Sorularımı Müren Beykan, Mehmet Erkurt, İlknur Özdemir, Kadir Aydemir ve 160. Kilometre Yayınevi ekibine yönelttim.
Birgül Sevinçli: Kitap kapaklarının yayınevinin logosu ve ambleminin daimi olarak görüleceği yer olduğunu düşündüğümüzde kapakların bir kimlik göstergesi ve öznel kimlik politikasının bir yansıması olduğunu söyleyebilir miyiz?
Müren Beykan: Kapak tasarımları, elbette kurumsal kimliğin aynasıdır ve kitabın içeriğinden yola çıktığı kadar, yayınevinin temel seçimlerini de taşır. Dolayısıyla kapak deseni ve/ya da tasarımını yapacak grafikerin/sanatçının kitabın editörüne kulak vermesini, kitabı okuyarak özgün çağrışımlar edinmesini önemseriz.
Mehmet Erkurt: Dediğiniz gibi, kitap kapakları bir yayınevinin okuruyla birinci dereceden kurduğu görsel temastır. Logosuyla, tipografisiyle, arka kapak diliyle, tasarım unsurlarıyla… Tanışma sırasındaki görünüm ve kurulan ilk cümleler gibi görebiliriz aslında. Yayınevinin doğrudan ya da dolaylı ifade ediş biçimleriyle, gösterme ya da imgelemeleriyle, aykırılık ya da uyumlanışlarıyla kendini politik, söylemsel ve hatta oyunbaz yönleriyle en somut ortaya koyma biçimlerindendir kapaklar. Bunu önüne bazen yayınevinin web sitesi veya yayın kataloğu geçebilir, o durumda bile gerçek teması içeren buluşmada kitap kapağı hep vardır. Kâğıdının dokusuyla ve kabartısıyla, katılığı ya da eğilip bükülebilirliğiyle, matlığı ya da parlaklığıyla, açılırken çıkardığı sesle bütün bir deneyim sunar okura. Kapağın yaşattığı deneyim, görselliğinin bıraktığı etki ya da okurun o görselliğe yaklaşımında da logo çok belirleyicidir. Çünkü yayınevinin kimliği logo aynı zamanda birtakım vaatler verir. O kapağa yönelik beğeni, kimliğe yönelik beklentiyle bağlantılıdır. Kimden neyi görüp neyi duymayı beklediğimizle alakalıdır.
İlknur Özdemir: Kimlik göstergesi olabilir ama öznel kimlik politikasıyla çok ilintili görmüyorum. Daha çok, günün tercihlerine uyum sağlanıyor. Örneğin yıllarca klasikler belli tip kapaklarla basılmıştı ama şimdi kimlik politikası dışına çıkarak en modern tasarımdan en klasik olana kadar, en renkli olandan en düz olana kadar onlarca değişik tercih var. Yani kapakta logoyu görmezsek hangi yayınevine ait olduğunu anlamamız kolay değil. Ben, kapakların sık sık değiştirilmesinden yana değilim. Kimliğin oturması ve kalıcı olması için ve okurda o yayıneviyle ilgili görsel belleğin yerleşmesi için mümkünse yerleşmiş kapak tasarımından vazgeçilmemeli.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Bizim gibi yayınevleri için evet. Çok sayıda genç şair basıyoruz. Bilinmeyen isimler. O yüzden kitaplarımızı alanlar çoğunlukla şairi tanıdıkları için değil ama 160. Kilometre yayını olduğu için alıyorlar. Bizim şiire bakışımıza uygun olduğunu düşündükleri için alıyorlar. Kapaklarımız içerik yansıtmaktan çok “içerik güvencesi”ni yansıtıyor. Bu bilerek seçtiğimiz bir yol.
Kadir Aydemir: Her yayınevinin bir kimliği vardır. Bu kimlik sadece tercih edilen kapak tasarımlarıyla değil; kadrodaki yazarlarla, eserlerle, hatta tercih edilen dil bilgisi kurallarıyla bile kendini gösterir. Kapaklar bana göre değişken olsa da yayınevi kimliğinin önemli bir parçasıdır, elbette.
Birgül Sevinçli: Yayınevi olarak tasarımcı, grafiker, illüstratör istihdam ediyor musunuz? Yayıneviniz kitap kapaklarını kimlere yaptırıyor?
Müren Beykan: Günışığı Kitaplığı’nda tam zamanlı grafikerler çalışıyor. Kitaplarımızın iç uygulamalarını da kapak tasarımlarını da bu arkadaşlarımızla gerçekleştiriyoruz. Genelde kapak desenlerini bağımsız illüstratörlere sipariş etsek de ana tasarımı ve kapağın bir bütüne kavuşturulmasını kurum içi çalışmayla sonlandırıyoruz. Çeşitli yaş grupları için hazırladığımız birçok kitabımızın kapak ve iç desenlemesini yapan grafik tasarımcı, illüstratör, sanatçı Huban Korman ile uzun yıllara dayalı iş birliğimiz sürüyor.
Mehmet Erkurt: Can Çocuk’un kitap kapaklarını ve iç sayfalarını Lom Creative Studio tasarlıyor. Okulöncesi kitapların ve ilk okuma kitaplarının büyük bir çoğunluğunun tasarımı ise sanat yönetmenimiz Gözde Bitir Tufan’a ait.
İlknur Özdemir: Yayınevinde tasarımlarımızı yapan grafikerimiz var ama elbette dışarıdan free-lance çalışan grafikerler de yapıyor kitaplarımızın bir kısmının kapaklarını.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Hiçbir çalışan istihdam edebilecek bir hacme sahip değiliz. Her yerde söylediğimiz gibi biz izciyiz. Bizim izciliğimizi ta en baştan kabul etmiş bir tasarımcımız var: Ömer Ozan Erdoğan. Ona çok şey borçluyuz. Bütün kapaklarımızı ve kitap tasarımlarımızı o yapıyor.
Kadir Aydemir: Yitik Ülke’de usta tasarımcı Savaş Çekiç ile çalışıyoruz. Logomuzdan kitap kapaklarımızın tasarımına dek onun desteği ile bugünlere geldik. Edebiyat dışı eserlerde, zaman zaman, farklı isimlerden çözüm önerileri alabiliyoruz. Ağırlıklı olarak edebiyat eserleri yayımlıyoruz.
Birgül Sevinçli: Yayıneviniz dışarıdan tasarımcılar ile çalışıyorsa yaratıcı bir iş gücünden söz ettiğimize göre sürekli değişen üretim ve zevk anlayışları yayıncının görsel kimliği ile ilgili sıkıntı oluşturuyor mu?
Müren Beykan: Görselliğin ve estetiğin kitabın içeriğiyle uyumu belirleyicidir. Biz ne kimliğimizi ne de çocuğa/gence ulaşacak kitapların büyülü duygusunu yansıtmaktan ödün vermemeye çalışırız. Her tasarımcı ya da illüstratörle aynı lezzetli sonuca ulaşmak mümkün olamıyor elbette. Kitabın özellikle çocukla/gençle buluşmasında nitelikli arayış içinde üreten çizerlerle daha uzun soluklu çalışabiliyoruz.
Mehmet Erkurt: Edebiyat yayıncılığı olsun, süreli yayınlar olsun, bu dediğiniz her zaman ihtimal dâhilinde. İçeriği belirleyen, yönlendiren, tasarlayan düşüncenin değişmesi belli farklılıklara yol açabilir. New Yorker dergisindeki editör değişimlerinin içerikte ve okur sayısında yol açtığı dalgalanmalar hâlâ anlatılır. Bu değişim organik ve takip edilebilen bir dönüşüm gibi de algılanabilir, istikrarı bozan bir sertlikte de hissedilebilir. Kurumun bu kaçınılmaz değişimleri nasıl tanımlayıp tanıttığı, kurumsal bilincini ne şekilde tanıtımlarına yansıttığı çok önemli. Yoksa hayal edilen durum yayınevinin tasarımcı kişi ya da kurumla olabildiğince uzun soluklu bir iş birliğine girmesi, böylece tasarımı mümkün kılan yaratıcı zekânın belli bir bütünlük ve süreklilik içinde üretmeye devam etmesi.
İlknur Özdemir: Sıkıntı olmuyor. Genellikle bizimle uyumlu olan, meramımızı anlayan tasarımcılar ile çalışıyoruz. Ayrıca kapağı yapılacak kitaplarla ilgili ayrıntılı bilgi veriyoruz, tercihlerimizi belirtiyoruz ve her kapak için 2-3 değişik tasarım yapılıyor. Biri üzerinden ilerliyoruz. Uyuşamama durumları da olabilir tabii.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Hayır, oluşturmuyor. Yıllara dayanan bir diyalog her şeyi çözer.
Kadir Aydemir: Herhangi bir sıkıntı oluşmuyor. Oldukça yetenekli insanlarla bir aradayız. Onların estetik algılarına güveniyoruz ve bugüne dek ürettikleri işleri seviyoruz. Özgürce çalışıyorlar. Hiçbir müdahalemiz olmuyor. Yitik Ülke’ye yakışan, genel yayın çizgisine uygun çalışmalar yapıyorlar.
Birgül Sevinçli: Yayıneviniz öteki dillerden yayın hakları alınan kitapların özgün kapaklarını mı kullanıyor yoksa değiştiriyor mu? Öteki dillerden yayın hakları alınan kitap kapaklarının kullanımında kültürel farklılıklar belirleyici oluyor mu?
Müren Beykan: Çeviri eserlerde önce orijinal kapağı değerlendiriyoruz. Kendi yayıncılık anlayışımıza uygunsa, kendi okurumuz için cezbediciyse kullanıyoruz. Ama bazen bu mümkün olmuyor. Zevkler ve renkler ülkeden ülkeye fark ediyor -hele ki okur, çocuk ya da gençse. Sadece kapak değil, iç desenlemesini bile tamamen yeniden yaptırdığımız kitaplarımız var.
Mehmet Erkurt: Öncelikli tercihimiz özgün kapağı kullanmak. Hatta kitabın adına da fontuna kadar mümkün olduğunca sadık kalmak. Oradaki ilk yaratıcılığı, editöryal çalışmayı, düşünülmüş olanı aktarmak. Tabii ki bir yandan da beğendiğimiz o bütünü olabildiğince korumak. Çeviri edebiyatta temel motivasyonunuz uzakta olanı yakına getirmek, tanıştırıp buluşturmak, kültürel farklılıkları taşımak olduğunda, bu, tasarım tercihlerinize de yansıyor. En azından önceliklerinize yansıyor, diyelim. Elbette yayımlanacak çeviri eserin yayın kurulu tarafından bütünlüğü içinde beğenilmesi çok önemli. Yoksa yayınevinin pekâlâ da kapağı ya da illüstrasyonları zayıf bulması, kitabın potansiyelini yansıtmadığını düşünmesi, Türkiye’de çekici bulunmayacağına ve hatta itici bulunabileceğine kanaat getirmesi mümkün. Böyle bir durumda yayınevi elbette yurtdışındaki yayınevinin ya da telif ajansının verdiği izin dahilinde değişikliklere gider.
İlknur Özdemir: Bazen kullanıyoruz özgün kapakları. Kültürel farklılığın belirgin olduğu bir kapak denk gelmedi bize. Bazen bizim tasarımcılarımızın yaptığı kapaklar daha güzel, daha uygun oluyor.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Özgün kapaklar parayla satılıyor biliyorsunuz. Şiir dünyasının böyle dolarla satılan şeyleri satın alabilme lüksü yok. Çeviri dizimizin kapaklarını da tasarımcımız yapıyor. Her zaman kolayca çoğaltılabilecek basit fikirlerden ve basit kapaklardan yanayız. Kültürel farklılıklar belirleyici olmuyor.
Kadir Aydemir: Çeviri eserlerde tasarımcı dostlarımız yeni ve özgün işler üretiyor. Böyle olması Yitik Ülke Yayınlarımız için daha iyi. Farklı bir yorumla hazırlanıyor kitap kapakları. Okurlarımızın beklentisi de bu yönde. Birebir tasarım hiç kullanmadık.
Birgül Sevinçli: Yayıneviniz sırt yazılarını yukarıdan aşağı mı, aşağıdan yukarı mı kullanıyor? Neden?
Müren Beykan: Günışığı Kitaplığı, sırt yazılarını “yukarıdan aşağı” ve yazı altı arka kapak yönünde olacak şekilde düzenliyor. 25 yıllık deneyimimize göre, bu tasarım hem kitap rafında okuma kolaylığı yaratıyor hem de kitabın ön ve arka kapakları arasında akışkanlık sağlıyor.
Mehmet Erkurt: Yukarıdan aşağı. Böylece kitabı ön yüzü üste gelecek şekilde, diğer bir deyişle yatay bir şekilde yerleştirdiğinizde, kitabın sırtı soldan sağa okunabiliyor.
İlknur Özdemir: Yukarıdan aşağıya. Okuması daha kolay değil mi?
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Biz yukarıdan aşağıya okumayı daha geleneksel bir alışkanlık olarak buluyoruz, biraz şaka yollu söylersek boynumuzu sağa doğru yatırıp okumak bize sanki daha kolay geliyor.
Kadir Aydemir: Yitik Ülke kitap kapakları, büyük usta Savaş Çekiç’in kendine has tarzıyla hazırlanıyor. Her kapakta değişen dengeler olabiliyor. Beklentiyi, algıyı, “standardı”, zamanı kırıp deforme eden, yeniden yorumlayan yaratıcı işleriyle Savaş Hocamızın ruhundan süzülen birbirinden güzel sanat tasarımlarına sahibiz. Logodan tutun barkoda, yayınevi ve yazar ismine dek her şey boyut ve yer değiştirebiliyor bizde.
Birgül Sevinçli: Kitap kapakları yayınevleri için hem nitelik olarak hem de ticari rekabette fark yaratabilirler mi?
Müren Beykan: Kitap kapakları temelde, yayınevinin çizgisini, dünya görüşünü, görsel ve estetik seçimlerini yansıtır. Dolayısıyla bizim için, yarattığı niteliksel fark değerlidir ve uzun çalışma gerektirir.
Mehmet Erkurt: “Kitabı kapağına göre yargılama” sözü herhalde eğretilediği pek çok durumda karşılığını daha rahat bulurken, asıl simgesine, yani kitaba geldiğinizde gücünü bir nebze yitiriyor. Çünkü kitap dediğimizde yeni bir üründen, ona bağlı bir işçilikten, onun gerektirdiği ölçüde bir zanaattan de söz ediyoruz. Niçin ciltlemekle yetinmeyip bunca emeği ve maliyeti göze alıyoruz? Bir kimlik yansıtmanın yanında bir bilinci de ortaya koymak için. Ben bu kitabı yayımlamayı seçtim ve bunun arkasındayım, demenin de bir aracıdır kapak. Anlatım daha orada başlar. Burada ilk sorunuza dönüp, orada söylemem gereken bir şeyi söyleyeceğim belki ama yayınevinin kitap üzerine kurduğu en somut ve kapsamlı cümlelerden biridir kapak. Arka kapak yazısı gibi, o kitabı seçmedeki hazzını, kararlılığını, duruma göre yürekliliğini ve hatta siyasi bilincini de yansıtır. Bir eseri yayımlamaktaki motivasyonun ipuçlarını da içerir, apaçık ortaya koymadığında bile. Zevk ve özen yansıtmayı önemser. Bunların okur açısından bir fark yaratmaması düşünülemez. Telif korumasından çıkmış eserlerin çeşitli yayınevleri tarafından yayımlandığı durumlarda, her okur kendince bir yayınevini tercih eder. Elbette bu tercihlerde yayınevinin imgesine, söylemine ve duruşuna ek olarak metne, dile, kitaplaşmaya dair farklı yetkinlikler de doğrudan belirleyicidir. Kapak çok somut bir vaattir, etkileyicidir ama elbette hiçbir zaman tek başına değildir.
İlknur Özdemir: Evet, bir kitabevine girdiğinizde raftaki kitapta önce kapak tasarımı dikkati çeker, sonra adına bakarsınız. Benim çalıştığım bir yayınevinde klasik kitaplarda çok hoş bir kapak tasarımı kullanmıştık, hem de yayınevinde hazırlamıştık. Sonradan pek çok okur, bu kitap bende var ama kapak o kadar güzel ki sizden çıkanı da aldım diye yazmıştı bize.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Elbette. İngilizcede bir deyim vardır: Bir kitabı kapağıyla yargılayamazsın. Ama kapaksız da kitap kendini anlatamaz. “Gerçek” bir okur için kapak bir şey ifade etmez. O kitabını bambaşka yollardan bulur. Ama yayıncılık sektörünü ayakta tutan o tip okurlar değil. Çok çok az. Kitapla okurun tanışmasını kısaltan bir yoldur kapak. Arkasını okursun. Yazarın fotoğrafını görürsün. Ön kapakta bir sihir oluşur ya da oluşmaz. Bilgi sağlayıcıdır kapak. Pakettir. İçinde seni ilgilendiren bir şey var mı yok mu? Bunu anlamanın önemli bir yoludur. Tabii bu dediğimiz e-kitaplar için geçerli değil. E-kitapta örnekleme önemli. Kitabın bir kısmını “tatman” için reader’ına örnek gönderilir. Orada direkt içerikle yüz yüzesindir.
Kadir Aydemir: Bir kitabın okunma oranını, beğeni ve kabul görme düzeyini belirleyen tek şey kapak tasarımı değil, olamaz da. Fark yaratabilir, elbette. Her yayınevinin bir ruhu, rengi var; kitap kapakları da bir parmak izi adeta. Tasarım farkıyla öne çıkabilen kitaplar var.
Birgül Sevinçli: Bir kimlik olarak kitaba giydirilen kapaklar, aynı zamanda dönemlerinin egemen kimlik anlayışını da yansıtırlar mı?
Müren Beykan: Doğallıkla evet.
Mehmet Erkurt: Kuşkusuz, her kültür unsuru gibi kitap kapakları da zamanın ruhunu yansıtır. Hatta font seçimleri, tipografik yerleşimler, sayfa marjları bile koskoca bir algının parçalarıdır. Koskoca diyorum çünkü birbirinden esinlenerek, birbirini dönüştürürek, belki de en çok görülene verilen tepkiyle oluşur ve yayılır biçimler. Hiçbir tasarım öğesi diğer görselliklerden yalıtılmış bir şekilde doğamayacağı için, zeitgeist kendini egemen anlayışlara uyum ya da karşı çıkış biçiminde gösterebilir. Hatta her çağ bir önceliklerin deposu gibidir. Ya da her çağ bir sonrakinin malzemesi olmaya hazırdır. Bugün yayımlayacağımız bir kitabın konusuna, dönemine bakarak, o dönemi simgeleyen bir tasarıma yönelebiliriz. Önceki dönemlerin görsel birikimleri artık her an başvurabileceğimiz bir arşiv gibidir. Gelecekten “bugüne” bakabilmek için gereken tasvir mesafesini koyduğumuzda, getireceğimiz yorumları merak ediyorum.
İlknur Özdemir: Sanmıyorum.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Tabii. Çağ değişir, toplumlar değişir, yazarlar değişir, içerik değişir, tasarım değişir, ticaret araçları değişir, okurun kitapla ilişkisi değişir, kapaklar da değişir.
Kadir Aydemir: Kapak tasarımı tasarımcının kanını taşıyor. Onun ürettiği, bir sanat eseri bana göre. Yansıttığı şey de tasarımcının içinde olduğu dönemdir. Bu da toplumdan bağımsız değil. Tüm tasarımlarda sanatçı özgürce, dilediği gibi çalışıyor, öyle olması gerektiğine inanıyoruz.
Birgül Sevinçli: 2000 öncesi yıllara ait kitap kapakları hakkında ne düşünüyorsunuz? O dönemki kapak tasarım algısı ve beklentisi ile bugün arasında sizce nasıl farklar var?
Müren Beykan: Yayıncılığımızı dünya standartlarına taşıyan önemli sıçramalara sahne olan 2000’li yılların öncesine bambaşka gözlerle bakmakta, değerlendirmekte yarar var. Özellikle 80’ler ve 90’lardaki zorlu siyasi koşullarda müthiş bir idealizmle, çok kısıtlı sermayeyle kitap yapmaya çabalayan yayınevlerinin varlığı bile olağanüstüydü. O yıllarda Can, Metis, Remzi, Adam, Altın gibi yayınevlerinin kurum/kitap kimliği yaratma çabası öncü niteliktedir. İyi Şeyler Yayıncılık, biçimden kapak ve iç tasarıma kadar unutulmaz şiir kitapları koleksiyonu armağan etti yayıncılığımıza. De Yayınevi’nin yalın kapaklarıyla tiyatro koleksiyonu hazine değerindedir bugün hâlâ. Tasarım algısındaki en büyük değişim, illüstrasyon sanatının gelişmesiyle farklı üslupta desenlerin kullanılmaya başlanması ve kavramsal kapak kompozisyonlarının öne çıkmasıdır.
Mehmet Erkurt: Bu soruya alanın daha deneyimli, kıdemli emekçileri çok daha kapsamlı ve hatta ayrıntılı yanıtlar verecektir kuşkusuz. Okurluğum ve kitaba yönelik doğrudan gözlemlerim hep 2000 sonrasına ait. Ancak bugünden bakınca gözlemleyebildiğim en belirgin fark, 2000 öncesinde kitaptan çok yayınevi kimliğinin ön planda oluşu. 2000 öncesinde yayınevlerinin daha üniform tasarım ve kompozisyonlarla, tanımlı renklerle kendi kimliklerini öne çıkardıklarını, tekil kitaplardan önce bir yayınevi kimliği inşasına ve bu kimliğin berraklıkla yansıtılmasına odaklandıklarını görüyoruz. Zira kitaplar kadar, o kitapların niçin ve hangi önceliklerle yayımlandığının vurgulandığı dönemlerdeyiz. Bu, iki açıdan son derece anlaşılır: Bir yanda kurulan yeni, modern bir yayıncılık anlayışı var ve yayınevleri bu anlayışın kurucuları olarak var oluş nedenlerini, tercihlerini, duruşlarını net bir şekilde, tutarlı bir görsellikle ortaya koyma motivasyonundalar. Diğer yanda ise, belki daha da önemlisi, bu yayınevlerinin Türkiye’nin çalkantılı yakın tarihinde, bazen tam da o çalkantıya bir yön verebilmek için kurulduklarını görüyoruz. Böyle dinamik ve hatta kaotik bir siyasi ve kültürel bağlamda kararlarınızı, tavrınızı, amaçlarınızı, ideallerinizi, dolayısıyla kurucu değerinizi açık, anlaşılır bir söyleme oturtmak istediğinizde, bu söylemin ifadesi kendini yayınevini öne çıkaran metinlerde ve tasarımlarda gösteriyor.
İlknur Özdemir: O dönemin kapaklarının çoğu standart tasarımlarlaydı, zaten kapak tasarımı işiyle uğraşanların sayısı da azdı. Çoğu kapak yayınevinde, orada çalışan grafikerlerce hazırlanırdı. Ve çoğu birbirine benzerdi. Ama okur, kapağa bakarak hangi yayınevi olduğunu anlayabilirdi. Kimlik oluştururdu kapaklar. Örneğin Can Yayınları’nın beyaz kapakları (ben de o yıllarda oradaydım) simgeleşmişti. Kırmızı kalbi görmeseniz de Can’ın kapağı olduğunu bilirdiniz. Aynı şekilde Ayrıntı da öyleydi. Varlık da öyleydi. Kapakla çok dikkat çekmeye çalışılmazdı. Yazarın adı, kitabın içeriği daha önemliydi. Şimdi öncelikle kapakla okur etkilenmeye çalışılıyor. Görsel bir dünyada yaşıyoruz artık, yayınevleri de buna uyum sağlıyor.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: O zaman da herkes Batı’daki kapaklara bakıyordu, bir şey değişmedi, hâlâ gözler Batı’da. Türkiye’de görselliğin değişmez kâbesi Batı tasarım dünyasıdır. Güzel bulduğumuz her şey Batı’da gördüklerimize benzediyse güzeldir, gestaltımız bu. Bu kadar çirkin çevrelerde yaşayıp özgün bir tasarım çıkarmak zaten baştan imkânsız.
Kadir Aydemir: 2000 öncesi kapak tasarımları bugünün bakış açısından uzak ama doğal ve güzel işler de var, kimi eski kitapları çok beğeniyorum ben. 80’li ve 90’lı yıllarda sadece kapağa bakarak kitap alınmazdı, içeriğe-yazara-niteliğe önem verilirdi. Birçok önemli kitap, oldukça sıradan hatta vasat kapak tasarımlarıyla yayımlanmış, örnekleri oldukça fazla. Bugün artık görüntüler çağındayız. Görünmeyen yok sayılıyor. Göze çarpmayan, öne çıkarılmayan önemsiz zannediliyor. Özellikle sosyal medyadaki okur kitapta kapağa, tasarıma, illüstrasyonların çekiciliğine, ilginç işlere tav oluyor. Fotoğrafını çekip paylaşıyor çünkü. Onun için, okusa da okumasa da bir araç kitap. Oysa kitap bir bütündür. Bir kitap sadece kapağı çok iyi diye alınmaz, nasıl ki bir eser sadece sayfa sayısına göre değerlendirilemezse, öyle.
Birgül Sevinçli: Gelişen teknoloji ve dijitalleşmenin etkisi ile basılı kitapların zamanla önemini yitireceği düşünülüyordu ama süreç pek öyle gelişmedi. Bunda kitabın aynı zamanda bir estetik nesne olmasının ve kitap kapak tasarımlarının başlı başına bir sanat hâline gelmesinin sizce etkisi var mı?
Müren Beykan: Hangi biçimde sunulursa sunulsun kitap insan kültürünün en önemli, en vazgeçilmez ürünü, hele ki basılı hâli. Tasarımsal anlamda basılı kitaba bağlı, zaten ondan kaynaklanan e-kitap, sesli kitap gibi dijital ürünler de kitabı yaygınlaştırmaya, yüceltmeye yarıyor büyük oranda. Nesne olarak kitap, estetik bir tasarım alanı elbette ama yalnızca kapağıyla değil, iç tasarımı ve hatta metnin edebî estetiği de basılı kitabın büyüsünü katmerliyor.
Mehmet Erkurt: Olmalı. Bir kitabı elimize almaktan duyduğumuz haz estetikten bağımsız düşünülemez. Hatta sadece kapak tasarımı özelinde değil, bazı nesneler taşıdıkları değerle, onlara yüklenilen anlamla bütünleşmiş biçimleri sayesinde zaten başlı başına bir estetik uyarana dönüşmüştür. Pek çok alanda geçerlidir bu, mutfakta, oyuncak dünyasında, kırtasiyede… Kitap ele alınan haliyle zaten jenerikleşmiş bir estetiğe sahip. Dijital dünya, hayranlık uyandıran ‘ulaşılırlık’ özelliğiyle vazgeçilmezimiz olsa da formu taşıyamıyor. Hazzın en etkili uyaranlarından dokunuşu, teması mümkün kılamıyor. Bu hazzı aramak için illaki bibliyofil olmamız şart değil, temel bir kitap sevgisi bazen üzerinde fazla düşünmeden, hatta bilinçsizce o formu aramaya itebilir bizi. ‘Açıklayamadığımız’ bir nedenle kitabı nesne olarak istemeye devam ederiz. Onun nesne olma özelliğine değer verir, o değerin verilmesinden de haz duyarız. ‘Güzel’ tasarlanmalarını isteriz. Hazzımızın vazgeçemediğimiz parçasıdır bu.
İlknur Özdemir: Hayır, pek değil. Kitap kapağı sanat hâline geldi diye okur dijital kitaba yönelmiyor diyemeyiz. Kalıcı olan yazılı olandır. Elimizin kâğıda değmesinin, sayfaları karıştırmanın, aynı yeri döne döne okumanın, altını çizmenin zevkini, keyfini dijital kitapta bulamayacağımız için basılı kitaba sadık kalıyoruz diye düşünüyorum. Estetik nesne olarak düşünülmesi beni üzer.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Bu çok düz bir çıkarım olur. Kitap geleneğinin 10 yılda yok olacağını ama tasarım sayesinde bunun böyle olmadığını düşünmek çok kolaycılık olur. Kitap köklü bir gelenek. Derhal yok olmaz. Türkiye’ye henüz doğru dürüst reader gelmedi. Teknoloji daha yayılmadı ki…
Kadir Aydemir: Kitap canlı bir varlıktır. Şarj ve kablo istemez, enerji tüketmez, gözü dijital ekran kadar yormaz. Dayanıklıdır. Yazarından imzalıysa dünyalara bedeldir, saklanır, yazarı da o mürekkep lekesiyle birlikte sonsuza dek yaşatır. E-kitap ve sesli kitap bambaşka üretim biçimleri. Yitik Ülke olarak kitabın nesnesinden, geleneksel hâlde üretilmesinden yanayız. Kitaplar fotoğraflanıp paylaşılıyor, insanlar birbirine küçük pusulalar yazıp kitap hediye ediyor, bundan daha güzel ne olabilir? Başarılı ve ilginç kapak tasarımları, elbette, kitapları daha çekici hâle getiriyor.
Birgül Sevinçli: Sizce kitabın kapak tasarımı, kitabın okuyucuyla kurduğu ilişkide ve satışında önemli mi?
Müren Beykan: “İlk etki”yi yaratan olarak kapak önemli ancak artık çocuk okur bile arka kapaktaki metni okumadan kitap almıyor. Yayınevi, yazar, varsa çevirmen, illüstratör takibi yapıyor. Kapak bütün etkisine -hele ki kavramsal kapakların göz çelen etkisine- rağmen, kitabın okurla buluşmasında ana etkenlerden belki biri ama en belirleyici değil.
Mehmet Erkurt: Kesinlikle. Bazı okuma kulübü buluşmalarımızda duyduğum cümlelerden biri şudur: “Bu kitapla tanıştığıma çok sevindim, herhalde biri bana önermese, rafta kapağını görüp de merak etmezdim.” Gerçekten belli bir estetik değeri, çabayı, yetkinliği taşımayan; imgeleri bir anlam temeli bulmayan, ifadesi dağınık ya da havada kalmış kapaklar için sıklıkla yapılan bu yorum çok somut bir cevap niteliğinde. Bir önceki sorunuzda ele aldığımız haz meselesi bu soruda da çok belirleyici.
İlknur Özdemir: Kısmen öyle. Okur artık sadece kitabın içini, çevirisini, dilini, işlenişini değil, kapak tasarımını da eleştiriyor, beğenip beğenmediğini dile getiriyor. Dolayısıyla bir yayıneviyle kitapları üzerinden bağ kuruyor. Okurun itirazı üzerine kitabın yeni baskısında kapağının değiştirildiği örnekler biliyorum. Ama salt kapağa dayandırılamaz bu ilişki.
160. Kilometre Yayınevi Ekibi: Kitap kapağı yayınevinin okuruyla kurduğu ilişkinin önemli bir parçasıdır ama tamamı değildir. Kitap kapağı derken de ön yüze konulan görseli anlamıyoruz biz. Demin “kitap kapak tasarımlarının başlı başına bir sanat hâline gelmesi” dediniz, görsel her şey değildir, hele Türkiye’de. Biz görselliğin egemen iletişim olduğu bir toplum değiliz. Kitap kapağı kendi kendine her şeyi konuşması gereken bir ortamdır. Üstüne yerleştirilen görsel ve sözel elemanlar yayınevinin o kitabı neden yayımladığının bir özetidir. Bazen içerik öne çıkar, bazen yazarın adı öne çıkar, bazen de 160. Kilometre’de olduğu gibi yayınevinin “içerik güvencesi” öne çıkar.
Kadir Aydemir: Bence önemli fakat tek belirteç bu değil. İyi kitap okuru sadece kitap kapağına bakarak kitap satın almaz, almamalı da. Kapak kapağı bir meyvenin dışıdır, çekirdek ise meyvenin kalbi, yani içindeki öz ve tohum da dışı kadar değerlidir. Okur tohum biriktirir. Kapaklar iyi ya da kötü, hiç fark etmez, bir edebiyat eseri güçlü ve nitelikliyse, gerçek okur onu ne yapar eder bulur ve okur. Kapağı yırtıksa, gerekirse takvim yapraklarıyla ya da gazeteyle kaplar, yine okur. Kitap kapağı içeriği desteklerse, benzersiz bir çalışmaysa, kitap bugünün dijital paylaşım ortamında daha geniş kitlelere ulaşır elbette.
Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları okudu. Uzun yıllar çok uluslu şirketlerin Lojistik ve Finans birimlerinde üst düzey yöneticilik yaptı. Halen kurumsal firmalara danışmanlık yapıyor. Birçok STK’da gönüllü olarak çalıştı, bireysel yardım projeleri aktif olarak devam ediyor. Yollar, kitaplar ve fotoğraf en büyük tutkusu. İlk kişisel fotoğraf sergisini 2018 yılında açtı. Kafalar Hep Karışık projesinde yer almaktan mutluluk duyuyor. Şiire, yollara, çocuklara ve gelecek güzel günlere inanıyor. Çizdiğini yazdığını kendine saklıyor. Okuyor, okuyor okuyor…