Açlık vicdanı nasıl öldürürse, para da erdemi öyle yaralar.
“Kahkaha ve Hıçkırık”, Hidayet SAYIN
Ne ilginç insanlarız! Bir şeye ederinden fazla ödemeyi kalite ile eşleştirip ölçeklendiriyoruz. X birim bir şeyi 3X birime almışsak, nedense daha “iyisini” elde etmişiz gibi bir hisle avutabiliyoruz kendimizi. Daha da ilginci; bunu hiç yadsımadan, kendimizi doğrudan buna ikna da edebiliyoruz. İlginç ya, vallahi ilginç. Ki bu ilginçliğe kimi temel ihtiyaçları karşılama noktasında ben de dahilim. Fakat eğitim mi? Yoo dostum, yoo! Orada dur işte. Siz durun, ben anlatmaya başlıyorum.
Öhm. Evet. Eğitim, sağlık ve barınma gibi aslında insan hakları evrensel bildirisinde de belirtilen; temel ihtiyaçların yönetici rejim erklerinin yurttaşlarına asli ve ücretsiz olarak tahsis etmesi gerektiğini, bunun yönetici mekanizmanın mesulü olduğu kitleye karşı yegâne ödevi olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi? Biliyoruz değil mi? Biliyoruz. Neyse. Evet. E o zaman ne bu zincir market gibi her üç-beş katlı binanın paralı eğitim kurumuna dönüştürülmesi? Hı? Ne bu şimdi?
Evet, bu temel ihtiyaçların doğrudan vatandaşın hizmetine sunulmuş nispeten “ücretsiz” olanları da var fakat serbest piyasa koşullarında, her alanda olduğu gibi özelleşme furyası belki de en çok eğitim alanında kendini gösterdi. Bu aslında sayıları her geçen gün artan, formasyonlarla birlikte daha da kalabalıklaşan eğitimci yığını (böyle ifade etmek istemezdim ama böyle) için belki de alternatif bir çalışma olanağı sunuyor olabilir. Fakat!
Eğitimde özelleşme bizde birçok şeyde olduğu gibi sanırım yine yanlış anlaşılmış olacak ki özel okullar, kolejler bugün günün koşullarının çok çok üzerinde, gerçekçi olmayan meblağlar karşılığında öğrenci kabul ediyorlar. Karşılığında ise daha nezih, daha nitelikli ve daha elit premium plus bir eğitim-öğretim vaat ediyorlar. Bu paketin içeriğine öğrencilerin temel eğitimlerine dahil olan müfredatın yanı sıra bilumum zekâ oyunları ile sosyal ve kültürel bir dizi aktivite içeren dersler de konulabiliyor. Bunlardan biri de Drama Dersleri! Oh. Konuyu buraya hiç getiremeyeceğim sandım ama getirdim.
Aslında temel eğitimi kapsayan süre boyunca yeni jenerasyonun bu gibi sosyo-kültürel açıdan da beslenebileceği ders içerikleri eklenmesi elbette karşı çıkılabilecek bir şey değil. Yalnızca burada konuya dair, eğitim kurumlarının tercih, arz ve talepleri biraz aşırıya kaçıyor. Çünkü bu gibi kurumlara neredeyse bir ev peşinatı düzeyinde ödeme yapan “sözde” bilinçli veli, sanırım bu yüksek meblağın her bir kuruşuna değin ilave katma değerler yüklenmesini bekliyor çocuğuna. Kurumsallıktan ziyade birer “patron” okulu olan bu “işletmelerde” diyeyim, lümpen aristokrat veli, yüklü bir bedel ödüyor. Kurumun sahibi de eğitimcilerine kendi müfredatlarından ziyade parayı verenin düdüğü çalacağı bir yaklaşımla, çocuğun hiç de yaşına ve kapasitesine uygun düşmeyen bir takım “yüklemeler” yapmasını salık veriyor. Buna direnen bir eğitimci idealizmi ile karşılaşırsa veliye geri bildirimde bulunmak yerine eğitimci değişikliğine gidiyor. Değişikliğe gitmekle neyi kastettiğimi anladığınızı düşünüyorum.
Ben değilim de sen yine de sağına soluna bakmadan, yüksek perdeden konuşma! Kahvehane işletirsin de bilmez misin, İstanbul’un vazifelisi çoktur!
Gülşen KARAKADIOĞLU, Piçhane
Eh! Hâl böyle olunca biricik uğraşını yaparak hayatını idame ettirmeye çalışan eğitimci, bu dolaylı mobbing karşısında kendi ideallerini ve mesleki prensiplerini bir kenara koyup kerhen kendinden istenilene yönelik bir yöntemi benimsiyor. Drama uygulamaları üzerinden açıklayacak olursak; her kademeden sınıfın yıl sonunda mutlak bir gösteri sunması isteniyor örneğin. Neden? Çünkü veli inanılmaz bir bakiye sağladı dolayısıyla çocuğunu sahnede görmek istiyor. Kendisi elbette drama uygulamalarının doğrudan sahne uygulaması olmadığından, o yaştaki bir çocuğun sıkıştırılmış bir takvimde ebeveynlerini mest edecek düzeyde bir performansa zorlanacak ve bu baskıyı yönetecek psikolojiyi henüz oturtmadığından ve bunun daha karakteristik eğilimleri bile biçimlenme aşamasında olan bir çocuk için ne kadar hastalıklı bir dokunuş olacağından bihaber olacak ki, aksi bir durumda hoyratlaşıyor, kabalaşıyor ve defaatle ödediği parayı hatırlatıyor. Çocuğunun önünde eğitimcisini, eğitimcisinin önünde idarecisini paylamaktan haya duymuyor. Hatta ve hatta (bunu duyduğumda yaptıkları mesleğin itibarı açısından ürpermiştim) eğitimci kadrosunu yeni öğretim yılı açılışında okulun girişine bir karşılama hostesi gibi sıralayan kurumlar dahi var. Çünkü bu başlı başına kapital bir ortaklık. Bir alışveriş. Bir hizmet satın alımı deyim yerindeyse… Bu tarz bir sunum da sanki bir lansman, yeni sezon ürünlerinin ya da yeni bir inovasyonun bir fuarda sunumu sanki. Tek bir şey söyleyeceğim bununla ilgili: AYIP!
Burada şunu belirtmekte yarar görüyorum; tüm özel kuruluşlar böyledir, tüm veliler bu türden davranışlar yahut talepler içerisindedir, demiyorum. Ben genele yaygın, tecrübe ve gözlemle sabit bir değerlendirmede bulunuyorum. Fakat şunu söylemekte de hiçbir beis görmüyorum: Evet, tümü böyle değil ama birçoğu böyle! Büyük bir çoğunluğu…
Hazır konuyu “drama uygulamaları” üzerinden tartışıyorken, “drama eğitmenliği” kısmını da kendi içimizde tartışmadan olmaz elbette. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki drama uygulatıcısının ya da eğitmeninin adı üzerinde bir öğretmen kimliği yoktur. Yani bu üniversitenin ilgili fakültelerine tabi bir branş değildir. Konservatuvar, güzel sanatlar fakültelerinden tiyatro alanında eğitim almış yahut dönemsel sertifika programlarına katılarak bir “belge” elde etmiş kimselerin uygulatıcı olarak ürettiği içeriklerdir drama uygulamaları. Yineliyorum; bu bir öğretmenlik değil olsa olsa bir mentörlük olabilir en kapsayıcı tanımıyla!
Yine istisnalar hariç olmak üzere, bu kuruluşlar uygulatıcı kısmında da nitelikli tercih yerine yönetilebilir tercihlerde bulunuyorlar. Ya da çalışmayı arzuladıkları kişi aktif bir sanatçıysa onun sahip olduğu melekelerin de doğrudan çocuklar üzerinde ilave katma değer oluşturacağı algısına düşüyorlar. Ki bence en yanlış tercihte bulunma biçimi de bu! Bilhassa bağımsız çalışan sanatçılar bu gibi kuruluşlarda sıklıkla görev alıyor malum nedenlerden ötürü. Ama şu var: Tiyatro ve drama aynı şey değil ki! Bir tiyatro sanatçısı mesleğinde gayet tabii başarılı diye, bu yeteneğin, çocuğunuzun üzerinde birebir izdüşüm sağlayacağı anlamına gelmez ki bu!
Drama uygulamaları her ne kadar tiyatro sanatı ile uğraşanların elinde sürdürülüyor olsa da başlı başına farklı bir pedagojik yaklaşım, apayrı bir kuram bilgisi ve buna paralel bilumum anlık uygulama pratiği gerektirir. Bu kadarı bile bana göre başlı başına ayrı bir lisans eğitimi konusudur. Bilmek, eylemek, iyi eylemek başka şeydir, bunu çeşitli yaş gruplarına hitap edecek bir inovasyona dönüştürüp uygulamak, yani bildiğini aktarmak çok çok farklı bir şey! İyi sanatçı iyi eğitmen olur diye bir kaide yok! Kaldı ki mesleki deneyimim boyunca bunun genelde aksini görmüşümdür.
Ve tüm bunların sonucu olarak, liyakate aykırı tutum ve anlayışa sahip idarecisiyle, bilinçli ebeveyn olmayı çocuğuna yaptığı harcama üzerinden tartan velileriyle, o yetiye sahip olsun ya da olmasın doğrudan istenileni vermek üzere kodlanmış devşirme eğitmenleriyle günün sonunda ortaya çıkan tablo kuruluşun çok amaçlı salonuna (ki bu çok amaçlı salonlar ilginçtir, çok amaçlı derler ama hiçbir amaca tam olarak hizmet edemezler) doluşmuş, elinde cep telefonlarıyla sürekli kayıt hâlinde olan bir veli güruhu, onlarca sınıf ve yüzlerce öğrencinin sevk ve idaresini sağlamaya çalışan, çırpınan gözetmen eğitimci koşuşturması ve küçük, kısa canlandırmalardan ibaret bir yıl sonu gösterisi!
Z raporu: Günün sonunda ortaya çıkmış üründen neye göre olduğu belli olmayan bir ölçütte memnun veli, müşteri memnuniyeti dolayısıyla günü kotarmış, ferahlamış bir idareci, Tanrım bugünü de atlattık ya sana binlerce kez şükürler olsun iç hezeyanıyla stresten tükenmiş eğitmenler ve elbette yıl boyu bu dayatmaya bir biçimde adapte ettirilmiş fakat sanatın estetik yönüne dair zerre farkındalık kazanamamış, gösterisi boyunca “ay yanlış şeyi mi söyledim, yanlış yere mi yürüdüm, dansın adımı böyle değil miydi, annemler nerede oturuyor, beni görüyor mu” paniğiyle oradan oraya savrulmuş yavrucaklar…
Drama uygulamaları, tiyatro çalışması değildir! Oyun çalışmasıdır. O yaşlardaki her çocuğun yapması gerektiği gibi, bazı olguları oyunlar ve interaktif uygulamalar yoluyla edinmesini sağlamaktır amaç. Bundan fazlası değil! Kaldı ki bu kısım bile metot uygularken son derece hassas ve kişiye özel yaklaşımlar üretmeyi gerektirir. Her çocuk farklıdır. Farklılık ise çeşitliliktir, renktir. Despot talep ve beklentilerle kendi beğenilerini fark etmekten alıkoyduğunuz bu küçük hanımları ve küçük beyleri tek bir renge buladığınızın farkında değil misiniz? Bilinçli olmaktan anladığınız şey, imkanlarınız elverdiği ölçüde çocuğu bir ton aktiviteye boğmak mı? Bir çocuk hem baleye hem resme hem satranca hem şuna hem buna eşit olarak bölünüp bunun sonunda nasıl olur da sağlıklı bir şekilde yönünü bulup “Heh, işte bunlardan hoşlanıyorum, şu bana keyif veriyor” diyebilir? Diyemez değil mi? Diyemez… Çünkü çocuk!
Uğraşan biriyim. Kendimi tek bir kelime ile tanımlayacak olsam bu olurdu herhalde. Kendimle, çevremle, işimle, aklımla, hayalimle, dünya ile, gökyüzüyle devamlı bir uğraş içerisinde buluyorum kendimi. Mutlak bir şeyleri daha iyi bulabilmek uğruna kavga verirken rastlıyorum kendime devamlı. Uğraşıyorum işte… Daha fazla okumaya, daha fazla birikmeye, anlamaya, anlatmaya, anlatamadıkça yazmaya; uğraşıyorum…