Salona girdiğimizde ürperdiğimi hissettim bir an. Sahnede üst üste yığılmış cesetler vardı. Giysilerinde kurumuş kan lekeleri. Korkunç bir felaket yaşanmış olmalıydı. Acıyla katılaşmıştı gözbebekleri. yYoğun, genzi yakan bir kan kokusu yayılıyordu sanki.

Nova Oyun Yapım’ı geçen sezon, “Takma Kirpikler” ile tanımıştım. Birkaç ay önce, Elçin Gürler, “Aliya İzzetbegoviç” ile ilgili bir oyunla perde açacaklarını söylediğinde, doğrusu ya, çok heyecanlanmıştım. Amacı, Aliya’nın yaşantısını, felsefesini, mücadelesini kısa bölümler halinde sahneye aktarmak olan bir oyun yazdığından; Bosna Savaşı, soykırım hadisesi ve en önemlisi savaşın tam ortasında ‘insan’lığını yitirmemeye, bir umuda tutunmaya çalışanların çığlığını sesimize düğümlemeyi amaçladığından, bahsetmişti.

Dekor kostüm, ışık, efekt tasarımı ve son derece etkileyici mizansenler, koreografisi ile “Aliya” ilk andan itibaren izleyiciyi bir döneme başarıyla taşıyor. Dünden bugüne,  dünden yarına, yarından bugüne bir uyarı sanki. Suç ortağı ve tanık oluyoruz oyun boyunca. İstesek de istemesek de.

Tiyatro yazınımıza yeni eserler kazandırmaya devam eden Elçin Gürler’in ustalık katına yaklaşan işçiliği, dil bilgisinden, özeninden ve  yarattığı karakterlere kattığı derinliklerden geliyor, hiç kuşkusuz. Tiyatromuz için yeni bir sesin habercisi her şeyden önce Elçin Gürler. Bilirsiniz, bazı tekstler gerçekten, eşine az rastlanır güzelliktedir, sadece sahnede izlemekle yetinmeyip defalarca okumak, kimi satır altlarını çizmek istersiniz. İşte, Elçin Gürler’in yazdığı piyesler bu lezzeti sunuyor cömertçe.

“Aliya”,  “Takma Kirpikler”in hemen ardından izleyiciyle buluştu ve büyük ilgi görmeye devam ediyor. Neden “Aliya” desem, bu proje nereden aklına geldi  Elçin? 

Aslında bu projeyle ilgili olarak, çok kez Boşnak veya göçmen olup olmadığım sorusuyla karşılaştım. Kökenlerimde böyle bir geçmiş olmamasına rağmen, her zaman Balkanlara karşı büyük bir ilgi duydum. Bosna-Hersek’te yakın tarihte yaşananlar ve Bilge Lider Aliya ile tanışıklığımsa beş yıl öncesine dayanır aslında. Oldum olası tarihe ve dünya siyasetine ilgi duymam ve Aliya İzzetbegoviç’in “Nefrete nefretle cevap vermeyin,” sözünü ilk duyduğumda hissettiklerim onu tanıma yolunda çıkış noktam oldu, diyebilirim. Ardından bu söz gibi, Aliya’nın pek çok edebi sözü olduğunu keşfettim. O hem bir lider hem gerçek bir dünya adamı ve sadece inançları yüzünden çok çekmiş bir lider.

Dahası ‘Küçük insanın büyük dünyada verdiği hayatta kalma çabası’ysa bu teksti yazarken başlangıç noktamdı. Aliya’nın kitaplarını ve hayat hikayesini okudukça onun bir liderden öte kendini sıradan bir insan olarak görmesi, doğrusunu söylemek gerekirse beni hayli şaşırtmıştı. Bu çalışmamda, hem yakın tarih okuması hem de Aliya’nın hayatından kesitlerle Balkanlarda yaşanmış bir dramı aktarmaya özen gösterdim. Çünkü unutturulmaya çalışan bu soykırım, insanların sadece inançlarından dolayı yargılanması ve bunun ortasında insan kalmaya çalışanların hikayesi son derece etkileyici detaylarla doluydu. Bunun sorumluluğu ve bilinciyle yazmaya başladım.

Yazmadan önce yayın taramasıyla geçen ön hazırlık ne kadar sürdü? Hangi kaynaklardan yararlandın?

“Aliya” oyunu giderek, benim titiz çalışmamın yanında yönetmen, oyuncu, teknik kadronun, aktarmaya çalıştığımız o korkunç trajediyi sahiplenip detaylı araştırmasıyla beraber, katlanarak derinleşen bir hal aldı. Aliya’nın tüm kitaplarını ve Balkan tarihini okumam yaklaşık beş ay kadar sürse de prova aşamasında da araştırmalarım devam etti. Bu alanda Boşnak derneklerinden fikirler ve doneler temin ettim. Aliya’nın özellikle Tarihe Tanıklığım, Zindandan Notlar, İslam Deklarasyonu gibi kitapları İsnam Taljic’in Srebrenitsa’nın Öyküsü, Mehmet Koçak’ın Srebrenica Soykırımı, İnsanlık Tarihinde Kara Bir Leke gibi kitapları da araştırma boyunca bana çok destek oldu. Ayrıca Aliya İzzetbegoviç’in Türklere yazmış olduğu mektuptan bölümler de oyunun sonlarında bir oratoryoyu andıran sahnelerin çıkmasını sağladı. Bu arada yönetmenimiz Hidayet Erdinç’in teksti defalarca farklı boyutlardan ele almış olması da oyuna çok şey kattı.

“Takma Kirpikler”de ki o sonsuz melodram tadını unutamam. “Aliya” da gerçek hadise ve kişilerden yola çıkarak çok sağlam bir tekst yazmışsın. Yazma aşamasında zorlandığın oldu mu? Yakın tarihi anlatmak kimi tuzakları beraberinde getirebilir çünkü…

Biyografi yazımı, hiç kuşkusuz, elimizde doneler olmasına rağmen, hem gerçeği hayalle kurgulamak, hem de seyircide tiyatral bir tat bırakabilmek adına oldukça meşakkatli bir çalışma örneği. Sürekli zihninizin açık olması gerekiyor ve yeni fikirlerle seyirciyi  sıkmadan zorlu bir konuyu işlemenin ağır bir sorumluluğu olduğunu yadsıyamam. Burada özellikle belirtmek istiyorum ki, gerek “Takma Kirpikler”,  gerek “Aliya” da olmak üzere, tüm oyunlarımda kendime has feminen bir anlatım tarzını olabildiğince kullanmaya çalıştım. Örneğin, Aliya’nın ailesiyle olan sahnelerinde yer alan “Savaşta bu kadar güzel olmak yasak olmalı,” repliği, bana göre oyunun tüm duygusal ve romanesk yanına da dikkat çekmekte. Bir sanatçısının herkesi kalbiyle kucaklaması gerektiği inancındayım. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi Soykırımı nasıl tüylerimizi ürpertiyorsa, yakın tarihte Avrupa’nın ortasında katledilen bir millet de aynı hissiyatı yaşatıyor ister istemez. Ölen, öldürülen, katledilen insanlık neredeyse onların hikayelerini kendi penceremden yazmaya, araştırmaya ve sahneye koyulması için mücadeleye her daim devam edeceğim.

İzleyiciden gelen tepkiler nasıl?

Bu oyunu defalarca, seyircinin arasında soluksuz seyrettim, diyebilirim. Sanki başkası yazmış gibi bambaşka açılardan bakmaya çalıştım piyese. Her oyunda seyircinin farklı noktalarda farklı tepkiler vermesi beni çok memnun etti. Örneğin ilk sahnede “Kral Lear”dan esinlenme bir rüya sahnesi bulunuyor, bildiğiniz gibi. Kimi seyirci başka bir oyuna gelmiş hissinde bulurken kendini, kimisi bunu son derece çarpıcı bir sahne olarak yorumluyor. Bazı seyircilerse oyunu savaşın ortasında oldukça romantik bulabiliyor. Bu oyunun bir kadın yazarın elinden çıkmasının da, bu konuda büyük bir  etkisi var, doğal olarak. Kimi seyircilerde kalabalık kadronun pek çok role hayat vermesinden dolayı oyunu tam bir ekip çalışması olarak nitelendiriyor. Ancak herkesin tüylerini diken diken eden öyle bir replik var ki itiraf edeyim her seferinde beni de çok etkiliyor:  “Çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar anne?”

Yazar Elçin Gürler eserini sahnede izlerken ne hissediyor? 

Kendimi hala henüz işin başında bir yazar adayı olarak görüyorum. Ve olabilmek için hemen hemen her gün bir mücadele veriyorum. Sahnede oyunu sergilenen bir yazar olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Şanslıyım, çünkü kağıda yazdığım karakterleri  başarıyla yorumlayan oyuncu arkadaşlara sahibim. Oyun devam ederken hala oyuncu arkadaşlarımız araştırıyor, hazırlanıyor, oyuna farklı şeyleri katabilmek adına uğraşıyor. Ben de her seferinde oyunu seyrederken, repliklerime başka açılardan bakabiliyorum. Bazen eksikliklerimi görüyorum, bazen bu hikaye benden nasıl çıktı bile diyebiliyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki, eğer bu oyunu yeniden Nova Oyun Yapım çatısı altında sahneye koysaydık yine aynı şekilde olması için savaşırdım.

Bir sonraki projen belli mi?

Nova Oyun Yapım olarak daha önce denemediğimiz bir şeyi yaparak, yine benim yazdığım bir oyun olan kara komedi tarzındaki “İkinci Şans” ile bu tiyatro sezonunda seyirci ile yeniden buluşacağız. Şu anda bu oyunun hazırlığı içindeyiz. Ve süreç gerçekten hem heyecanlı hem de güzel bir şekilde ilerliyor. Güzel bir oyunun geldiğinin müjdesini verebilirim.

 

Fuayeden ayrılırken, Tarık Günersel’in Reşat Nuri’den uyarladığı “Son Sığınak” adlı oyundan bir repliği hatırladım: “Tiyatroda kendimizden kaçarken, kendimize rastlarız. Seyirci olarak da, oyuncu olarak da..”

Nova Oyun Yapımı ve Elçin Gürler bir defa daha kendimizle rastlaşmamızı sağlamıştı… “Takma Kirpikler”den sonra, yeniden, bir kez daha.