Gilles Deleuze’ün iradeî şekilde yaşama vedasının on beşinci yılı anısına…

Pek çok yerde, pek çok kere ve pek çok sebepten ötürü “son filozof” olarak andığım Gilles Deleuze, bundan tam on beş yıl önce, Kasım ayının hemen başında intihar ederek yaşamına kendi iradesiyle son vermişti. Postyapısalcı ve yapısökümcü felsefenin hâkim olduğu yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Félix Guattari ile birlikte ve kendi hesabına verdiği pek çok eserle Deleuze –Felsefe Nedir?, Fark ve Tekrar, Bin Yayla, Anti Ödipus gibi−; ontolojiden politika felsefesine, estetikten psikanalize kadar geniş bir alanda yankı bulmuştu. Felsefeyi bir kavram inşa etme sanatı olarak gören Deleuze’ün kullandığı kavramlar da, onun felsefesine özgüydü. İlk bakışta anlaşılmaz görünen bu filozof, son bakışta da anlaşılmazlığının hakkını veriyordu. Gelgelelim o, düşünsel partneri Félix Guattari’nin ölümünden neredeyse üç sene sonra, uzun zamandan beri muzdarip olduğu akciğer kanserinin verdiği bedensel –ve yanı sıra belki de zihinsel− acılara artık dayanamayarak, doğduğu ve hayatının tümünü geçirdiği kent olan Paris’teki evinin penceresinden atlamak yoluyla yaşamına veda etmişti. Fransızların deyişi ve Ulus Baker’in aktarımı ile ise, “s’est défenestré”, yani “pencere-dışlamıştı” kendisini… Tarih: 4 Kasım 1995.

İntihar ettiği sırada Gilles Deleuze tam yetmiş yaşındaydı ve aslında gençliğinden berigelen hastalığı öylesine ilerlemişti ki, bir filozofun olmazsa olmaz iki yeteneğini çoktan yitirmiş, yani konuşamaz ve yazamaz hâle gelmişti. Yanı sıra Fransız filozofun, yaşamını en basit düzeyde bile idame ettirmesi de oldukça güçleşmişti. Stoa felsefesinin “kendine yetemediğin noktada, artık yaşamını sürdürme” öğüdünün de ışığında, bedenin acılarını dindirmek, yeteneksiz bedeni kendisi ve başkaları için bir yük olmaktan çıkarmak adına, Deleuze’ün kendini pencere-dışlaması pekâlâ anlaşılabilir gibiydi. Artık üretecek ve esin verecek bir şeyi kalmadığı gibi, kendisi de günbegün tükenmekteydi. Bu halde birkaç ay, belki bir yıl daha yaşamak yanına kâr değildi ve O, ölümden evvel davranabilme ve onun gelmesini beklemeden ona doğru gitme lüksüne de sahipti. Albert Camus’nün Meursault’sunun (Yabancı eserinin başkarakteri), “ha yirmi yıl sonra ha şimdi olmuş, sonuçta ölen ben olacaktım” düşüncesi belki biraz abartılı görünse de; Deleuze muhtemelen, “ha bu şekilde iki ay ya da bir yıl daha yaşamışım ha şimdi ölmüşüm” diye geçirmişti içinden. Sonrası için ise yalnızca geri adım atmayan sağlam bir irade ve elbette kararlılık gerekiyordu. Bir bedeni, hele ki bu beden “Ben”e ait bir şeyse, pencere-dışlamak hiç de kolay olmasa gerekti. Hele ki bedeni aşağı bırakacağınız dairenin alt katında geride bırakacaklarınız, yani aileniz, yakınlarınız, eşiniz dostunuz varsa, bu eylem elbette daha güç bir mesele demekti. Fakat Fransız filozof bu konuda kararlı davranmış ve nihayet bedenini kendi iradesi ile sonsuzluğa uğurlamıştı. Kendisinin ardından yine yalnızca kendisi el sallamıştı.

Gilles Deleuze’den Bir Pasaj: Yaşama kendi iradesi ile veda etmeden hemen birkaç sene önce, düşünsel partneri Félix Guattari ile birlikte verdikleri son eser olan Felsefe Nedir?’de (1991 yılı) –Guattari zaten bu eseri izleyen sene, 1992’de yaşama veda etmişti−, Gilles Deleuze bu kadim, içinden çıkılması oldukça güç ve hemen her felsefe çağını meşgûl etmiş sorunun yanıtını kendi üslubunca şöyle vermişti:

Felsefe bir konstrüktivizmdir ve konstrüktivizmin de tümüyle farklı yapıda iki tamamlayıcı yüzü vardır: kavramlar yaratmak ve bir düzlem çizmek. Kavramlar tıpkı yükselip alçalan sayısız dalgalar gibidir, ama içkinlik düzlemi onları katlayıp açan yegâne dalgadır. Düzlem, onu bir uçtan ötekine katedip geri dönen sonsuz devinimleri sarmalar, ama kavramlar her seferinde yalnızca kendi öz bileştiricilerini kateden sonlu devinimlerin sonsuz hızlarıdır” (Felsefe Nedir?, Yapı Kredi Yayınları, Çeviren: Turhan Ilgaz).