Hayatıma bir dostu çok zor dahil ederim. Sıcacık bir merhabayı kimseden esirgemem ama kalbimi açacağım, duygularımı paylaşabileceğim biri nadir girer yaşamıma. Bunun için kanlı canlı bir bireye de ihtiyaç duymam. Kimi zaman kitaplardan bir dost sızıverir yaşamıma. Bugün sizinle hayatıma kadim bir dost gibi giren Kırmızı Fil’i tanıştırmak istiyorum.
Hikâyesi ile beni büyüleyen Kırmızı Fil’in oluşum sürecine dair kitabın yazarı ve çizeri Ferit Avcı ile bir söyleşi gerçekleştirdim. Dilerim bir gün siz de Kırmızı Fil’i görürsünüz.
Keyifle okumanız dileğiyle.

“Büyüdükçe çocuk olmaktan, düş kurmaktan kurtulamadı.” Biyografinizde rastladığım bu cümle gülümsetti beni. Çocuk edebiyatı yazarı olmak için çocuk olmaktan ve düş kurmaktan kurtulamamak mı gerekiyor, ne dersiniz?
Yaşama yolculukla başlarız. Önce, bebek sonra çocuk, sonra genç ve yetişkin diye ilerleriz. Bizi en çok etkileyen süreç çocukluk dönemidir. Zaman içinde unuttuğumuz anılarımız vardır ama çocukluk dönemine ait yaşanmışlıklar asla unutulmaz. Çocuklar sevgi ve düşle beslenir. Büyüdükçe düş kurmak hayatımızdan çıkar, bizi bırakır ya da biz onu bırakırız. Çocuk edebiyatına bulaşmış biri mutlaka düş kurarak yol alır. Çocuk kitaplarının büyük bir kısmı, masallar, çizgi filmler, çizgi romanlar, tiyatro oyunları bizi günlük yaşamdan uzaklaştırıp farklı bir serüvene sürükler. Eğer bir sanatçının heybesinde düş kırıntıları yoksa onun işi zordur.
Kırmızı Fil’i Gördünüz mü? sizin sadece olay örgüsünü oluşturduğunuz bir eser değil. Aynı zamanda resimleyerek hem kelimelerinizin hem de çizimlerinizin büyüsüne kapılmamıza olanak sağlıyorsunuz. Peki eserinizi kendinizin resimlemesinin avantajları nelerdir? Resimlerken önceliğiniz ne oluyor?
Farklı yaşlardaki çocukların beslenmeleri, istekleri algıları nasıl farklıysa kitapları da farklıdır. İki yaşındaki çocuğun elindeki kitapla, 4-5 ya da 7-8 yaş grubunun çocuk kitabı aynı özelliklere sahip değildir. Resimleri, içeriği ve yazı dili çok önemlidir. Çocuklar için tasarlanmış kitaplar; anne sütü kadar besleyici ve değerli, anne kucağı kadar sıcak olmalıdır. Bugüne kadar çok sayıda yazarın kitaplarını resimledim. Yazarın anlatmak istediğini resimliyorum. Yazı metninin önüne geçmemeye çalışıyorum. Kendi yazdığım ve resimlediğim kitaplar çok daha eğlenceli oluyor. Bir film çekiyorum. Senaryo, oyuncu, kostüm, dekor, yönetmen, ışıkçı, benim. Karışan yok, itiraz eden yok. Canım nasıl isterse öyle çalışırım. İstediğim boyayı, kâğıt çeşidini, kitap ölçüsünü belirlerim. Süre sıkıntısı yoktur. Bazen 2 ay, bazen 1 yıl sürer. Bittikten sonra ortadan kaldırıp gözden uzakta bir yere saklarım. Aradan 15-20 gün sonra bulup tek tek incelerim. Beğenmediğim sayfalar olursa onları kitaptan çıkarır, yeniden çalışırım. Tamam oldu bu dediğimde yayınevine gönderirim.
Bebeklik döneminde başlayan bir ayrılık kaygısı vardır çocuklarda. Bu kaygıyı gidermek için anne babalar sık sık “cee ee” oynar çocuklarıyla. Ben Kırmızı Fil’in kayboluşunu da bu kaygının ortadan kalkması için oynanan bir oyun olarak okudum, yorumladım. Kırmızı Fil’in hikâyesinin ayrılık kaygısına dair olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tüm canlılarda böyle bir kaygı fazlasıyla var. Yalnız kalma, terkedilme duygusu içgüdüsel olarak genlerimize işlemiş de olabilir. Kitap üzerine çalışırken ayrılık kaygısı üzerinde durmadım. Bugün geriye dönüp baktığımda neden olmasın diye düşündüm.

Kitabınızda mor bir kedi, kırmızı bir fil, yeşil bir karga, mavi bir balina var. Biz yetişkinlerin alışık olduğu renkler yerine çocukların hayal ettiğinde mümkün diyebileceği renkler bunlar. Çocuk edebiyatı yazarı olarak size sormak istiyorum. Çocukların hayal güçlerinin büyüdükçe kaybolmaması için biz yetişkinler neler yapmalı, onları nasıl yönlendirmeliyiz?
Genelde ezberletilen renkler vardır. Resim öğretmeni olarak görev yaptığım okullarda, resim dersi boş geçmesin diye farklı branşlarda derse giren öğretmenler şöyle derlerdi: Çocuk kırmızı bulut yapmış, insan yüzünü maviye, ağaçları mora boyamış, böyle şey mi olur? Çocuğun ilk aldığı darbeler burada başlar. Bazen annesi, bir arkadaşı ya da bir komşusu resme karışır. Çocukların resmine burnumuzu sokmazsak her çocuk bir Picasso’dur. Onları resimden soğutan kalıpların içine hapsetmemizdir. Bir gerçek var ki, biz istesek de istemesek de yaşam koşulları, yanlış meslek tercihleri, çevre, ilerleyen yaş bizi gerçeklerle baş başa bırakır. En kötüsü de rutine yakalanmaktır. Bunu kırmak için kültür ve sanata zaman ayırabilmektir. Cadde üstünde bulunan bir sanat galerisine dalmak ya da bir tiyatro oyununu izlemek, bir kitapçıda raflardaki kitapları karıştırmak eve giderken bir demet çiçek almak, sokakta yürüyen koşan insanları seyretmek, kaldırım kenarına büzüşmüş bir kedinin farkına varmak. İşte o zaman farklı bir bakış açısı yakalarız.
Başkahramanımız dışında kitapta insan yok. Aksine olay örgüsüne tablodaki hayvanlar eşlik ediyor. Toplum olarak ise maalesef insanlara ve insan dışındaki canlılara yaşam hakkı tanımıyor, şiddetsiz güvenli bir ortam sağlayamıyoruz. Normalleşen(!) şiddet ve canlıların yaşama hakkı üzerine ne söylemek istersiniz?
Son yılların en büyük sorunlarından biri de çevremizi ve dünyayı bizimle paylaşan canlıları yok etme politikası. Denizlerdeki kirlilik, balık çeşitlerinin azalması, orman yangınları ile birlikte kaybolan habitat, hayvan türlerinin yok olması, beslenme alanlarının azalması … Bu konuda kitaplar, seminerler, yapılan etkinlikler tek başına yeterli olmayabilir. Yine de hepimizin ufak çapta da olsa yapabileceği çalışmalar vardır. Herkes evinin önünü süpürürse diye bir söz var. Yol kenarında çiçek açmış bir ağacı görünce şunu düşünürüm: Onun bana ihtiyacı yok, benim ona ihtiyacım var. Ben olmasam da o yine çiçek açacak, meyve verecek.
Çocukların merak duygusunu da çok güzel örneklendirmişsiniz. Tabloda Kırmızı Fil’in kaybolduğunu gören çocuk tek tek herkese Kırmızı Fil’i soruyor. Merak, öğrenmenin ilk adımıdır. Ancak ilginçtir ki çocuklar soru sormayı zamanla azaltır. Bu döngüyü kırmak için, merak etmeyi, keşfetmeyi, sorgulamayı seven çocuklar yetiştirmek için neler yapılabilir?
Merak etmek, araştırmak bizi ileriye taşır. Çocukların bir kısmı evdeki oyuncaklarının içini açıp nasıl çalıştığını merak eder. Ailesi onun bu yaptığını ‘Bak yavrucuğum bu oyuncağa dünyanın parasını saydık, ne hâle getirmişsin’ diye üzerine yürürse o çocuk artık merak etmeyebilir. Yolda yürürken ağaca konmuş bir kuş mu yoksa serçe mi, yoksa şu havada süzülen kızıl kırlangıç mı, diye sorabilir onun merak duygusunu köpürtebiliriz. Evde kaybolan bir çorabın nerede olduğunu sorup merak ediyorsak kafamızı kurcalayan konuyu da merak edip araştırıp, soruşturup açıklığa kavuşturabiliriz.

Kırmızı Fil’in eve dönmesiyle onun gelişini kabullenmesi beni çok duygulandırdı. Güvenli bağlanmanın, kabulün, sevgiyle kucaklamanın, gidebilirsin ve döndüğünde yine kapım sana açık ifadesinin eşsiz bir örneği. Vedalara, ayrılıklara, yeniden kucaklaşmalara, affetmeye, hesap sormadan kabul etmeye dair düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Sorunuz konuyu o kadar güzel açıklamış ki, belki de doğrusu ve yapılması gereken de odur. Ama biz bunları yapabiliyor muyuz derseniz sanmam. İşte çocuk dünyasıyla aramızdaki fark bu olabilir. Konuşur, ahkam keseriz ama yapmaz, yapamayız.
Olaylar başkahramanımızın odasında geçiyor. Odasındaki detaylara hakimiz ancak evin diğer kısımlarına dair bir fikrimiz yok. Mekânı sade ve sınırlı tutma nedeninizi öğrenebilir miyiz? Çocuk edebiyatında olay örgüsünün aktarımında mekân özellikleri ne olmalıdır?
Her yazarın ya da çizerin konuyu işleyişi birbirinden farklıdır. Bir odayı çizerken gereksiz hiçbir şeyi odaya koymamaya dikkat ederim. Sade, anlaşılır, konuyu dağıtmadan merkeze odaklanmayı tercih ederim. Odanızın içinde ne kadar çok malzeme olursa konudan o kadar uzak olursunuz. Bu anlatılmak istenen öyküye de bağlıdır. Gerekliyse yapılmalıdır.

Yağmuru seyrederek uyuyan bir çocukla tanışmak bana mutluluk verdi. Yağmur yağınca ıslanır diye dışarıya salmadığımız, kedi ve köpekten mikrop alır diye ellettirmediğimiz çocuklarımızın doğaya ve canlıya duyarlı olmasını beklemek büyük bir yanılgı olacaktır. Pandemi de doğadan ayrışan bizlere gerekli mesajları verdi. Toplum olarak bu mesajları aldığımıza inanmak istiyorum. Belki de eğitim sistemimizden başlayarak bir düzenleme yapmamız gerekiyor. Okul öncesi gruplarda çocuklar sayıları, harfleri öğrenmeyiversinler ama hep bahçede olsunlar benim bakış açıma göre. O hâlde bunca betonlaşmışken doğa ve canlılarla uyum içinde bireyler ve toplum yetiştirebilmemizin yolu nedir?
O kadar hızlı hareket ediyoruz ki, bazen hiçbir şeyin farkına varmıyoruz. Yağan yağmuru, ağaçtan düşen bir yaprağı, sokakta top oynayan çocukları görmeden yolumuza devam ediyoruz. Uzun yıllardır Akdeniz bölgesinde bir köye yerleştim ve orada yaşıyorum. Arada arkadaşlarım uğrar, hava karardığında küçücük köy evinin verandasında oturur gökyüzüne bakarız. Karanlığın içinde gökyüzündeki yıldızları görünce şaşırır, hayretler içinde gözleri yıldızlara takılı kalır. Şehir ışıklarından gökyüzünde yıldız olduğunu bile unuttuk dediklerini hatırlarım. Benim düşünceme göre de bir şeyin farkına varmakla başlar her şey. Eğitim sadece okulla olmuyor. Okul bu yolda bir durak.
Kitapta önemli olduğunu düşündüğüm bir detay var. Mavi balina ile yeşil karga ilk görseldeki yönünden tam tersi yöne bakıyor son sayfadaki görselde. Kırmızı Fil ise ilk görselde ayakta ama son görselde yere oturmuş ve gözleri kapalı hâlde. Bu değişikliğin özel bir anlamı var mı?
Kitap bir anda oluştu. Aklımdan geçenleri kâğıda aktarmaya çalıştım. Hiçbir matematiği yok. Kitap çok düşünülmüş, ince elenip sık dokunan bir kitap değil. Belki de bu durum kitaba ayrı bir heyecan katıyor olabilir mi bilmiyorum. Tabloda yer alanlar tekrar yerlerine geçince ilk resimdekinden farklı bir yerleşimde bulunuyorlar. Bunun da bir rüya olmadığı, yerdeki ayak izlerinin bir kurmaca olmadığını anlatmaya çalışıyorum.
Okur olarak cevabını aradığım, beni düşündüren bir şey daha var. Kırmızı Fil neden üzgün?
Kırmızı Fil, 1995 yılında yazıldı ve resimlendi. O tarihten bugüne çok tartışıldı, üzerine yazılar yazıldı, araştırmalar yapıldı. Eğitim Bilimleri Fakültelerinin düzenlediği sempozyum ve seminerlerde konuşuldu. Bu kitabın böyle bir noktaya geleceğini hiç düşünmedim. Niye bu kadar sevildiğini de anlamış değilim. Kitabı ilginç kılan her sayfasının merak ettirmesi, net olmaması, okuyanın düşünmesine ve fikir yürütmesine fırsat vermesi de olabilir. Fil’in nereye gittiği, bu süreçte ne yaptığı, yağmurda ıslanması, üstünün kirlenmesi, sonra da arkadaşlarının yanına dönüp yorgunluktan yatıp uyuması hepsi birer soru işareti. Neden üzgün olduğunu ben de bilmiyorum.
Yayınlanmış her kitap bir okuyucusu varsa, yaşamaya devam eder.

Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.