Aslanın gücünün yetmediği ama çocuğun yapabileceği ne var ki? (1)
Friedrich Nietzsche Basel Üniversitesi’nde ders verdiği yıllarda (yani görece gençlik zamanlarında), Sokrates öncesi filozoflarla özellikle ilgileniyor ve onlardan bahsederken adeta gözlerinin içi parlıyordu. Bana göre bunun iki sebebi vardı: İlki son derece anlaşılır biçimde, Nietzsche ilk filozoflarda Sokratik kurnazlığı ve kendi kendini aldatan aldatıcılığı görmüyordu. Onlar çok daha açıkyürekli biçimde, bir ontoloji ve kozmoloji inşa etmeye çalışıyor ve bunu tüm doğaüstü kabullerden arınmış biçimde yapıyorlardı; zaten bu yüzden onlara Doğa Filozofları deniyordu. Diğeri ise Nietzsche felsefesinin son zamanlarında ortaya çıkacak biçimde, üstinsanın dönüştüğü son şeyin bir çocuk olması gerekliliğiydi. Tin önce deveye, deve ise bir aslana ve aslan ise en nihayetinde bir çocuğa dönüşmeliydi. Çünkü Nietzsche’ye göre, “masumiyettir çocuk ve unutuş, yeni bir başlangıç, bir oyun, kendi kendine dönen bir çarktır, bir ilk hareket, kutlu bir Evet deyiştir” (2). Nietzsche’nin felsefî bir gereklilik olarak çocuğa yönelişi hiç de boşuna değildi; zirâ Nietzsche ile gelinmiş olunan tarihsel noktada, felsefe eli ayağı tutmayan, eylem motivasyonunu çoktan yitirmiş, bedeni ağırlaşmış ve neredeyse çürümeye yüz tutmuş bir ihtiyardan başka bir şey değildi. Bu ihtiyar artık eylemden yoksun fakat neredeyse her şeye dair bir yargısı bulunan bir yargı putuydu. Oracıkta öylece duruyor, hareket etmiyor ve eylemde bulunan herkesi kendi kalıbından yönetmeye çalışıyordu. Bu ihtiyarın artık dünyaya dair bir görüsü ve hatta bir inancı dahi kalmamıştı; yaşamı olduğu biçimi ile algılaya yeteneğinden yoksun, yaşamla birlikte akamıyor, yaşama ayak uyduramıyor, ayak uyduramadığı gibi ayak diretiyor ve kendi durağanlığını ve eylemsizliğini de yaşama dikte etmeye kalkışıyordu. Bu yaşam düşmanı ve cüretkâr ihtiyar, artık öldürülmeyi çoktan hak ediyordu.
Bugün için, felsefenin bir çocuk işi olduğu önermesiyle felsefenin en sağlıklı döneminin Sokrates öncesi doğa felsefesi olduğu tespitini birlikte okumaya ihtiyacımız var. Son iki yüzyılın felsefî eğilimi bize gösteriyor ki, artık Sokrates’e ya da Platon’a, yani bu ihtiyar sevicilere değil; çok daha öncesine, Thales’e, Parmenides’e ya da Herakleitos’a, yani çocuklara ve çocukluk sevicilere dönmemiz gerekiyor. Sokrates felsefeyi (illegal ve oldukça yersiz bir sıçrama ile) huysuz bir ihtiyar hâline getirmeseydi eğer, bu çocuğun nasıl serpileceğini ve neye dönüşeceğini hayal etmeye ihtiyacımız var. Ve öte taraftan da, bir çocuğun refleksleriyle ve saf düşünümüyle felsefeyi yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Olgunlaşmış aklımızın sürüklendiği bütün illüzyonlardan, yani bilgilerden, sanılardan, önyargılardan, deneyimlerden ve deneyimlerden süzdüğümüz yanlış kanaatlerden sıyrılıp Varlık’a ilişkin saf bir görüyü, yani bir çocuğun bakışını bulmamız gerekiyor. Felsefenin bir “bakış” disiplini olduğunu kabul edeceksek eğer, bu bakışın bir ihtiyarın yılgın, solgun ve ölgün bakışı mı yoksa bir çocuğun dirimli ve dirençli bakışı mı olduğu sorusu oldukça önem kazanıyor. Önerim en baştan beri, bir çocuğun bakışını felsefî bir etkinlik olarak kanıksamaktır. İhtiyarlığın bilgelik olduğu önkabulünü ve yanılgısını da böylece yıkmak gerekiyor ki, bu küçülme hareketinin zayıflıkla ilişkilendirilemeyeceği, hatta bilakis bir güç gösterisi olduğu da iyice anlaşılmış olsun. Bu yolla ihtiyar yatağında istirahat etmeye bırakılsın, çocuklar ise yalınayak alanlara, meydanlara, sokaklara çıksın.
Son olarak da, Nietzsche’nin antik akıl hocalarından Herakleitos’a dönerek, ihtiyarların kenti ve kentin idaresini çocuklara bırakması gerektiğinin de altını çizmiş olalım. Şöyle diyor Ephesoslu Herakleitos: “Bütün yetişkin Ephesoslular kendilerini asıp kenti çocuklara bıraksalar iyi olur” (3). Çünkü onlar, o yetişkin ve olgun akıllarını kullanarak, aralarındaki en değerli adamı, Hermodoros’u sürgün etmişlerdi. Oysa bir çocuk gibi düşünebilselerdi, onu sever ve ona içtenlikle sarılmayı yeğlerlerdi.
Çocuklara ve çocuk olabilenlere selam ile,
Herakleitos yâr, Nietzsche yardımcımız olsun…
Dipnotlar:
(1) Friedrich Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt, Çev: Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2020 (21. Basım), ss. 21.
(2) a.g.e. ss. 21.
(3). Akt. Diogenes Laeritos, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, YKY.
Hamza Celâleddin, 1991’de Konya’da dünyaya geldi. 2013’te Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu ve 2014’te Konya Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans programına başladı. 2017’de Katil Nietzsche Asker Kant, 2018’de Dehşetli Peygamber Zarif Cellat, 2019’da Nietzsche’nin Altı Günü eserleriyle birlikte; Destek Yayınları felsefe serisi için Albert Camus, Søren Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre derlemelerini kaleme aldı. Son olarak ise Fihrist Kitap’tan Bir Otto Weininger Kritiği isimli kitabı yayınlandı. 2014’ten itibaren pek çok dergi ve online gazetede yazıları yayınlandı ve 2017-2019 yılları arasında Düşünbil Felsefe Dergisi editörlüğünü yaptı. 2019 yılından itibaren ise kendi dergisi, Henidik Felsefe ve Filoloji Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Ayrıca bir süredir tiyatro sahnesinde Felsefe Konuşmaları yapmaktadır.