Ülkeler gezeriz, bizleri şehirlerin en karanlık köşelerine dek sürükleyen. Şehirler gezeriz, bizleri sokakların tarih kokulu havasını içimize çekmemiz için yüreklendiren. Ve sokaklardan geçeriz, kafamızı kaldırıp göğe bakmamızı sağlayan yapıların olduğu. Ve bir kez göğe baktığınızda, kafanızı kaldırıp o günün değerini anladığınızda, işte o zaman o yapılar manevi işlevlerini tamamlamış olurlar. La Sagrada Familia da göklere bakmamızı sağlayan o yapılardan birisi.
Yapının tarihçesiyle ilgili birkaç bilgi vermemiz gerekirse ; yapının adı, İngilizceye çevrildiğinde “The Sacred Family” anlamına gelmekte. Yani “Kutsal Aile” olarak anılıyor. İspanya’nın Barselona şehrinde göklere uzanmaya çalışıyor. Evet, henüz uzanmıyor, uzanmaya çalışıyor. Çünkü yapı Antoni Gaudi tarafından 1883 yılında yapım için devralınıyor fakat 1926 senesinde Gaudi’nin trajik ölümünün ardından yarım kalmış. Yani yapımına hâla devam ediliyor. Hatta halk onu “Bitmeyen Kilise” olarak anıyor. “Kaç sene geçmiş, niçin hâlâ bitmiyor ki?” diyeceksiniz. Aslında Gaudi de yapının 200 senede ancak biteceğine inanıyormuş fakat asıl sorun şu ki yapı aslında halkın maddi katkıları ile yapılmaya başlanmış. Hatta Gaudi de imzasının bulunduğu tüm yapılardan kazandığı geliri dahi bu yapıyı yatırmaya adamış ve günümüzde de halkın yardımıyla yapıya devam ediliyor. Bu da haliyle yapının yapımını yavaşlatıyor çünkü her zaman gerekli ödenek sağlanamıyor. Binanın mimari çizimlerinin 19. yüzyılda yapılmış olması da günümüz teknolojisine göre nasıl düzenleneceğinin kararının verilememesine neden oluyor ve bu çizimler zaman içinde deformasyona uğramış. Üstelik Gaudi’nin mimari anlayışının bu kadar komplike olması da yapının özgün mimari formuna göre tamamlanmasını zorlaştırıyor. Yapının yapım aşaması adeta bir zaman tüneli gibi, öyle ki henüz inşaat tamamlanmadan ilk inşa edilen kısımların restore edildiği kayıtlara geçiyor. Yapının muhtemelen 2030’dan önce bitmesi tahmin ediliyor.
Gaudi, bu bazilikanın göklere uzanan kulelerinin yalnızca birinin bittiğini görebilmiş. Kulelerin tepesindeki süslemelerin yeryüzü ile gökyüzü arasında bir bağlantı olarak gördüğünü de söylemiştir hatta.
Gaudi, kariyerinin erken dönemlerinde John Ruskin’in Gotik akım ile ilgili bir analizinden etkilenmiştir. Bu yapıda da aslında Gotik akımın yapısal ilkelerinin yeniden yorumlandığını söyleyebiliriz. Bir yapıda taşıyıcı bağlamında bazı ek ögelere ihtiyaç vardır, bunu hep söyleriz. Bu ek ögeler duvarlar olamaz çünkü zaten taşıyıcı ögeler duvarların ayakta kalmasına, taşıdıkları yükü zemine iletmesine yardımcı olur. Gaudi de yapıyı taşıyan payandalar yerine tonozların oluşturduğu ağırlığı taşıyabilecek bir öge olarak eğik sütunlar eklemiş yapıya. Bazilikanın taşıyıcı ögeleri olan bu sütunlar, yapının içine girdiğinizde size adeta bir ormandaymışsınız hissi veriyor. Sanatçının doğadan fazlasıyla etkilendiğini rahatça söyleyebiliriz. Çünkü bu kolonlar yükselerek dallanıp budaklanan ağaçlar şeklinde tasarlanmış. Elbette ki böylesine büyük ve karmaşık bir yapının ön çalışması vardır. Bu ön çalışma da kum torbaları, tel ve çadır beziyle yapılan ve tam tersi haline çevrildiğinde yapının yüklerinin dağılımını gösteren bir maket ile yapılmış.
Gaudi tarafından kilise üç ayrı cephe olarak tasarlanmış. Yapının inşasına ilk olarak “Nativity Facade” olarak adlandırılan kuzeydoğu cephede başlanmış ve 1894-1930 yılları arasında tamamlanmış. Gaudi bu cephenin inşaatını birebir kontrol etmiş. Bu cephede yer alan üçlü portal “İnanç, Umut ve Sadaka” yı sembolize ediyor. Mimarın, İsa’nın doğumunu sembolize eden birçok detayı barındıran bu cephenin bir an önce bitmesini istemesinin sebebi, inşanın uzun sürebileceği ihtimaline karşı bu cephenin planlandığı gibi olduğundan emin olmak istemesiymiş. Gözlerin ulaşamayacağı yükseklikte olacağı planlanan on sekiz kuleden sekizi tamamlanmış ve bu sekiz kulenin dört tanesi bu cephede yer alıyor.
Bir diğer cephe ise yapının güneybatısındaki “Passion Facade”. Bu cephe, aslına bakarsanız Nativity Facade’e kıyasla daha sadedir. Bu cephenin inşaatına 1954’te başlanmış. Cephe, İsa’nın çarmıha gerilişinde çektiği acıya ve İsa’nın tutkusuna atıfta bulunuyor. 1976-1987 arasında ise heykel ustaları bu bölümün kulelerini tamamlamıştır. Güneşin parladığı bir güne denk gelirseniz, cephedeki heykellerin ardında kalan gölgelerin yarattığı üç boyut ve kutsallıktan etkilenmemeniz mümkün olmayacaktır. Yapının önündeki uzun taşıyıcıların zemine yakın kısımlarına dikkat ederseniz, orada sizlere ormandaymışsınız hissi katan doğa izlenimlerini göreceksiniz. Yapının bu cephesinde de tamamlanmış dört tane çan kulesi yer alıyor.
En büyük cephe olan “Glory Facade” inşası ise 2002’de başlamış. İnşa süreci tamamlandığında yapının asıl girişi bu cephe olacak gibi görünüyor. Yapının güneydoğusunda yükselen bu cephe için Gaudi’nin ölmeden önce hazırladığı bir modelden faydalanılmış. İsa’nın görkemine atıfta bulunulmakta ve insanlığın Tanrı’ya yükselişi simgelenmekte.
Aslında yapı, yaratıcısı Gaudi’nin karakterini fazlaca yansıtmakta. Mimarın katı Katolik bir dindar olması, yapının bu keskin geometrisini ve böyle karmaşık olmasını etkilemiştir. Ayrıca yapının geometrisinin böyle keskin hatlara sahip olması, Katolik inancın ifadesini de ortaya koymuştur. Mimarinin üç elementi varsayılan ‘yatay, dikey ve kesişme’ burada alegorik bir biçimde ele alınmıştır. Bu yapıda gökyüzü ve yeryüzünü simgeleyen sembolik yatay düzlem Tanrı’yı , sembolik dikey düzlem İsa’yı ve sembolik kesişme de Tanrı ile İsa arasında bir aracı konumundaki Kutsal Ruh’u bir araya getirir. Gaudi adeta bir heykeltıraş titizliğinde geliştirdiği detaylar yapının günden güne uzun bir süreç içinde örülmesine sebep olmuştur.Üstelik birçok kiliselerin aksine, La Sagrada Familia doğu-batı ekseninde inşa edilmemiştir. Bu bazilika güneydoğu-kuzeydoğu ekseninde konumlandırılmış.
Peki, yapının günümüzdeki yerini inceleyelim biraz da. Yapının 1979’dan günümüz dek baş mimarı olan Mark Burry, 2014 senesinde ARKIMEET etkinliği için İstanbul’a gelmişti. Ve Mark Burry yapıyı “Kent içinde devasa bir heykel” cümlesi ile tanımlamıştı.
Kilisenin bu ‘ilmek ilmek örülme’ süreci özellikle sanatçıların da ilgisini çekmiş. Salvador Dali’nin “Projeyi sanatçısı olmadan devam ettirmeyi düşünmek bile ihanettir, bırakın kentin ortasında çürüyen bir diş gibi kalsın” diye fikirlerini dile getirmesi kafalarda birkaç soru işareti oluşturmuştur.
Yapının inşa sürecine devamı yalnızca bu tarz ideolojik çelişmelerle yerilmemiş, aynı zamanda Gaudi’nin orijinal çizimlerinin zarar görmesinden ötürü de hoş karşılanmamıştır. Gaudi’nin kilisenin yapımında taş kullanma konusundaki kesin fikirlerine karşın tamamlama sürecinde beton malzeme kullanılması, mimarın projesine saygısızlık olarak da bazı otoriteler tarafından eleştiriliyor.
Bunlara karşın yapının inşasının sürmesinin gerekliliğini savunan kesim tarafından mimarın ölümünün projenin ölümü demek olmadığı fikri benimsendi. Ve projeyi yarım bırakmanın, Gaudi’nin bu efsanevi projesine saygısızlık olacağını, bunun için de inşaya devam edilmesi gerektiğini savunuyorlardı.
Gelenekçiliğe boğulmuş fakat aynı zamanda öğrenilmiş sıradanlığa karşı çıkarak göklere uzanmaya çalışan La Sagrada Familia, İspanya’nın Barselona kentinde zamana tutunmaya devam ediyor.
1996’da Antalya’da doğdu. İlk kez “Büyüyünce ne olacaksın?” dediklerinde “Yazar!” diye cevap verdi, o günden sonra verdiği bu cevap da hiç değişmedi. Sanatla iç içe büyüdü, sanatçı olmak istedi. Sanatçı olamayınca, sanat tarihçisi olmak istedi. Şu anda Akdeniz Üniversitesi’nde Sanat Tarihi eğitimi alıyor ve elinden geldikçe yazmaya gayret gösteriyor.