En sevmediğim saatler, yemek saatleri evde. Tırnaklarımın kenarındaki etleri yemeyi seviyorum ben. Annem. Ağzıma tıkıyor lokmaları, başımda bekliyor hep yemeklerde. Yutmuyorum hemen ağzımdakini. Tatları öyle kötü ki yemeklerin. Hepsinde kıyma var. Niye bilmiyorum. Ağzımda bekletiyorum ben de yemekleri. “Hadi, yut artık” diyor annem. “Tıpa yaptı yine” diyor abim. Bana bakıp gülüyor. Kaşlarımı çatıyorum. İnadıma daha çok bekletiyorum lokmayı.

Çok kızıyorum abime. Hep onu dövmek istiyorum. Yumruklarımı indiriyorum arka arkaya. Gülüyor. Daha da kızıyorum. Ellerim taş olurmuş. Öyle diyor annem. Korkuyorum. Çok korkuyorum. Yine de vuruyorum ona. Tekme de atıyorum. “Bu kız niye böyle?” diyor annem. Abim çok usluymuş. Derli toplu. Yemeklerini de yiyor. Ben ağzımda bekletiyorum onları. Oyun oynarken peşimde dolaşıp yediriyor annem bazen. “Koskoca kız, kendi yesin,” diyor birisi görürse anneme. Beni büyük zannediyorlar. Boyum çok uzun. Sınıfın en uzunlarındanım. Uzun boylu olmak güzel. Bahçede sıra olduğumuzda en arkadayım, Çok zayıfmışım ama, annem öyle diyor. “Abin ne güzel yiyor, bak” diyor sonra. Çok kızıyorum. Kapıları çarpıyorum. Usluymuş. Tembelin teki. Çok da akılsız. Her yıl sınıfta kalıyor. Annem evden tereyağı yapıp öğretmenlere götürüyor, babamla müdür yardımcılarıyla görüşüp duruyorlar da atılmıyor okuldan. Kitaplarına bakmıyor bile. Ben okuyorum onun kitaplarını. Tarih kitabını neredeyse ezberledim. En çok Orta Asya’da Türkleri anlatan bölümleri seviyorum. Altay Dağları’na gitmeyi çok istiyorum. Ortanca abim ders çalıştırıyor abime ama hiç. Kafasına iyice vurmalı. Yumruklarımı sıkıyorum. Zaten gizli gizli banyoda beni izliyor. Giysilerimi anahtar deliğinin üstüne koyuyorum. Anneme söylesem de inanmaz. Yalnız banyo yapmama izin vermez sonra bir de. Banyoda yapayalnız olmak ne güzel. Yavaşça şarkı da söylüyorum hem. Kimsenin gelmeyeceğini biliyorum banyoya, kendimle konuşuyorum sessizce, buğulu aynada ben, en iyi arkadaşım. Bazen annem yıkıyor yine de beni. Sırtımı iyi yıkayamazmışım. Kızıyorum, çok kızıyorum. Banyodan sonra ortanca abim saçlarımı tarıyor bazen. Ben en çok ortanca abimi seviyorum. Küçükken en çok istediğim şey büyüyünce onunla evlenmekti, Çok komik. Abiyle evlenilmez ki! Küçüklük. Onun annesi başka bir kadınmış. Fotoğrafları var babamla. Siyah saçlı, çok güzelmiş. Veremmiş, çok genç ölmüş. Öyle güzelmiş ki! Benim annem o mu olsaydı… Benim annem de güzel ama hiç süslenmiyor. Kafasında komik örtülerle geziyor, kışın kat kat giyiniyor, elbiseleri de çirkin. Ortanca abim hiç bilmiyor annesini. Annem onu çok sever, meyveleri seçip verir ona, ne yemek pişeceğini sorar. Abimle kızarız anneme, biz mi üvey çocuklarız?

Ünite dergimi alıp okumaya başlıyorum. Elimde silgim. Beyaz, sert. Babam işyerinden getirir silgileri. Şimdi çalışmıyor ama. Emekli oldu artık. Ben okula başlayınca o da işi bıraktı. Çok kağıt da getirir. Memurdu babam. Şef de olabilirmiş ama istememiş. Okulda arkadaşlarımın hiçbirinde yok bu silgiden. “Nereden aldın?” diye soruyor arkadaşlarım. Benim yalnızca okulda arkadaşım var. Arkadaşım olmasaydı da yine okulu çok severdim. Dersleri çok iyi dinler, öğretmen ne sorarsa bilirim. Bütün dersleri seviyorum. Arkadaşlarım “sen çok mu çalışıyorsun?” diyorlar. Yazılılardan önce hiç çalışmam ki ben. Evde hep ünite dergilerini, ders kitaplarını okurum. Annem beni öğretmene şikayet ediyor hep okuyorum diye. Matematiği sevmiyorum ama. Sayılar anlamsız geliyor bana. Kelimeler benim arkadaşım. Teneffüsler de güzel. Deli gibi koşarız, oyun oynarız. Ben en çok lastik oynamayı seviyorum, ama iyi oynayamıyorum. Herkes sokakta oynuyor, ben yalnızca okulda. Okulda hiç kızmam. Bazen bana “kibirli” diyorlar, o zaman çok üzülüyorum, kızıp ağlıyorum. Bana neden kibirli diyorlar, bilmiyorum, Onlar gecekondularda oturuyorlarmış, öyle dedi annem. Olsun, biz de apartmanda oturuyoruz. Apartmanda oturmak kötü mü? Çok küfür ediyorlar bir de. Ben hiç etmem, hiç sevmem. Abim küfreder bazen, annem o zaman kızar ona. Küfretmeyenlere kibirli mi diyorlar? Onların babaları da İstanbullu değilmiş. Kimisi Kastamonulu, Aydınlı bir kız var, yapraklı küpeleri olan, öğretmen kızıyor. Küpe takmak yasak ki. Benim kulağımda iplik var, annem yaptı, kulaklarım kapanırmış yoksa. Benim de annem İstanbullu değil.

Silgime bakıyorum. İçime çekiyorum kokusunu. Karışık bir koku. Dergime bakıyorum. Çilek resimleri. Sevdiğim tek meyve çilek. Yazın gittiğimiz annemin köyündeymişim gibi. Dallarda çilekler. Etrafıma bakıyorum, kimse yok. Koskoca salonda yalnızım. Ben, dergim ve silgim. Tırnağımın kenarındaki etten bir parça ısırıyorum. Gülümsüyorum. Oyunumda Belçika pazarından aldığım çilekten ısırıyorum. Belçika pazarının yanında da Lüksemburg pazarı var. Köyde her yer çiçeklerle dolu, uzun uzun otlarla. Bir çiçek yumağı bir pazar, pembe çiçekli olan, diğeri Lüksemburg pazarı. Atlası var abimin, oradan yeni ülkeler, öğrenirim hep. Dergimi okumaya başlıyorum. Türkçe, Hayat Bilgisi. Yepyeni şeyler öğreniyorum. Kopardığım parçayı ağzımda dolaştırıyorum. Elma ağacının üstündeyim şimdi. Başka bir ağaca çıkamıyorum ki ben. Anneannemin evinin arkasındaki ağaç. Çok severiz birbirimizi. Ellerim beni ona götürür. Biraz ilerde de çilekler. Bir elimde dergim, bir elimde çilekler. Yüksek sesle okuyorum. Ağacım da cevap veriyor. Dalını okşuyorum. Çilek yiyen bir ağacım ben de. Kardeşiz. Sait Faik Abasıyanık’tan bir okuma parçası. Balıklar var. Ağacıma denizi soruyorum. Bilmiyor tabii. Orada deniz yok ki. Gülüyoruz. Silgimi kokluyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Bir parça daha ısırıyorum etimden. Hayat Bilgisi’nde bitkiler. İçimden okuyorum. “Eğrelti otları. Damarlı çiçeksiz bitki. 360 milyon yıl öncesinden fosil kayıtları vardır.” Tek başıma bitkilerin arasında dolaşıyorum. Adları, özellikleri. Eğilip topluyorum bazılarını. Hava sıcak. Kimse bana karışmıyor. Çünkü burası köy, tehlike yokmuş. Kimse beni kaçırmaya kalkmazmış. Öyle diyor babam. Tek başıma hiç kimsenin olmadığı ıssız yollarda dolaşıyorum. Hep mısır tarlaları. Her yer kavak bir de. Rüzgarda nasıl dalgalanıyor yaprakları. Sesleniyorum, seviniyorlar. Kanallardan gürül gürül su akıyor. Kimse görmeden ayaklarımı sokuyorum. Bazıları çok derin, dipleri görünmüyor. Samatya, sahil boyunca yürüdüğümüz yol, yosunlu suların yanında, derin de olsa sular, hep denize bakarak. Deniz biraz pis kokar ama ayaklarımızı sokarız yine de. Kumlar da ayaklarımızı ısıtır, sıcacık. Mezarlığa kadar yürüyorum. Mezarlık karşıda. Karşıya geçmiyorum, yavaş yavaş geri dönüyorum. Kimseye söylemiyorum ne kadar uzağa gittiğimi. Yine kavaklar, hep kavaklar. Bir parça daha ısırıyorum. Dibimden “Anne! Ellerini yiyor bu!” sesi! Yerimden sıçrıyorum. Ne zaman gelmiş yanıma abim? Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Annem koşuyor. “Rezil olduk herkese” diyor kızarak. Yumruğumu masaya vuruyorum. Babam da öbür odadan geliyor. Abime tekme atmak için kalkarken sandalyem devriliyor. “Azgın taylara benziyor bu” diyor babam.