Kitap kokusu, kitap dokusuyla büyümüş insanların kendine has alışkanlıkları vardır. Kitaba dokunamadığı günler huzursuzluk baş gösterir, okudukça kendini her anlamda daha iyi hisseder; tamamlanmış bir ruha, tanık oldukları birçok roman karakteriyle ulaşırlar. Bu yüzden onları kitaptan mahrum etmek onlara verebileceğiniz en büyük ceza olacaktır. Kendini ‘hiçliğin’ içinde kaybederler. Çünkü kitabın yerine koyabileceği başka hiçbir tutkuya aynı derecede bağlı değildirler.
Stefan Zweig’ın “Satranç” adlı eseri “hiç”liğin romanıdır. Aynı zamanda da bir veda mektubudur. Yazarının hayatından izler taşıyan bu eser, yazarımızın hayal ettiği bir dünyanın incecik bir kitapta toplanmış halidir.
Stefan Zweig, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yaşamını sürdürmüştür. Ancak Yahudi asıllı olması önüne büyük engeller çıkarmıştır. Adolf Hitler, büyük rüyasını gerçekleştirmek için subaylarıyla harekete geçtiğinde yazarın eserleri de yasaklılar arasında çoktan yerini almıştır. Kendini güvende hissetmeyen Zweig, çareyi ülkesinden gitmekte bulmuştur. Şüphesiz bu gidiş, kendisini güvende ve mutlu hissettirmeye yetmemiştir. Çağdaşı olan birçok yazar tarafından Nazi baskısına karşı herhangi bir tavır takınmadığı için oldukça sert bir şekilde eleştirilmiştir.
Yazar Avusturalya’dan İngiltere’ye, New York’a, Arjantin’e, Paraguay’a ve son olarak Brezilya’ya devam eden sürgün yaşamında bir an huzur bulmamış, “insanlık için son edebi hamle” olarak nitelendirdiği Satranç eserini yazdıktan sonra eşi Lotte ile intihar etmiştir. Bu eser, Zweig’ın kendisini suçlayanlara cevabıdır. Bir nevi manifestodur.
Zweig, intiharı bilinçli bir seçim hakkı olarak görmüştür. Bu karar çok sevdiği yazar Montaigne’in “ölüm karşısında özgür olma” düşüncesinden etkilenmesiyle ortaya çıkmıştır. Sabah bir gazetenin manşetinde okudukları onun umut dünyasındaki kırıntıları da yok etmiş, intihar etme kararı almasına neden olmuştur. Özgür bir yaşam süremese de özgür ölmeyi kendisine adeta ödül olarak sunmuştur.
Satranç’ta olaylar, bir gemide başlar ve biter. New York’tan Buenos Aires’e giden gemi eserdeki tek mekândır.
Eseri ikiye bölerek incelemek çok daha doğru olacaktır. Nitekim eser, dünya şampiyonu Mirko Czentovic’in gemiye binişini tasvir ederek başlar. Czentovic’in etrafını saran gazeteciler art arda deklanşöre basmakta ve ona sorular sormaktadır. Eserin anlatıcısı olarak karşımıza çıkan ve adı olmayan beyefendi de bu dünya şampiyonunu bize anlatmaktadır. Anlatıcıdan öğrendiğimize göre dünya şampiyonu Mirko, yoksul bir çiftçinin oğludur. Bir kaza sonucu babası yaşamını kaybedince bir papazın himayesinde yaşamını sürdürmüştür. Papaz acıyarak bakımını üstlendiği çocuğun her şeyiyle bizzat ilgilenmiştir. Evde özel olarak da çalıştırdığı çocuğun yüz kere bile anlatsa en ufak bir bilgi kırıntısı öğrenemediğini kabullendiğinde pes etmiştir. Papazın verdiği görevleri yerine getiren Mirko, asla kendiliğinden bir şey yapmamaktadır. Adeta neye şartlandırılırsa sadece onu yapmaya programlanmıştır. Daha fazlasını yapmak hatta düşünmek aklına bile gelmemektedir. Ancak bu cahil, zekâsı yetersiz çocuğun tesadüfi bir şekilde satrançta başarılı olduğu keşfedilmiştir. On sekiz yaşında Macaristan, yirmi üç yaşında ise dünya şampiyonu olmuştur. Ancak nice başarıya rağmen şampiyonumuz, satranç tahtasını zihninde canlandırmayı ve zihninde oynamayı başaramamaktadır. Yine de satrançta hatırı sayılır bir başarı kazanmıştır. Başarı parayı getirmiş para kazanan Mirko, kendini diğer insanlardan daha üstün görmeye başlamıştır. Mirko, aslında zengin olmak için bilgiye, görgüye ihtiyacı olmayan küstah insanların temsilidir.
Anlatıcı ilk bölümde bilinç akışı tekniğiyle Mirko Czentovic’i bize tanıtmaktadır. İkinci bölümde ise ortaya Dr. B. çıkmaktadır. Bu bölümde anlatıcı da, Dr. B de anlatıcı rolünde karşımıza çıkar. Anlatıcımız, Dr. B.’yi bir el de olsa dünya şampiyonuyla oynaması için ikna etme düşüncesiyle Dr. B’nin yanına gitmiştir. Dr. B, anlatıcımızın teklifini kabul ederken anlatıcımıza unutamayacağı bir hayat hikâyesi sunmuştur.
Nazi rejiminin hayatını nasıl parçaladığını tek tek anlatmıştır anlatıcımıza. Üstelik bunu en sade ancak en net cümlelerle başarmıştır. Anlatıcımız, bir kez bile araya girmeden dinlemiştir. Zengin, nüfuzlu ailesinin, kraliyet ailesinin gizli evraklarını gizlediğini ofisine yerleştirilen bir casus -tıpkı Mirko gibi yeterli zekaya sahip olmamasına rağmen kurnazlıkla şartlandırıldığı şeyleri yerine getiren bir casus- tarafından tespit edilmesi üzerine Dr. B. tutuklanmıştır. Ancak Dr. B. toplama kampına gönderilmez. Nazi subayları, kraliyet hakkında bilgi almayı umarak Dr. B.’yi bu ödülden (!) mahrum etmiştir.
“Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.”
Tecrit dönemini bu sözlerle dile getiren Dr. B, bir sorgulama anında bir kitap çalmayı başarmıştır. Çaldığı kitabın hangi türde olduğunu umursamadan çalmış, satranç kitabı olduğunu anlayınca ilk anlar çok sinirlenmiştir. Ancak zamanla bu kitap ‘hiç’likten kurtuluşunun tek yolu olmuştur. Delirmemek için sığındığı bu kitap, bir süre sonra onu deliliğe teslim etmiştir.
Peki, yazarın Dr. B.’nin bu etkileyici hayat hikâyesini anlatmak için neden başlangıçta Mirko Czentovic’in yaşamını da anlatmıştır? Asıl sorulması gereken soru da budur zaten.
Bu sorunun da cevabı Dr. B’nin sığındığı “satranç”tadır. Siyah ve beyaz taşlar Nazi rejimi ile Stefan Zweig’in hayal ettiği düzeni temsil etmektedir. Mirko Czentovic, Nazi rejiminin küstah, bilgisiz ama kurnaz yönünü temsil ederken; Dr. B. insanlığı temsil etmektedir. Bu kitap için “satranç metafordur” demek yanlış olmaz o halde.
Son olarak önemli bir noktadan da söz etmek gerekir. Eserde yer alan karakterlerden sadece “anlatıcı” ve “Dr. B.” nin adı gizli tutulmuştur. Eserin en önemli iki karakterine bir ad verilmemesinin nedeni aslında çok açıktır. Önemli olan karakterler değildir, olaylardır. Bu durumda da gerisi teferruattır.
Keyifle okuyacağınız bu incecik ancak dopdolu kitapla en kısa sürede buluşmanız dileğiyle…
Edebiyat öğretmeni olmanın yanında çocukluk hayalinin peşinden emin adımlarla ilerliyor. Kendi platformunu oluşturarak dostlarını bir araya topladı. Dostlarıyla sanatın her alanında üretim yapıyor ve inatla yapmaya devam edecek. Saplantılı edebiyat takipçisi. Kimi zaman Kafka’nın böceğinin peşinde, kimi zaman Slyvia Plath’in kafasını soktuğu fırının içinde. Kimi zaman Dostoyevski’nin yarattığı ‘Öteki’ ile ilgileniyor.