Aslında tüm mevzu bir “tektaş” konuşması ile başladı. Niye bunca insan sevdiğini mahcup etmeme, mahcup olmama uğruna, aşkıyla orantılı geliriyle orantısız taş peşinde koşsundu.

Yakın bir dostum evlilik teklifinde anneannesinin yüzüğünü hayat arkadaşına hediye etmiş. Ona da yüzüğü annesi vermiş, bu zamanları bekleyerek ve 40 yıl parmağında bir emanet gibi saklayarak.

Neyse hem anne hem baba tarafında böyle bir mirası olmayan ben, başka bir şey bulabilir miyim arayışına girdim. Yani en azından bir küpe çıkar falan. Günün sonunda kalaysız tas bile bulamayınca iyice hırslandım. Bu devamsızlığın, bu her şeyin silinmesinin, bu geçmiş düşmanlığının kaynağı neydi?

Düşünmeye başladım. Annemin çeyiz sandığı, babamın ilk parası ile aldığı paltosu, her şeyi bırak babaannemin babaannesinin adı bile yoktu.

On küsür çay, halen içmesini öğrenemediğim sigara ile girdiğim yazar pozları etkisini gösterdi. Aslında çekirdek aileden koskoca millete uzanan bir unutma çabası var. Devamlılık hafıza demek, hatırlamak kendi tarihinle ve hikâyenle yüzleşmen, hesaplaşman demek. Belli ki geçen yüzyıl ile ilgili herkesin unutma derdi var. Fason bir Osmanlı torunu yalanı da işi çözmedi. Yüzleşilemeyen, utanılan, hatırlanmak istemeyen neler var tek tek yazılmaz ama bu travma belli ki facebook timeline’daki güzel anlarla geçiştirilecek gibi değil.

Söylemeyi unuttum, anneme bir yüzük alarak hikâyeyi başlatmaya karar verdim.