Özge Nur Küskün’ün dikenleri ve farklılığı yüzünden kendini yalnız ve mutsuz hisseden arkadaş canlısı bir kirpinin keyifli hikâyesi Kirpi Piki’nin En Güzel Günü, Ren Çocuk aracılığı ve Arife Şeyma Gök’ün harika çizimleri ile geçtiğimiz yılın son ayı okurları ile buluştu.
Kirpi Piki’nin En Güzel Günü çocuklara her şeyin kendimizi sevmekle başladığını anlatıyor. Kendini olduğun gibi kabul eder seversen başkalarının seni sevmesi de kolaylaşır, diyor. Dış görünüşe gereğinden fazla önem verilen şu günlerde kahramanımız Piki’nin hikâyesi sadece çocuklar için değil yetişkinler için de düşündürücü nitelikte.
Küskün ile yeni kitabı üzerinden; ilk kitabın heyecanından, bugünün çocuklarını ısrarla kendi çocuklukları ile kıyaslayan ebeveynlerden, çocukların kitaplarını özgürce seçebilme haklarından, sözcüklerin gücünden ve çocuk edebiyatında çeviriden konuştuk.
Kirpi Piki’nin En Güzel Günü bir ilk kitap. Bize kitabınızın oluşum sürecinden, bu fikrin ne zamandır aklınızda olduğundan, basılı hâline ilk kavuştuğunuzdaki hislerinizden bahseder misiniz?
Elbette. Piki bir ilk kitap, evet. Yaklaşık on senedir çevirmenlik yapıyorum ve her çevirimde, çıkan kendi kitabımmışçasına çılgınca heyecanlar yaşıyorum. Bundan önce de ben henüz on sekiz yaşındayken bir yarışmada üçüncü olan bir öykü kitabım basılmıştı. Senelerdir editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştığım yayınevlerinde, birlikte çalıştığım her bir yazar arkadaşımın kitabı beni heyecanlandırır. Baskıdan gelen kitabın kokusunu başka hiçbir kokuyla kıyaslayamayanlardanım ben. Yine de ilk çocuk kitabımın heyecanını hiçbiriyle kıyaslayamadım. Gerçekten çok farklı bir duygu. Çünkü özellikle resimli bir çocuk kitabında, fikrin yazarın kafasında ortaya çıkışından yazıya dökülmesine, sonra o karakterlerin çizgilerle hayat buluşuna kadar geçen her bir süreç çok değerli ve heyecan verici. Aslında Piki, benim yazları köylerde ve bahçeli evlerde geçen fazla hayalperest çocukluk dönemimin hayali arkadaşlarından biri. Zamanla şekillenip bir isim ve karakter kazandı sadece. Piki’yi yazmaya net olarak pandemi sürecinde karar verdim. Malum, hepimizin bolca düşünmeye ve üretmeye zaman bulabildiği, kendi içimize döndüğümüz uzun bir süreç yaşadık. Piki’nin macerasını yazıp bitirdiğimde elbette ortaya çıkan ilk ürünü dostlarımla paylaştım ve bolca cesaretlendirildim. Ama resimlendirilmesi ve basımı konusunda eninde sonunda, bir süredir birlikte çalıştığım Ren Kitap ailesine ve sevgili arkadaşım, inanılmaz yetenekli çizer Arife Şeyma Gök’e güveneceğimi biliyordum. Aslında kitabımı Ren’e emanet etmemdeki en büyük etken Arife’nin harika karakter tasarımları oldu diyebilirim.
Kirpi Piki’nin En Güzel Günü bize her şeyin kendimizi sevmekle başladığını söylüyor. Kendini olduğun gibi kabul eder seversen başkalarının seni sevmesi de kolaylaşır, diyor. Bunu çocukluktan anlamayı ve öğrenmeyi çok kıymetli buluyorum, taşıdığı mesajın biz yetişkinler için de çok değerli olduğunu düşünüyorum. Doğu felsefeleri ile de ilgili olduğunuzdan da yola çıkarak bu öğreti biraz da kaynağını oradan mı alıyor?
Büyük oranda Doğu felsefelerinden temel alan kendi hayat felsefem böyle diyor, evet. Ben mutlu olabilmenin çok kolay olduğuna ve bu mutluluğun insana ruhsal ve fiziksel olarak şifa verdiğine inananlardanım. Yani yaşam sevincinizi kaybettiğinizde- etrafınızda mutlu olabilmeniz için bekleyen bir sürü sebep varken- mutsuzluğun, depresyonun kucağına düştüğünüzde bedeniniz de alarm vermeye başlıyor bence. Mutlu olabilmek için önce özünüzle ilgilenmeniz gerekiyor. Öz sevgi, öz saygı; yani önce kendinizi sevmeniz ve kendinize saygı duymanız gerekiyor mutlu olabilmek için. Hayatta her ne yaparsanız yapın, yaptığınız şeyi sevin, diyorum ben çünkü onu siz yapıyorsunuz. En değerli sizsiniz çünkü herkes gittiğinde kendinize siz kalacaksınız. Ve kendinizi sevmezseniz kimse sizi sevmez. Saygı görmek için önce kendinize ve yaptığınız işe saygı göstermeniz gerekir. Piki aslında kendini, doğayı ve ormandaki tüm arkadaşlarını seviyor ama karşılaştığı ön yargılar sonucunda kendine güvenini kaybediyor. Ta ki bir gün kendini ona olduğu gibi gösteren bir dost bulana dek. O zaman kendisi gibi farklı olanların da olabileceğini ve başkaları tarafından kabul görmenin çok da önemli olmadığını, mutluluğun asıl kendini sevip özgürleşerek geleceğini görüyor. Ve hayatının en güzel gününü geçiriyor.
Kirpi Piki, diğer hayvanlar dikenlerinden korktuğu için hiç arkadaş edinemiyor başlangıçta. En yakın arkadaşı Guguk bile ailesinin öğüdüyle Piki’den uzak olan dallara konuyor, dikenlerinin ona zarar vereceğinden çok öğretilmiş bir ötekileştirme ile. Ötekileştirme, günümüzde artan şiddetin bir diğer yönü. Ne dersiniz en azından çocuklarda edebiyatın değiştiren ve dönüştüren gücü ile bu durumu erken yaşlarda bertaraf edebilir miyiz?
Kesinlikle. Bu benim en büyük umudum. Bu yüzden ısrarla bu alanda ürün vermeye çalışıyorum belki birçok arkadaşım gibi. Bu noktada, sosyal hayatın dayatmalarına karşı durup bir yönüyle farklı olana toplum olarak bakış açımızı da sorgulamamız gerekiyor. Ötekileştirme, çocukların ve gençlerin asla öğrenmemesi gerektiğini düşündüğüm bir kavram. Ama ne yazık ki hayatın birçok alanında, okullarda bile karşımıza çıkıyor. Özellikle çocuklarımızı çok küçük yaşlardan başlayarak farklı olanın güzel olduğu bilinciyle yetiştirmemiz ve onların kafalarındaki keskin çizgili ayrımları hiç oluşmadan yok etmemiz çok önemli bence. Ben kitaplarımı hep, “Kirpileri dikenleriyle, yengeçleri kıskaçlarıyla, hayatı tüm renkleriyle sev!” diye imzalıyorum. Şimdi anlamasalar bile – ki ben anlayabileceklerine inanıyorum – günün birinde bu cümlenin değerini anlayacaklarını umut ediyorum.
Bugün gelinen noktada çocuklara kitap seçen yetişkinler, eserin çocuğun psikolojik yapısına uygun yetkin bir çalışma olup olmadığını sorgularken yazarın edebiyatla ilgili yetkin olup olmamasını gözden kaçırıyor kimi zaman. Bu sebeple piyasayı dolduran kitapların içinde “Ne var ki ben de yazarım ne de olsa çocuk kitabı” güdüsü ile yazılan kitaplar da olduğunu görüyorum. Birkaç iyi örnek olması bu durumu değiştirmiyor ne yazık ki. Siz ne dersiniz?
Mesleğim sebebiyle çocuk, gençlik ve genç-yetişkin edebiyatında verilen ürünleri yakinen takip eden biri olarak bahsettiğiniz vahim noktanın ne yazık ki farkındayım. Çocuk edebiyatı çok önemli bir alan. Bir çocuğa bir fikri, bir kazanımı, belli dozlarda aşı yapar gibi veremezsiniz. İnsan, çocukluk döneminde okuduğunu asla unutmaz. Çocuğu en net biçimde şekillendirebileceğiniz yaş aralıklarında ona okuttuğunuz kitaplar çok önemli. Özellikle okumayı yeni öğrenen bir çocuğun, içi imla hatalarıyla, anlatım bozukluklarıyla dolu olan bir kitabı okuması, bir de bu kitaptan fikren yanlış şeyler alması korkunç. Ebeveynlerin bol resimli ya da her yerde bulunan, ucuz kitaplara yönelmesi tehlikeli bir durum. Bu noktada yayınevine ve yazarın yetkinliğine güvenmek gerekiyor. Öğretmen ve ebeveynlerin, kitapları her açıdan değerlendirerek güzel okuma listeleri yapmaları faydalı olabilir.
Kişisel olarak iyi bir çocuk kitabından öncelikle eleştirel okuma becerisi ve çocukta dil gelişimini hızlandırmasını, anlama kavrama yeteneğinin yanında ileride özellikle yargılayan değil anlamaya çaba gösteren bir birey olması için düşünme becerisinin de genişlemesini beklerim. Sizin “iyi çocuk kitabı” tanımınızı ve önceliklerinizi öğrenebilir miyim?
“Yargılayan değil anlamaya çaba gösteren bir birey olması.” Ne güzel söylediniz. Böyle bakınca çok kitabi bir cümle gibi duruyor ama insan olarak modern çağın gerektirdikleri, yaşam koşulları ve koşturması içinde birçok değerimizi yitirdiğimiz, birçok değerin de kendi anlamını yitirdiği şu günlerde bu nokta çok önemli. Çocuğun masumiyeti ve yargısız düşüncelerinin zaman içinde değişmek durumunda kaldığını görüyoruz. Ama edebiyat çocuğa bazı güzellikleri, bazı değerleri fark ettirmeden verebiliyor. Ya da çok güzel anlatılmış bir hikâye, çocuğa okuma alışkanlığını, dahası belki yazma isteğini de kazandırabiliyor. “İyi çocuk kitabı şudur, şöyle olmalıdır,” diyebilecek durumda mıyım bilemiyorum ama bana kalırsa öncelikle çocuğa öz saygı ve öz sevgi bilincini, şefkat, iyilik, yardımseverlik, doğa ve hayvan sevgisi gibi şahane duyguları kazandıran, olanı olduğu gibi sevebilmeyi, hayal etmeyi ve istediği şeyin peşinden gidebilme özgürlüğüne sahip olduğunu öğreten, okuduktan sonra çocuğa kendini daha iyi hissettiren ve onu daha iyi bir insan yapan kitap, çok iyi bir kitaptır.
Yetişkinlerin en temel hatası bugünün çocuklarını kendi çocuklukları ile karşılaştırmak sanıyorum. Edebî olarak kötü yazılmadıkları sürece ne yazarın dilinin -diyelim kullandığı güncel argo sözcüklerin- ne de iyi bir çizerin elinden çıkmış ise resmin ürkünçlüğünün çocukta korkulan etkileri yapacağını düşünmüyorum. Onlar aptal değil, sadece çocuklar okuduklarının kitap olduğunu yani gerçek olmadığını biliyorlar. Çocuklara okuyacağı kitabı seçme ve özgürlük alanı tanınmasını daha doğru buluyorum. Ve diyelim ki tercih hatalı oldu, bu durumun çözümünün de yine daha iyi bir eser olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ne yazık ki yetişkinlerin çocuk yetiştirmedeki birçok hatasından biri de bu. Çok farklı bir nesil yetiştirdiklerinin farkında olamıyorlar ebeveynler çoğu kez. Bugünün çocukları her şeyin farkındalar ve bilgiye – diledikleri bilgiye – çok kolay erişebiliyorlar. Çocukların yargılarına güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum ben. Bir çocuk, ona verilmeye çalışılan değerin ne olduğunu bizden daha çabuk kavrayabiliyor. Ben de dilin sadeleştirilmesine karşıyım mesela. Bir çocuk, ilk okuma kitabı bile olsa soyutlaştırmanın da kısmen uzun cümlelerin de betimlemelerin de içinden çıkabilir. Ya da hayatta “mükemmel iyi” ve “keskin çizgilerle kötü” karakterler olmadığını, iyi ve kötünün belirgin tanımlar olmadığını, güzellik algısının geçici olduğunu, herkesin sahip olduklarıyla, kusurlarıyla, hatalarıyla güzel olduğunu anlayabilir. Ebeveynlerin bu noktalarda, “çocuğum bu kitabı anlamaz” gibi bir fikre kapılmalarını yersiz buluyorum. Siz kitap tercihinizi güvenilir yaptıktan ve elbette kitabı çocuğunuzdan önce mutlaka okuduktan sonra gerisini çocuğunuzun yargılarına bırakın, unutmayın ki o sizden daha saf ve bozulmamış yargılara sahip.
İngilizce metinlerden dünyaca ünlü birçok kitabı ana dilimize çevirmiş biri olarak size sormak isterim: Çocuk edebiyatı çevirisi yetişkin edebiyatına kıyasla kaynak metne bağlılık, edebî ve estetik özellikler, didaktik, pedagojik ve teknik nitelikler bakımından daha karmaşık mıdır? Farklılıklar var mıdır, varsa nelerdir?
Aslına bakarsanız, çeviri bir metni ele alış şeklimiz genel anlamda aynı oluyor. İyi bir çeviri metin, hem aslına sadık kalıp hem de hitap ettiği kitleye ve kültüre uygun seslenme biçimini yakalayabilendir bence. Çocuk kitaplarında biraz daha ikinci kritere uygun davranmaya çalışıyoruz. Belli terim ve kalıpları, belli ifade biçimlerini çocukların alışkın oldukları şekillerde söylemek, metnin aslına ya da o yazarın kültürüne ve o dile sadık kalmaktan daha önemli olabiliyor.
Diğer yandan günümüz çeviri çocuk edebiyatının büyük bir bölümünü klasik eserlerin oluşturması klasiklerin biraz da ezberlenmiş “güvenli” liman olmasından mı kaynaklanıyor? Bu durum çocukları güncel değerlerden ve edebiyatın çeşitliliğinden geride bırakmıyor mu?
Ben, çocukların öncelikle klasikleri “doğru” biçimde okumalarından yanayım. “Doğru” biçimden kastım elbette doğru çeviri. Ebeveynlerin çocuk klasikleri seçimi konusunda çok dikkatli davranmaları gerekiyor. Ama elbette çocuğa, ilgisini çekecek güzel bir ilk okuma kitabı seçmek yerine ona bilinçsizce bir klasik dayatmak büyük bir yanlış. Ebeveynler en doğru kitabın en çok okunan, en eski kitap yani bir “klasik” olduğunu düşünüyorlar genelde. Her ebeveyn kitap okuru değil ne yazık ki. Kendi okuma alışkanlığını oluşturmamış ebeveynler ne yaparlarsa yapsınlar çocuklarına bu alışkanlığı kazandıramıyorlar. Kendisi elinde devamlı telefonuyla gezen, devamlı iş yapan bir ebeveyn ne yaparsa yapsın çocuğuna bu alışkanlığı kazandıramayacaktır. Dolayısıyla ben, okul öncesi ve ilk okuma kitaplarının özenli seçilmesi gerektiğini, daha ileriki yaşlarda da çocuklara klasiklerin “doğru” biçimleriyle okutulması gerektiğine inanıyorum.
Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…