Bilme arzum aralıklı; ama ayaklarımın bilmediği atmosferlerde başımı yıkama arzum süreklidir.
Henry David Thoreau, Walking, 1862
Felsefî etkinlik genellikle insanı sağlıksız bir yaşam pratiğine ve sonuç olarak da sağlıksızlığa sürükleyen, bedeni boş veren ve çürümeye terk eden bir uğraşı olarak görülebilir fakat bu peşin hükmü değiştirmeye oldukça yetenekli bir anekdot hâlen mevcuttur. Felsefî etkinliği tarihsel olarak izleyebildiğimiz ilk zamanlardan beri bu etkinliğin olmazsa olmaz bir parçası olan “yürümek”, bugünün sağlıklı yaşam prensiplerinin de başında gelir – ve hatta sağlıklı yaşam için “asgarî adım sayısı” bile verilir. Yürümenin zihni gevşettiği ve düşünce akışını hızlandırdığı kanaati yirmi beş yüzyıllık felsefe tarihinin neredeyse tümünde egemendir – sözgelimi Sokratesçi ya da Diogenesci yer değiştirme / gezinme düsturu, Aristotelesçi peripatetizm, Immanuel Kant’ın, Arthur Schopenhuer’un, Friedrich Nietzsche’nin ya da pek çok başka filozofun daha günlük yürüyüş ritüelleri ya da çok daha güçlü bir ifade olarak Søren Kierkegaard’nun yürüyüşü ölüme karşı bir savunma ve dahası ontolojik bir mesele olarak kavrayışı… Sağlık bilimleri ve sağlıklı yaşam teorisyenleri yürüyüşü bir yaşam pratiği hâline getirmemiz gerektiğinin altını en fazla son birkaç on yıldır çok daha özenli biçimde çizerken; görünen o ki, felsefe bunu daha en başından beri söylüyor ve söylemekle de kalmayıp uyguluyordu. Yani yürümek en önce zihinsel ve felsefî bir gereksinim olarak kavranırken, bugün bunun yanı sıra bedensel sağlığımız için de elzem olduğu bilinmektedir.
Sağlıklı yaşam ile felsefe arasındaki tek ortak nokta yürüyüş de değildir üstelik. Antik Grek filozofu Platon’un felsefe sistematiğinin önemli sacayaklarından birisi olan jimnastik ya da egzersiz de, bugün sağlıklı bedensel yaşamımız için olmazsa olmaz görülür. Bedenin zindeliği zihnin zindeliğini destekleyeceğinden, Platon eğitimin temeline –zihnimizin gelişimi için müzikle birlikte− jimnastiği yerleştirirmiştir. Benzer şekilde, Platon’dan çağlar sonra Friedrich Nietzsche ve Arthur Schopenhauer gibi önemli filozoflar da, yürüyüş rutininin yanına egzersiz rutinini de günlük yaşamlarının merkezine yerleştirmişlerdir. Bu rutin sayesinde Schopenhauer uzun ve sağlıklı bir yaşam sürebilmişken, Nietzsche onun kadar şanslı değildir. Düzenli egzersizler yoluyla Nietzsche, sağlıklı ve zinde bir bedeni oldukça önemsemişse de (ki onun felsefesinde de beden’in altı özenli biçimde çizilidir), çok önceden yakalanmış olduğu amansız hastalığın (sifiliz) pençesinde günbegün erimiştir. Tarihsel anlamda bakıldığında, yürüyüşün, egzersizin ve bedensel hareketliliğin, felsefenin en eski zamanlarından beri günlük bir rutin olduğu hemen anlaşılabilir; yani bugün sunulan sağlıklı yaşam rehberleri, hiç de yeni araştırmaların bir keşfi ve neticesi değildir. Felsefe her ne kadar hastalıkla ve erimiş bedenlerle ilişkilendirilse de, onun pratikleri aynı zamanda bedenimizin sağlığı ve zindeliği için de elzem pratiklerdir.
Buradan hem gündelik hem de tarihsel olarak önemli bir öneri çıkarsanabilir: Felsefî etkinlik yaşamdan kopmayı, bedeni boş vermeyi ve ağır düşüncelere dalarken bedeni çürümeye ve yok olmaya terk etmeyi gerektirmez. Tam aksine, yaşamın akışı içinde bedeni de akışa ayak uyduracak biçimde hareketli ve devingen kılmak, altımızda bulunan yeri ve üstümüzde bulunan göğü sürekli değiştirmek ve yaşamı kendi akışkanlığı içinde kavramaya çalışmak felsefenin en temel ve en ilkel eğilimlerinden birisidir. Yürümek, egzersiz yapmak, bedenin zindeliğini korumak ve olabildiğince hareket etmek yalnızca tıbbî değil, ondan çok daha önceden beri felsefîdir de. O zaman hemen şimdi, sanki daha önce hiç yürümemiş ya da bu zamana kadar sanki boşuna yürümüş gibi, daha coşkulu ve tutkulu biçimde yürüyelim – Ne? Sokağa çıkmak yasak mı? Olsun. İstediğimiz vakitte yürüyebileceğimiz o günler elbet geri gelecektir. Samimi yürüyüşçü Søren Kierkegaard’nun da Henriette Lund’a yazdığı gibi; her şey bir yana olsun, yeter ki yürüme arzumuzu kaybetmeyelim.
Camus yâr, Nietzsche yardımcımız ve Kierkegaard yol arkadaşımız olsun…
Hamza Celâleddin, 1991’de Konya’da dünyaya geldi. 2013’te Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu ve 2014’te Konya Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans programına başladı. 2017’de Katil Nietzsche Asker Kant, 2018’de Dehşetli Peygamber Zarif Cellat, 2019’da Nietzsche’nin Altı Günü eserleriyle birlikte; Destek Yayınları felsefe serisi için Albert Camus, Søren Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre derlemelerini kaleme aldı. Son olarak ise Fihrist Kitap’tan Bir Otto Weininger Kritiği isimli kitabı yayınlandı. 2014’ten itibaren pek çok dergi ve online gazetede yazıları yayınlandı ve 2017-2019 yılları arasında Düşünbil Felsefe Dergisi editörlüğünü yaptı. 2019 yılından itibaren ise kendi dergisi, Henidik Felsefe ve Filoloji Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Ayrıca bir süredir tiyatro sahnesinde Felsefe Konuşmaları yapmaktadır.