Keret, Buzdolabının Üstündeki Kız ve Nimrod Çıldırışları
Julio Cortazar, Seksek
Hermann Hesse, Bozkırkurdu
Roman kahramanlarınız?
Elbette Raskolnikov (Suç ve Ceza) ve Juan Pablo Castel (Tünel)
Yaratıcı yazı için yaratıcı bakış gereklidir, diyebilir miyiz?
Şöyle diyebiliriz, yaratıcı bakış aslında nitelikli insan olmanın anahtarıdır. Nitelikli insan nedir? Farkında olan insandır bence. Farkındalık için de sanat gereklidir. Derin sanatı anlayabilmek için de yaratıcı bakış gereklidir. Bu aslında iç içe geçmiş bir alan. Yaratıcı bakış dediğimiz şeyin aslında ne olduğunu kavramamız gerek öncelikle. Olan bitenin ardındakini görebilmek, diyebiliriz. Bunu hem siyaset hem sosyoloji hem felsefe, edebiyat, müzik, sanatın bütün alanları için söyleyebiliriz. Ve yaratıcı bakış, insanoğlunun çağlar boyunca bugünlere taşımış, geliştirmiş, anlamasını sağlamış en önemli özelliğidir. Biz metaforlarla yaşıyoruz. Aslında yaratıcı bakışın temeli, metaforlar üretebilmek, metaforları anlayabilmektir. Bu metaforlar için hem yazabilmek hem anlayabilmek için de yaratıcı bakış gereklidir.
Sizce, bir metni “edebi metin” kılan unsurlar nelerdir?
Bir metni edebi yapan şeyler aslında metnin anlatı ögelerinin özgün ve işlevsel, anlatım tekniklerinin de yerinde kullanımı demektir bana göre. Özellikle modern anlatım tekniklerinin metnin içinde gerekli yerlere yedirilebilmiş olması ve günümüz insanını anlatmak ve anlamak için çok önemlidir. Çünkü günümüz insanı kendine daha dönüktür. Kendi içinde daha çok şey yaşamaktadır. Bunları aktarabilmek ve en doğru, en gerçekçi yoldan verebilmek için de bazı modern anlatım tekniklerini çok iyi kavrayıp çok iyi kullanmak gerekmektedir. Bunların dışında da tabii ki yazarın, okurun metni okurken içinde bulanacağı durumu göz önünde tutup onun için hazırladıkları çok önemlidir. Oyunlu, ikircikli, bilmeceli metinlerden bahsetmiyorum sadece. Çünkü modern ve bilimsel gelişmelerin olduğu bir dönemdeyiz ve bu dönemde nörodilbilimsel çalışmaların, insanların okuma esnasında nelerden haz aldıkları ortada. Bence günümüz yazarlarının artık bunları çok iyi kavramış olması lazım. Bunlar da edebi olmanın bir ölçütü olmaya başladı.
Borges’in dediği gibi, bu zamana kadar her şeyin anlatıldığına, anlatılacak farklı bir şeyin kalmadığına; farklılığı, anlatım biçimlerinin belirleyeceğine siz de katılıyorsunuz. Bu da yaratımda özgün olmayı gerektiren bir durum. Bu yetiyi kazanabilme sürecini nasıl tanımlarsınız?
Tabii ki katılıyorum. Burada önemli olan şey, farklı bir tını yani üslup. Kişilerin kendi üsluplarını oluşturabilmeleri, kendine özgü olabilmeleri, ona, buna, şuna, ötekine, berikine benzemeye çalışmadan, sadece kendi kalabilmeleri bence bugün farklı yazabilmenin en önemli kriteri diyebiliriz. Bu yetiyi kazanabilmek için de yaratıcı okuma çok önemli. Çünkü bu yetiyi kazanabilmiş binlerce yazar var ve bu binlerce yazardan en azından yüzlercesini okuyup onların içinden süzülerek, kendinize ait bir alan kurabilmeniz, sizin için yeterli bir özgünlük nedeni olabilecektir.
Öykü ve roman yarışmalarına katılıp ödül almanın edebiyat dünyasındaki önemi nedir?
Bu soruyu iki şekilde cevaplamak lazım. Önemi, dikkat çekiyorsunuz ve yayınevleri sizi değerlendirme açısından ön sıralara alıyor. Hatta kitabınızı direk basıyorlar. Sonuçta binlerce kişi arasından, ciddi bir jürinin elemesinden geçmiş oluyorsunuz. Böyle bir avantajı var ama dezavantajı da şu, ödül aldıktan sonra size konulan etiket nedeniyle ondan sonraki eserleriniz, ödül aldığınız eseri aşmak durumda kalıyor. Bunun yarattığı baskı, gerçekten yeni yazdığınız eserde bazı sıkıntılara neden oluyor. Kötü olan iki şey var; Birincisi, ya yazdığınız ilk romana/öykü derlemesine ödül verilmesi ya da yerden yere vurulması. Bu iki durum da yazmayı bırakmaya neden olabilir. Onun için de kişilerin ödül kazanıyorsa çok büyütmemesi, yerden yere vuruluyorsa da bunu abartmaması, çok önemsememesi gerektiğini düşünüyorum.
Yayınlanan ilk romanıyla ödül almış bir yazar olarak (Yunus Nadi Roman Ödülü) bunu avantaj mı dezavantaj olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Benim için büyük bir dezavantaj oldu. Artık ikinci romanımı yayınlatmıyorum, yayınlatmayacağım da.
Yeni kitabınızla ilgili tüyo verebilir misiz?
Yazıyorum. Sıradanlığın aslında farkına varıldığı takdirde ne çok şey barındırabildiğini anlatmaya çalışıyorum.
1988 Bursa doğumlu. Erciyes Üniversitesi Kore Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandıktan sonra bir dönem Güney Kore Hallym Üniversitesinde burslu okudu. Mezun olduktan sonra eğitim, satış, halkla ilişkiler gibi farklı alanlarda çalıştı. Yeni Nesil Gazetecilik Eğitimi’ni başarıyla tamamladıktan sonra medya sektörüne de adım atmış oldu. Bir yandan Yaratıcı Yazarlık ve Derin Okuma Atölyeleri’ne devam ederken diğer yandan TV program sunuculuğu yaptı. İlk öykü kitabı Çağıran Uzaklar 2014 yılında Potkal Kitap tarafından basıldı. 2016 yılında “Pelikül Düşler” adlı ilk resim sergisini gerçekleştirdi. Şimdi yazmaya ve çizmeye devam ediyor.