Peter Schjeldahl şöyle der: “(…) bir an için gözlerimi ve zihnimi bir başkasının gözleri ve zihniyle değiştirebiliyorum.” Peter’in bu sözü, bana ilham olmuş çalışmalar hakkında konuşabilmemi cesaretlendiriyor. Cesaretimi perçinleyen bir çalışma da Semih Tokkuzun’un “Rehavet” adlı fotoğraf kitabı. Sayfaları çevirdiğinizde tamamlayıcı parçalarının bir araya geldiği bütün bir fotoğrafı oluşturduğunu fark ediyorsunuz.

Ancak şunu da eklemeliyim ki bütün bir fotoğrafın oluşumu doğrudan değildir. Fark ettiğiniz zamanlamayı hissettiğinizde bir yırtılma anının içinde bulunursunuz. Bu andan fırlayan parçalar bir fotoğrafın bütünleyici yanını oluşturur. Bir nevi kendi kulağına fısıldadığı manifestosunu bizlere gösterir. Manifestolarda daima giz vardır. Bu yüzden fotoğraflarda açıklık aramak izleyiciyi yanılgıya düşüren en birincil tuzak hâline dönüşür. Çünkü Rehavet, en kaçınılmaz anın biçimini giyinmiş bir dürtüdür. Hikâyenin içerisinde bizi dürterek her an berraklaşmaya hazır Rehavet’in özünü gösterir. Bu öz ise Semih Tokkuzun’un manifestosudur.

Manifestoyu tekrar tekrar okumaya kalkıştığınızda aklın ve duyunun kesiştiği yerde kendini imha etmeye hazırdır fotoğraflar. Daha açık seçik bir okuma sunuyormuş gibi görünse de fotoğrafın yüzeyindeki ince tozlanma hâli yeryüzünü hizaya çekme hâlidir. Bu hizanın içerisine çeker bizleri. Gerçekliğe götüren birer ip gibi. Aşağı indirir. En dibe. Rehavet’e.

Dikkati çekmek isterim ki fotoğrafların kendini imha etmeye hazır olduğunu söylerken bir oluşu belirtmiyorum. Aksine okunabilir bir bağın görünürlüğüne tekrar büyüteç tutup varoluş heyecanını gösterebilmek. Fethedici bir baskın düzenler izleyici üzerinde. Yenileyici ve dönüştürücüdür böylelikle. Çoğalmayı arayan, inceltilmiş düşün Rehaveti’ni manifesto olarak bizlere üfleyen bir yoldur Semih Tokkuzun yolu. Kimi fotoğraflarda izleyici, kaybolduğu hissine kapılsa da fotoğrafçının hareket noktası sayesinde daha anlaşılır bir güce dönüşür. Böylesine bir gücün çağrışımlarına kimse kulak tıkamamalı.