Kendi topraklarımızdan koptuk, Anadolu’ya geldik. Burayı evimiz olarak benimsedik ve bir süre sonra evimiz oldu gerçekten de. Günümüzde Türk tarihinden bahsederken hep Anadolu sonrası dönemleri işitir olduk, bu değerli topraklara gelmeden önce de arkamızda bıraktığımız geçmişimizi, arkamızda bıraktığımız miraslarımızı unuttuk. Bu geçmişin hiç şüphesiz en önemli sanat eserlerinden biri günümüzde bilinen en eski dokuma ürünü olan “Pazırık Halısı”dır.
Takdir edersiniz ki birçok sanat alanının olduğu ve günden güne de arttığı bir dönemdeyiz. Onca ilgi çekici sanat alanı içinde halı sanatının gölgeler arasında kalması üzücü bir şey. Günümüzde dahi evimizin ruhunu değiştiren, çıplaklığını örten ve üzerindeki desenleriyle ruhumuzu aydınlatan, evi gerçekten de ‘ev’ yapan bir unsur olarak halı, üzerine titrenmesi gereken bir konudur bizce. Fakat söze, “halı” kavramının kapsadığı nitelikler ve halının işlevi ile başlamak daha doğru olur. Halının günümüzdeki işlevini bir kenara bırakalım. Çünkü günümüzde bir evi nitelikli kılmak için daha farklı şeylerle süslemeyi tercih ediyoruz. Mumlar, çerçeveler, tablolar, şamdanlar, fotoğraflar gibi. Fakat halı sanatının serüveninin başlangıç noktası olarak milattan öncesi dönemleri ele aldığımızda bu süslemelerin dokuma ya da ahşap eser oymacılığı gibi sanatlar ile sağlandığını söyleyebiliriz. Ayrıca halının ilginç bir kullanım alanı olarak da taht örtülerini örnek verebiliriz. Çeşitli kaynaklarda Orta Asya Türk devletlerinin halıyı tahtlarda kullanımlarından da bahsedilir. Böyle bir dönem hayal edildiğinde; tarih öncesi döneme tarihlendirilen bu halının günümüze ulaşabilmiş olması gerçekten de ilgi çekici bir durum.
Peki nasıl oldu da bu değerli tarihi eser günümüze kısmen sağlam bir şekilde ulaşabildi?
Biz Türkler, Anadolu’ya gelmeden önce yayıldığımız coğrafya olan Orta Asya’da bir egemenlik halkası yaratmışız. Bu egemenlik halkası içinde yaşamını devam ettiren Türkler, ölülerini kurgan adı verilen yer altı mezarlarına defnetmişler. Bu definlerde yalnızca ölen kişi değil; o kişiye ait eşyalar, o kişinin atları ve atlarının koşum takımları, bazı sanat eserleri de yerini bulmuş. İklim olarak soğuk olan bu bölgede yerin altında muhafaza edilen sanat eserleri günümüze çok az hasarla ulaşabilmiştir. Pazırık halısı da soğuk iklimin dondurucu mucizelerinden biridir anlayacağınız.
Sıradaki soru ise “Bu halının Türklere ait olduğu nasıl anlaşıldı?” olacaktır. Aslında bu dönem çok sancılı geçmiş diyebiliriz. Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu’nun kaleme aldığı “Erken Devir Türk Sanatı” adlı kitapta bu halı ile ilgili güvenilir bilgilere rastlıyoruz. Yaşar Çoruhlu’nun anlatımını kısaca özetleyecek olursak; Persepolis sarayındaki kabartmalar ile halı üzerindeki süvari figürlerinin benzerliğinden yola çıkarak öncelikli olarak Perslere, ardından Asurlulara, Ahamenişlere ve Ermenilere atfedilen bu tarihi eser son olarak İskit dönemine tarihlendirilmiş. İskitler ise benzer niteliklere sahip olduklarından ötürü Hunlar ile bir tutulur bazı kaynaklar ve araştırmacılar tarafından. Ayrıca halının dokumasında karşılaşılan düğümler ‘Türk Düğümü’ olarak da bilinen ‘Gördes Düğümü’ şeklinde olduğundan eserin Türklere ait olduğu belirlenmiştir.
Biraz da ikonografik açıdan inceleyelim halıyı.
İlk bakışta halının birkaç bordür ile süslü olduğunu ve merkezinde de kareler ile oluşturulmuş bir dörtgen alan görüyoruz. Zaten bu özellikleri de ele alındığında, Anadolu’da süregelmiş halı sanatının özü olduğunu kabul etmek hiç de zor olmuyor.
Üçü dar ikisi geniş olmak üzere beş sıra boyunca halıyı çevreleyen bu bordürler; en dıştaki geometrik motiflerin içinde grifon adı verilen kartal başlı aslan vücutlu hayvan figürleri barındıran, en dıştan ikincisinde atlı süvarilerin tasvir edildiği, üçüncü sırada merkezdeki motiflere benzer nitelikteki motiflerle donatılmış olan, dıştan dördüncü sırada Anadolu öncesinden beri yaygın bir şekilde kullanılan “Hayvan Üslubu” olarak anılan üslupta işlenmiş geyik figürleriyle zenginleştirilmiş ve son olarak da yine grifon figürlerinin yer aldığı bir bordür sırası oluşturacak şekilde sıralanmış.
Bordürlerde işlenen atlı süvarilerin kıyafetlerininse Orta ve İç Asya’ya özgü kıyafetlerle benzerlikleri göze çarpmaktadır. Her iki bordürde de figürler birbirine zıt doğrultularda sıralanmışlardır, yani hareket birbirlerinin tam tersi yönünde işlenmiştir. Halı, aslında izleyicinin bakış açısında göre işlenmiştir. Halının neresinden bakarsanız bakın, figürler sizin bakış açınızı karşılayacak şekilde yerleştirilmiş.
Halının tam merkezinde bulunan 24 eş boydaki karenin içindeki motifleri çeşitli şekilde nitelendiren araştırmacılar olmuştur. Gerek Türk damgalarıyla gerek lotus(nilüfer çiçeği) süslemeleri gerek de Türk halılarındaki “Göl” motifi ile bir tutulmuştur bu motifler. Bir başka bakış açısıyla, dört yön sekiz bucak sembolizmi de düşünülebilir motiflerin içerdikleri anlamlar arasında.Fakat ilginç olan bir şey daha vardır ki ortada yer alan 24 eş boyutlu kare, 24 Oğuz boyunu nitelemektedir bazı araştırmacılara göre.
Bu halının işlevi ise çokça araştırmacılar tarafından farklı şekilde yorumlanmış. Kimi ortadaki kareleri ele alarak bir oyun halısı olduğunu, kimisi bir eyer örtüsü olduğunu, kimisi yalnızca ölünün mezarına konulmak için yapıldığını öne sürmüştür fakat bu konuda bir bilgimiz maalesef yoktur.
Her bir santimetrekaresinde 36 gördes düğümü bulunan halı günümüzde, Türklere ait birçok sanat eserine ev sahipliği yapan Leningrad Hermitage Müzesinde yer almaktadır. Yolunuz düşerse görmenizi tavsiye ederiz.
Kaynaklar: Yaşar Çoruhlu, Erken Devir Türk Sanatı, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2013
Bekir Deniz, Anadolu-Türk Halı Sanatının Kaynakları, Sanat Tarihi Dergisi, 2005.
1996’da Antalya’da doğdu. İlk kez “Büyüyünce ne olacaksın?” dediklerinde “Yazar!” diye cevap verdi, o günden sonra verdiği bu cevap da hiç değişmedi. Sanatla iç içe büyüdü, sanatçı olmak istedi. Sanatçı olamayınca, sanat tarihçisi olmak istedi. Şu anda Akdeniz Üniversitesi’nde Sanat Tarihi eğitimi alıyor ve elinden geldikçe yazmaya gayret gösteriyor.