2016’nın uğursuz bir yıl olacağını, 1 Ocak’ı mentollü peçeteler ve boğaz pastilleri eşliğinde karşıladığım anda anlamıştım. Daha yılbaşı ağaçlarından süslerin indirilip 365 günün birinde bile anılmamak üzere karton kutularına kaldırılmasına bile meydan vermeden, 10 Ocak Pazar günü, 18 aydır savaşmakta olduğu karaciğer kanseri yüzünden hayatını kaybeden David Bowie ve ondan dört gün sonra pankreas kanseri nedeniyle aynı kaderi paylaşan Alan Rickman’ın aramızdan ayrılması, 2016’nın katlanılması zor bir yıl olacağı teorilerimi doğrulamış oldu.
Bu da yetmezmiş gibi, doğa anaya meydan okurcasına yüreklerimize mor yağmurlar yağdırmayı başarmış Prince’i, tüm zamanların en iyi boksörü kabul edilen Muhammed Ali’yi; Star Trek serisinde canlandırdığı ‘Chekov’ karakteriyle sevdiğimiz Rus aktör Anton Yelchin’i ve birkaç hafta önce de, flok müziğin efsane seslerinden söz yazarı, şair ve besteci Leonard Cohen’ı sonsuz uykularına uğurladık. Şu an hepsinin bir masada toplanmış, halimize bakıp dalga geçercesine Dom Perignon dolu bardaklarını keyifle tokuşturduklarını hayal ederek teselli bulmaya çalışıyorum. Lakin şu an neredelerse buradan çok daha yaşanılası bir yer olduğu kesindir.
Yazının başlığına ve ardından yazdıklarıma baktığınızda konudan saptığımı düşünmüş olabilirsiniz. Ama ben bu yazıyı sadece Bowie’ye değil; sanatları, fikirleri ve arkalarında bıraktıkları ile milyonların ilham perisi haline gelmiş, kuşaktan kuşağa ulaşmış, zalimlik, nefret, adaletsizlik ve kötülüklerle dolu dünyamızı bir parça bile olsa katlanılabilir bir hale getirmeye çalışmış, gerektiğinde bunu sağlığından önemli tutmuş tüm sanatçılara bir teşekkür ve unutulmayacakları, unutturmayacağımıza dair bir garanti belgesi olarak yazıyorum. Her ne kadar bundan çok daha fazlasını hak etseler de…
Şimdiyse gelelim ‘dünyayı satan adam’la tanışmama… Önceleri sadece isim aşinalığım olan Bowie’yi, son albümünü bizlere bir veda mektubuymuşçasına kalplerimizin en derinine postalamasından birkaç hafta önce tanıdım. Neredeyse herkesin tanıdığı Lady Gaga, Jaenelle Monae, The Killer, Arctic Monkeys, Jay-Z ve daha bir çok sanatçıya ilham vermiş birisi olarak saygımı, özellikle kariyerinin ilk dönemlerinde vermiş olduğu sıra dışı işleriyle hayranlığımı ve ilginç karakteriyle de sempatimi kazandı kısa sürede. Öyle ki albümü çıktıktan sonra yaşadığım mutluluk, bundan tam iki sonra aramızdan ayrıldığı öğrendiğim anda yaşadığım hüzünle harmanlanmış şok duygusunu nötrlemişçesine, bir boşluğa düşmüş gibi hissettim kendimi. Bu boşluğu doldurmak ve onun için bir tür anma töreni yapmak adına bu harika adamı daha yakından tanımaya karar verdim. Bu fırsatı da İngilizce dersi için hazırlamamız gereken sunumlardan birini ona adayarak yakaladım.
Sizlere bu yazımda Bowie’yi 50 maddede, binlerce kelimede, sayısız şarkıda; iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla, bileni, bilinmeyeni, az bilineni ya da öğrenilmeye tenezzül edilmeyeniyle kısaca aynı onun yapmış olduğu gibi her telden çalarak anlattım. İyi mi yaptım kötü mü yaptım bilmem ama, bu büyük ustaya olan borcumun en azından bir kısmını ödemiş oldum galiba… (yazının devamını daha etkili kılmak için bir Bowie albümü eşliğinde okunmasını tavsiye ederim. Kişisel favorim ve yazıyı yazarken de en az 86 kere dinlemiş olduğum ‘Diamond Dogs’ ya da kariyerinin dönüm noktalarından biri olmuş ‘The Rise And Fall Of Ziggy Stardust And The Spiders From Mars’ albümü son derece uygundur)
- 8 Ocak 1947’de Bileşik Krallık sınırları içinde bulunan Londra, Brixton’da doğdu.
- Annesi garsonluk yapan Margaret Mary ‘Peggy’ Jones, babası Barnado’s adında bir yardım kuruluşunun tanıtım memuru olarak çalışan Haywood Stenton ‘John’ Jones’tu.
- 40 Stansfield Road… Bowie’nin büyüdüğü, öldüğünde de hayranları tarafından önü çiçeklerle donatılan yer.
- Annesi Margaret (Peggy) Burns, borderline kişilik özelliklerine sahipti. David Bowie’nin üvey abisi Terry de çok neşeli ve parlak bir gençken; askerden dönünce tuhaflaşmış, kendisinine paranoyak şizofreni teşhisi konulmuştu. Toprağın yarıldığını ve cehennem alevlerinin çııkıp kendisini yaktığını düşünerek yerlerde kıvranırmış. Tedavi için bir kliniğe yatsa da, 47 yaşındayken kafasını tren raylarına koyarak feci bir şekilde intihar eder
- Bowie’nin son derece sıra dışı bir insan olduğunun bir diğer kanıtı, İngiliz doğasına son derece aykırı bir şekilde, 5 yaşındayken yaşadığı bir olay sonucu, çaylarla ilgili korkunç anılarının olduğunu iddia edip ölene kadar içmeyi reddetmiştir.
- 12 yaşında saksofon çalmaya başlamıştır.
- Müziğe ilgisini daha da arttıran bir diğer olay da babasının eve getirdiği the Platters, Litlle Richard, Fats Domino gibi sanatçıların 45lik plaklarıdır. (öyle ki Bowie Little Richard’dan ‘Tutti Frutti’yi dinledikten sonra ‘tanrıyı duyduğunu’ iddia etmiştir.)
- Bowie büyük hayranı olduğu ve müziğinden etkilendiği Elves Presley ile aynı doğum tarihini paylaşır.
- Bunun üzerine Davie Jones and the King Bees (isimden bir ‘David ve Saz Arkadaşları’ havası seziliyor gibi) adlı grupta şarkıcı ve saksafoncu olarak kariyeri ufaktan başlar.
- Lakin Bowie grup insanı değildir. Uyum sağlayamaz. Öyle ki Bowie solo kariyeri dışında The Konrads, The Hooker Brothers, The Manish Boys, The Lower Third, The Buzz, The Riot Squad, The Hype, Tin Machine and Tao Jones Index isimleri altında yaklaşık 10 kadar grupta bulunmuş, hiç birinde istediği başarıyı yakalayamamıştır.
- Menajer Ken Pitt’le bu dönemlerinde tanıştı. O dönem Davy Jones diye bir şarkıcı olduğundan, karışıklık yaratmamak adına, adını David Robert Jones’tan David Bowie’ye değiştirdi.
- Adı Jim Bowie isimli karakterden geliyor. 19. yy’da yaşayan Amerikalı köle tüccarı. İsmi seçme nedeni ise o aralar televizyonda onun hakkında bir dizi olması.
- Sanılanın aksine Bowie’de ‘heterochromia’ (van kedisi misali iki gözün farklı renkte olması) yoktur. 1962 yılında arkadaşı George Underwood ile bir kız için girdiği kavgada gözünden yaralanmış, geçirdiği bir dizi operasyon sonucu üst göz kapağı ve irisi diğerinden farklı bir görünüme sahip olmuştur.
- 1967’de çoğu hayranının ‘kaydettiği en kötü şarkısı’ olarak tabir ettiği ‘The Laughing Gnome’yi çıkardı. 1990’da yaptığı bir turnesindeki ‘tracklist’i hayranlarının telefondan oylayarak seçmesini istediğinde bu şarkı en çok oyu aldı. Ne var ki Bowie parçayı çalmayı reddetti.
- 1970’te kısa bir süreliğine The Hype isimli bir grupta yer aldı. Gruptaki her üye bir süper kahraman olarak giyiniyordu. Sahne aldıkları her yerden yuhalanarak kovuldular.
- Bowie 19 Mart 1970‘te Angela’yla evlendi ve bu evlilikten 30 Mayıs 1971‘de ilk oğlu Duncan Zowie Haywood Jones dünyaya geldi. Ne yazık ki ikili 8 Şubat 1980’de boşandı.
- 1972’de, İggy Pop ve Lou Reed’den ilham alarak yarattığı Ziggy Stardust adlı Mars’lı bir rock n’roll karakterinin dünyaya inişini ve yaşadıklarını anlattığı “The Rise And Fall Of Ziggy Stardust And The Spiders From Mars” adlı kariyerinin en çok başarı getiren ve Bowie’nin tanınmasını sağlamış albümü yayınladı.
- Bu dönemlerde dansçı ve mim sanatçısı Lindsay Kemp ile tanıştı. . Ondan sahnede nasıl durması gerektiğini, ışık kullanımını öğrendi. Sevgili oldular aynı zamanda. Bowie kimilerine göre makyajından giyimine hep Kemp’i taklit etti. Ne yazık ki Bowie onu dansçısıyla aldattı. Kemp bıçakla göğüslerini kesti ve o akşamki gösterisine kanlar içinde çıktı.
- Rock’n Roll’a cinsellik onunla geldi diyebiliriz. Dünya özgürlüğü, cinselliği keşfediyordu. Prince gibi o da feminen ve maskülen tarzı harmanlayarak alışılmışın dışında, sanatsal ve bir o kadar da deneysel kendine has bir tarz oluşturdu.
- Amerika turnesinden önceki bir röportajında gay olduğunu söylemiş sonra Amerikalılar beni kabul etmez diye bunu biseksüele çevirmişti. Bu defa da gay’lerin tepkisini çekti.
- Bu sırada John Lennon ile tanıştı ve onunla birlikte, daha sonra turnedeyken etkisinde kalmış olduğu değişik müzik tarzlarının bir karışımı olarak ortaya çıkacak 1975’teki Young Americans albümünde yer alacak “Fame”i besteledi.
- Lennon, Bowie ve yaptığı müzik için “Harika, ama bu sadece ruj sürülmüş rock’n’roll.’ demiştir.
- ‘Fame’ parçası ile ‘Soul Train’ isimli Amerikan televizyon programında yer almış ilk beyaz sanatçı olma şansını yakaladı.
- 1974’te çıkardığı ‘Diamond Dogs’ – ‘Rebel Rebel’daki gitar rifi dahil olmak üzere- neredeyse tüm enstrümanları kendisi çalmıştır.
- Moonwalk dansını Michael Jackson’dan çok önce yaptı 1974 yılından; yani Michael Jackson’ın “Billie Jean”inden tam 9 yıl önce.
- 1976’da Berlin’e taşındı. Iggy Pop en yakın arkadaşıydı. Burada hayatını alkol ve uyuşturuculara adadı. Adolf Hitler’in hayatını okudu ve onun ilk rock star olduğunu söyledi. “Bence Mick Jagger’dan farkı yok” demişti Playboy dergisine.
- Berlin’deyken müziğin yanı sıra çocukluktan beri tutkusu olan resime de merak sardı. Gezdiği sanat galerileri ve müzelerden ilham alarak, post-modernist çalışmalar yaptı.
- 1989-91 yılları arasında solo kariyerine ara verdi, şansını ‘Tin Machine’ isimli grupla denedi.
- ‘When the Wind Blows’ (1986), ‘Never Let Me Down’ (1987), ‘Glass Spider’ (1988), ‘The Buddha of Suburbia’ (1993) ve ‘Outside’ (1995) parçalarında Türk basçı Erdal Kızılçay ile çalışmış. Kızılçay, Bowie basçı ararken dinlemesi için gitmiş ve ona bildiği tüm numaraları göstermeye çalışmış, Bowie de bunun üzerine ‘Elinde giysi dolu bir bavul var ve ben tek bir çorap istedim, sen hepsini döktün önüme.’ demiştir.
- 1992’de Etiyopya asıllı model model Iman ile evlendi. Bu evlilikten 15 Ağustos 2000’de Alexandria Zahra Jones isimli bir kızları oldu.
- 1992-98 yılları arasında yaptığı ‘Black Tie White Noise’ gibi çalışmalarında electronik müzik, jazz, soul, hip-hop’tan etkilenmiştir. (dediğim gibi gerçekten de her telden…)
- 1993 yılında çıkardığı Jump They Say parçasını intihar eden üvey kardeşi. Terry’e adamıştır.
- Son derece geniş bir yelpazeye sahip müzik kariyeri yanında, başarılı bir aktör olmayı da başarmış ve 33 film ve dizide aktör olarak yer almıştır. The Man Who Fell to Earth filmiyle en iyi aktör ödülünü almıştır. Yardımcı oyuncu olarak ise The Last Temptation of Christ’da Pontius Pilate’i, Prestige’de Nikola Tesla’yı canlandırmıştır.
- Led Zeppelin’in gitaristi Jimmy Page’in ona büyü yaptığına inanmış, üstüne üstlük havuzu için bir şeytan çıkarma seansı yaptırmıştır. Bu çılgınlığın anahtar tanığı ise Deep Purple’ın basçısı Glenn Hughes’tur. Kendisi aynı zamanda Bowie ile aynı asansöre binme şansına erişmiştir. Ne yazık ki Bowie’de yükseklik korkusu olduğundan 3. Kattan yükseğe çıkmayı reddetmiştir.
- 1996 yılında, ‘Basquiat’ isimli filmde, büyük hayranı olduğu ünlü sanatçı ve pop art’ın babası Andy Warhol’u canlandırdı.
- “Diamond Dogs” albümünü, George Orwell’ın ‘1984’ kitabından esinlenerek yaratmıştır.
- Bowie’ye Hollywood Bulvarı’nda 1997 yılında bir yıldız verilmiştir.
- Sanatçının edebiyata olan ilgisi sadece İngiliz ya da Amerikan yazarlarla sınırlı değilmiş, Nâzım Hikmet de okurmuş Bowie. Roll dergisinin Şubat 1997 sayısında Erdal Kızılçay ile yapılan röportajda belirtildiği üzere Kızılçay, Bowie’ye Nazım Hikmet’in bir şiir kitabını götürmüş, Bowie ise onda zaten kitabın bulunduğunu söylemiştir. ‘Bazen onunla ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ndaki bazı sahneleri, ölü alman askerleriyle ilgili bölümleri konuşurduk.’ Demiştir Kızılçay.
- 2000’li yıllara gelindiğinde ise her ne kadar çalışmalarına devam etse de son derece sakin ve basit bir hayat sürmüştür. Bu dönemlerinin en önemli albümü “Heathen” oldu. Bowie ölüm teması üzerine odaklanıyor ve hayatındaki en önemli şeyin İman’dan olan kızı Alexandra Zahra Jones olduğundan bahsediyordu.
- Heteropoda Davidbowie adlı örümceğe David Bowie’nin gösterişli imajı yüzünden bu ad verildi.
- Bowie, 2003 senesinde kendisine teklif olunan şövalyelik unvanını geri çevirmiştir.
- 2004’te çıktığı Amerika turnesinde 5’ 3”lik (yaklaşık 158cm) tavşan kostümlü biri tarafından takip edilmiştir. (uçak yolculuklarında bile) Olayı komik bulup geçiştirmiş, ‘Hey bu rock’n’ roll. Ve bu da sadece 5’ 3”lik bir tavşan.’ demiştir. Daha sonradan bu kişinin bir katil ya da sapık değil, sadece en az Bowie kadar sıra dışı bir hayran olduğu ortaya çıkmıştır.
- Arcade Fire ve TV On The Radio, Bowie’nin son 10 yılda en beğendiği gruplardandır. Hatta 2005‘te Arcade Fire grubunun “Funeral” albümündeki “Wake Up” adlı parçada konuk müzisyen olarak yer almıştır.
- Kariyeri boyunca sayısız başarıya ulaşmış ve bunlardan dolayı ödüllendirilmiş Bowie, 2006 yılında Grammy Ömür Boyu Başarı ödülü almış sayılı sanatçılardan biri olmayı başarmıştır.
- Ayrıca 2006‘da David Gilmour’un bir konserinde sahneye çıkarak sanatçıya iki parçasında eşlik etti.
- 2010’lu yıllara gelindiğinde New York,Manhattan, Lafayette 285 Streetteki dairesinden son derece nadir ayrılsa da Bowie sürekli aynı kazak, pantolon ve paltoyu giyerken görülüp, tam anlamıyla inzivaya çekilmiş izlenimi verse de çalışmalarına ara devam etmiş, 17 parçadan oluşan ‘The Next Day’ albümünü 2013te çıkarmıştır.
- Bowie’nin son 20 yılını geçirdiği Manhattan’da sık sık uğradığı yerlerden biri, 828 Broadway’deki Strand Book Store’du. Burası için ‘Aradığınız kitabı bulmanız imkansızdır. Ama her zaman istediğinizi bilmediğiniz bir kitap bulabilirsiniz.’ Demiştir.
- 2015 yılında Walter Tevis’in ‘The Man Who Fell To Earth’ kitabından esinlenerek, ‘Lazarus’ isimli müzikali besteledi.
- Son canlı sahne performansı ‘Black Ball’ isimli, ‘Keep A Child Alive’ yardım kuruluşu için yapılan organizasyondu.
- Veda albümü olarak tanımlanan son başyapıtı ‘Black Star’dan yayınladığı ilk şarkı olan ‘Lazarus’, ‘Buraya, yukarı bak. Ben cenetteyim.’ sözleriyle başlar.
Onunla ilgili bir yazı yazmayı ise yaklaşık 3-4 aydır düşünüyordum. Fakat 19 Eylül’de yaşanan talihsiz bir olay (okulların açılması) sonucu zaman bulamadım. Sonunda başlama kararı aldığımda ise bir karamsarlık sardı beni. Bowie için ne yazacaktım ki ben? Hayatını mı? E, herkes onu yazmıyor mu zaten? İnternete ‘David Bowie’nin hayatı’ yazdığınızda 25.600e yakın farklı sonuç çıkıyor mesela karşınıza. Seç, beğen, oku… E hal böyle olunca bir duraklama daha yaşıyorum. Amacım onu kendimce onurlandırmak. Ama böyle kelimelere, cümlelere, kitaplara, kalıplara sığmaz, böyle olağanüstü ve sıra dışı bir insan bir insanı nasıl onurlandırabilirsiniz ki? İşte o an başımın üzerindeki ampulün yandığını hissediyorum. Tabi ki en az onun kişiliği kadar ilginç bir yazı hazırlayarak. Ve eğer okuduğunuz yazı amacına biraz da olsa ulaşabilmişse ne mutlu bana… Bu büyük sanatçıya olan görevimin bir kısmını, gecikmeli olsa da yerine getirebilmiş olmanın verdiği huzur ile karışık 69 yıllık hayatı boyunca yapmış olduğu birbirinden muhteşem tüm şeylerin hepsine değinememiş olmanın verdiği hüzün ile birlikte yazımı burada bitirmek istiyorum. Sonuçta bu bir yazı, ve bu da sadece 5’ 3”lik bir tavşan….