16. yüzyılda yaşamış ve “deneme” dendiğinde belki de akla gelen ilk isim olan Montaigne’nin 1580 yılında kaleme aldığı ünlü Denemeler’inde farklı pek çok konu üzerine yazılar bulunur. Bu yazılardan biri “Düşünmede Kendindenlik” başlığını taşır. Burada Montaigne, etkilendiği Sokrates’i ele alarak, ondan övgüyle bahseder. Sokrates’in çağına ve çağının ötesine tuttuğu ışığı ortaya koyan pasaj, Montaigne’nin dönemine ve dönemin insanına getirdiği eleştirileri de içerir. Benim bu yazı özelinde üzerinde durmak istediğim yer de ilkiyle bağlantılı olarak daha çok ikinci kısım yani çağın eleştirel incelemesi olacak.

‘‘Hemen bütün görüşlerimiz üstün sayılan kişilerden gelme, başkalarından alınmadır. Hiç de kötü değil öyle olması; öyle cılız bir çağda yaşıyoruz ki görüşlerimizi kendimiz seçsek en kötülerini seçerdik.’’ İnsanın tercih acizliğini ve iyi olandan uzaklığını vurgulayan Montaigne’e göre, Sokrates’in çevresince bize ulaştırılan diyalogları herkes beğendiği için beğeniriz, kendi düşüncelerimiz burada devrede değildir. Bu durum aslında bugün de geçerlidir: Herkesin ya da çoğunluğun açıkça hayranlığını belirttiği bir filmi düşünelim. Bu filmi, övgü törenlerinin cirit attığı yerlerde beğenmediğini söylemek hiç de kolay değildir. Çünkü bu fikir beyanın getirisi olarak ortaya çıkabilecek ‘zevksiz, sanattan anlamayan’ gibi nitelemelerin hedefi olmak, pek çok insan için sosyal bir felaketle eşdeğerdir.

‘‘Biz güzellikleri yalnız sivri, şişkin, süslü püslü olarak seviyoruz. Saf ve sade olanlar kolayca kaçıyor bizim kaba gözlerimizden, öylelerinin ince ve saklı bir yanları var: İnsanın pussuz, yıkanmış, arınmış bir bakışı olmalı ki o gizli ışıltıyı görebilsin.’’

Etik ve estetik bir problem ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Doğru ve iyi olanı yapma ile güzel olana yaklaşmayı bilmek anlamında görünür ya da görünmez bazı engeller çağdaş öznelere eşlik eder. Bu problemlerle bezenmiş bir sistem içinde, göremediğimiz ve dolayısıyla farkına bile varamayacağımız pek çok güzelliğin yoksunluğu, insanın yontulmuş bir hayat sürmesini de zora sokar.

‘‘ […] Biz ki bilgiçlerin önem vermediği her şeyi adi, aşağılık sayarız ve zenginliği yalnız gösterişlerde süste püste görürüz. Bizim dünyamız gösteriş üzerine kurulmuş […] ’’ Gösteriş üzerine kurulan bir dünyada gösterişin nesnesi olmaya layık olmayan tüm şeyler, görünmezliğe mahkûm olmaya yazgılıdır. Bu görünmezliği sahiplenmek durumunda kalan varolanların içinde gün yüzüne çıkması gerekenler gittikçe gizlenir, ironi de buradadır. Montaigne’nin deyimiyle arınmış bakışın mahrumiyeti, insanın karşısına dikilir. Kapı aralığından ya da pencere pervazından kendisini belli eden ışığı ufacık da olsa fark edemedikçe, daha doğrusu nereye bakılması gerektiğini kestiremediği müddetçe insanın kendisine ait bir bakışı olması da güçleşir ve kişi ancak ortak zevklerin bahçesine misafir olabilir.

Montaigne’nin dünyanın temelini gösteriş olarak tasvir etmesiyle birlikte, Alman romantiklerinden Friedrich Schlegel’in şu fragmanı gelmişti ister istemez aklıma: ‘‘Gösterişi ortaya çıkaran şey, yeni olma çabasından çok, eski olma korkusudur.’’ Elbette ki Montaigne’nin iki sayfalık bir pasajından ve Schlegel’in minik bir fragmanından hareketle bu iki filozofun felsefelerini tek bir kavram üzerinden uzlaştırmak gibi bir amaç taşımıyorum. Böylesi bir çaba gülünç olurdu. Yalnızca Montaigne’nin içinde yaşadığımız dünyanın kurucu unsuru olarak gördüğü gösteriş ile Schlegel’in gösterişin kaynağına ilişkin tespiti üzerinden gösterişin yayılımı ile ilgili bir düşünme pratiği yapma hedefi güdüyorum.

O hâlde soralım: Gösteriş diyince ne anlarız? Gösterişin bir gösterme, teşhir edimini içerdiği söylenebilir. Gösteriş, göster(il)me ile olur. Bununla birlikte gösteriş daha genel bir ifadeyle, insanın başkalarına kendini beğendirme çabası, hoşa gitme gayreti ya da salt olarak şişinme, böbürlenme gayesi barındıran ve gerçekçi olmayan bir duruma karşılık gelir.

Genellikle olumlu yansımaları olmayan gösteriş kelimesiyle karşılaştığımda, aklıma doğrudan bir eylem alanı ve imaj yığını geliyor. İmajların üst üste bindiği ve düşüncelerin tutarsız bir acelecilikle eyleme dönüştüğü gösteriş zemini, her ne kadar berrak bir çehre edinmeye çalışsa da, yine de entelektüel bir yoksunluğun yerini kapatma çabası olarak kısa süreli ya da sönük kalmaya yazgılı olmaktan kurtulamıyor.

Schlegel’in fragmanındaki şekliyle yeni olma çabasından ziyade eski olma, geride kalma korkusunun gösterişi yarattığını söylemek daha olanaklıdır sahiden. Çünkü kişi salt kendinde olan bir amacın sonucunda gösteriş yapmaz -ki zaten değer verileni göstermek her zaman çok kolay değildir. Eski olmaktan korkan, belki bulunduğu yerdeki topluluk tarafından dışlanmaktan çekinen biri ise bunun gerçekleşmesini önlemek adına deyim yerindeyse eteğindeki bütün taşları döker.

Gösteriş bir zorlama içerir. Kişi, gönüllü olarak bir gelişimin odağına koymaz kendisini; sosyal statüsünün aşağı kalacağı endişesiyle bazı gösterilerde bulunur. Bu anlamda görünmez bir belirlenimden söz edilebilir. Söz konusu zorlamanın sonucunda ise sosyal zenginlik görünümlü bir çıplaklık meydana gelir. Burada kast ettiğim sosyal zenginlik, ödünç alınmış kültürel yetkinliklerin ya da estetik beğenilerin kusulmasını da kapsar. Tüm bunlarla birlikte, insan gösterişin pençesine düştüğünde kendisini ayakta tutabilecek kimi değerlerden de bilinçli ya da bilinçsiz olarak feragat etmiş olur. Schlegel’in fragmanından anlaşılır ki, ‘eskilik korkusunu’ defetmek için hasıl olan gösteriş, yeni bir soluk getirmek amacıyla sanatsal, bilimsel, kültürel veya etik bir hedef uğruna yapılmaz; geri kalmış yaftası yememek için, ilerleyen teşhir dünyasını kaçırma korkusuyla yapılır.

Gösterişin içinde dramatik bir yan bulunur: İnsanı gösteriş yapmaya iten korku hem ondan bir iz taşımaz hem de onun zayıflıklarını açığa vurur. Çok büyük olmayan bir paradoks var gibi. Aslında durum şundan ibaret: Korku temelli edimlerin içinde taşıdığı ‘korkulanı kontrol edememe’ durumunun ya da sürecinin nihayetinde ortaya çıkan sonuç, istenilen biçimde eylenemediğinden bireye aitmiş gibi durmaz ya da birey haklı şekilde bunu sahiplenmek istemez. Ancak bireye aitmiş gibi durmayan eylemi, tam da sahiplenemediği ölçüde karşısındakilerin ona baktığında gördüğü şey oluverir. İnsanın eski olma ve eksikleşme korkusu, gösterişe evrilir. Bu ne yazık ki kötü bir dönüşüm örneğidir. Yeni bir arayışın ya da esaslı bir problematiğin bulunmadığı evrilme, ne kadar şatafatlı olsa da temelindeki acziyeti gizleyemez. Bu nedenle sağlam bir yükselme için Montaigne’nin ifade ettiği şekliyle, gösteriş üzerine kurulan dünyanın temeline sahici bir eleştirel yolculuk yapmak gereklidir.

KAYNAKLAR

Montaigne (2018) Denemeler, der. & çev. Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

Friedrich Schlegel (2018) Eleştirel Fragmanlar: Felsefi Aforizmalar, çev. Kerem Duymuş, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.