Ey Tibelya, Şimoni’nin güzel kardeşi! Atlayıp durduğun ip vurdukça yere ve yer ısınıp durdukça yangınlar çıkacak kadar, etrafa saçıp durduğun gülmeler bile yetmeyecek söndürmeye alevi. Önce un yanacak, kilerde çuval içinde. En son taş yanacak. Taş yanınca nasıl kokar bilir misin? Yanmak demek, kırmızıyı aşmak demektir. Olmak demektir. Tibelya duyduğunu biliyorum. Eğer bir yangın alır da başını sararsa şehrinin, yazını bitirmiş bir yılın susuzluğunda sararan her köşesi ve kıvrımı, kışın da insanlara yaptığı gibi, kırmızı olur.

Daha çok gençsin, sokakların çok eski. Ona kokusunu veren sen misin?

Yürüdüm, yoruldum. Issız ve geniş damlarında dinlendim. Damlarının her birine ben göğü de katıyorum, böylelikle ev sayısı kadar çoğalıyor gök. Gencecik dizlerin kaç kere büküldü durdu ve kaç sefer bekledi dizlerin dik merdivenlerin başında. Mardin’ in adı merdivenden geliyor olmasın? Önceleri Merdin, sonra Mardin olmuştur söylene söylene. Şehrinin adının hikâyesi ikimiz için böyle olsun, böyle anlat herkese.

Seviyorsun geleni gideni, üstelik arkadaşlarının bazısı sizin evlere benziyor. Sarı duvarlı, mavi kapılı evlerin arkadaşlarına benzesin diye yapıldığını sanmıyor muydun çocuk aklınla? Oysa büyüyünce öğrendin, akreplerin mavi olan yere gelmediğini ve kapıların bu yüzden mavi olduğunu. Seviyorsun masalar kurmayı, kaldırmayı, demli çayları, sohbetleri, kahkahaları. Merhaba’nın bütün harflerini bastırarak merhaba diyorsun, dünya kulak kesiliyor sana ve ”Nerelerdeydin sen?” diye sorsa dünya, tam zamanı diyorum. Bizim gitmelerimiz dünyaya doğru diyorum, yoluma pat diye çıkmaların yarına doğru.

Tibelya biliyor musun, bir güvercine şu pencereye konar mısın diyemezsin. Ancak bir güvercin güzel bir pencereye konarsa oraya çok yakışır. Bu pencere gök de olabilir.

Senin şehrin Tibelya, yeşile sinen sistir ve ışığa duran taş. Bir de tütüne duran bir tarafın var senin, tütün yakan, tütün saran, tütün eken, kurutan, tütün tüten bir yan var şehrinde. Tütün karışmış toprağına Tibelya, yangın senin içinde var.

İnsan dünyaya geldiğini yüksek yerlerde daha iyi anlıyor. Uzağı görmekle onu bilmek ayrı şeylerdir ancak yüksek yerlerde insan bu ikisini birden kavrıyor. Merdivenleri çıkıp da etrafa ve kendine; ovaya ve göğe ya da dağa ve buluta bakınca kaç zamandır bilmediğini bir çırpıda öğreniveriyor kişi. Kuşların havalanması kadar geçen zamanda iki insan arasında yaşanabilecek her şey yaşanabilir. Kanı ısınır insanın insana, kuşların kanatlarının ısınması kadar geçen zaman içinde. Geçen zaman içinde gemilerini çok eski zamanlarda batıran yeşil ve sakin bir denizdir Mardin Ovası. Şehir eski ve yalçın bir liman üzerine kurulmuştur. Aslında deniz düz bir yerdir, hep bunun için uğraşır. Ovalar da deniz huyludur bu bakımdan, denize göre daha başarılı. Bir ağacı olsun ister, bir yamacı olsun ve baksın ona karşı gün ışıdığı zaman.

*Kapak fotoğrafı: Gürsel Bektaş