“Neden hep, dönüp dolaşıp… Sana geliyor bu, zaman okları.” dedi kendince. Duraksıyordu.

“Ne vardı… Beni bir kere fark edebilseydin.”

“Etrafındaki bunca sesin içinde, konuşmayanı seçebilseydi gözlerin. Aynı manzaraya sahip olabilseydik seninle.”

 

Kabardıkça göğsü, derin hırıltılarla solukluyordu deniz. Güvende hissettiriyordu onu bu. Hoşuna gitmese de. Sonunu getiremediği cümlelerin bu hasta darbeler tarafından tamamlandığı hissi, bir nebze de olsa rahatlatıyordu kamburunu. Elleriyle omuzlarını sardı, soğuk nefesi yüzündeydi artık denizin. Karşıladı. Yanağında bir tanıdığın sıcaklığı vardı şimdi.

Oturduğu bankın sert ve soğukluğuna aldırmadan kızı izliyordu. Ne kadardır buradaydı… Hatırlamıyordu bile. Kız ise her şeyden habersiz yanaklarında sürünen ıslak rüzgârın keyfini çıkarıyor; çocuklarını ellerinden bırakıp yalnız oynamalarına izin vermiş bir anne gibi saçlarının, omuzlarına bol gelen okul süveterinin, beyaz gömlek yakalarının, diz kapaklarında uçuşan etek uçlarının artık buluğuna gelmiş olduklarını görmenin mahzun gururunu tadıyordu yumulu göz kapaklarında. Rüzgâr karşısında, devingen bir göz bulandırıcının ayinâne dansı gibiydi, saçları. Sanki, serin sularda bir ahtapotun aheste kolları… Şimdi kalksa ayağa, arkasından varıp tüm içtenliğiyle anlatsa; ondan çok hoşlandığını, nicedir söylemek istediğini söylese… İndirdi bakışlarını. Rüzgâr estikçe daha da berraklaşıyordu sanki kız. Sanki, önceden de buradaymış gibi.

Sanki, hep buradalarmış gibi.

 

“Neden daha önce söylemedin?”

Düşüncelere dalmış, ağır ağır devam ediyordu omuzlarını sıvazlamaya. Ayırt edemediği bir ses duydu arkasından. Utangaç ve bihuş bir halde döndü ona doğru, dalgaların boğduğu ses… Bu, oydu.

“Sen… A-anlayamıyorum.”

Vücudundan sızan utanç huzursuzluğunu daha bitirmemişti ki hemen, güzel kızın oturmasıyla sallandı birden bank.

“Beni izliyordun.”

“Ha…hayır… Ben, denizi seyrediyordum. Orada olduğunu bile görmedim.”

“Neredeydim ki?” Gülümsedi kız.

“Yani… Orada. Yani her neredeydiysen işte.”

“Yalan söylüyorsun. Beni izlediğini gördüm.”

Küçük yüreği sıkıntıyla dolan genç cevap vermedi. Sustular. Dalga sesleri ve deniz, yeniden aralarına girmişti.

“Çekindim… Çünkü, çekindim. Beni tanımıyordun ne de olsa. Hiç tanışmadık seninle.”

“Hiç mi?”, diye, eşlik etti dalgalara kız.

“Hiç… Ben seni tanıyordum, gerçi. Hep uzaktan seyrettim seni. O kadar uzaktandı ki… Bir zaman sonra çevrendeki her şeyle bir bütün oldun benim için. Büyüdün, büyüdün… Çevrende ne varsa sanki yutarak genişledin. Sonra, ben de… Ulaşılmaz oldun. Beni hiç fark etmedin sen.”

“Yanıma gelseydin, sana cesaretini kıracak bir şey söylemezdim.”

“Nasıl bilebilirdim ki… Senin için, tanımadığın diğer onlarca insandan sadece bir tanesiydim ben. Bana da öyle geliyordu ki, seni de yalnızca bir ben tanıyor muşum… Seni tanıdım. Her hareketini, her jestini ezberledim. Hatta, giderek sana benzemeye başladım. Göremeyince, seni özledim.”

“Gerçekten mi?”

“Gerçekten… Buradan baksaydın, sen de özlerdin.”

“Bana bunları daha önce anlatmanı isterdim.”

“Anlatmamı… Anlatamazdım. O kadar büyüdün ki, sana her yaklaşmaya çalıştığımda kendimi eğiminde bocalarken buldum. Anlıyor musun?..”

Gözleri dolmuştu. “Bazen bakıyordum, sana uzaktan… Ne çok şey kaybetmiş! diyordum; bir anneden doğdun ve vücuda geldin, oysa, senin de kendini uzaktan seyredebilme hakkın vardı!”

“Seni çok seviyorum.”

“Hiç fark etmedin beni… Hiç! Sırtındaki çantanın rengini, yanından geçtiğin kafenin tabelasını, okuduğun kitabı, sandalyene astığın ceketini… Hep uzaktan seyrettim seni…”

“Şş… Geçti, artık hep birlikte olacağız.”

“Seni izleyip, ileride senden kalacak tek hatıranın yalnızca seni seyrederken etrafımdaki insanların gürültülerinin olacak olması!.. Ben hep uzaktan seyrettim seni… Hep uzaktan seyrettim!..”

“Ben de seni seviyorum Adem.”

“Her şeyi hatırlayıp yüzünü unutacak olmak!..”

“Hepsi geçti artık. Hepsi…”

 

Kız, hasta bir çocuğu uzandırır gibi yatırdı gencin başını göğsüne. Hıçkıra hıçkıra sayıklıyordu. Güzel kız, tüm efsuniyetiyle bir öpücük kondurmuştu boynuna şimdi. Ayırt edemedi. Artık ne söylediğinin, kiminle olduğunun hiçbir önemi yoktu.

Annesi, dudaklarını çocuğunun boynundan çektiğinde büyük bir çığlık koptu hasta evinden. Ayırt edemedi, yanaklarında bir tanıdığın sıcaklığı vardı şimdi.