20. yüzyıl felsefesi için önemli bir isim olan, son dönemlerde Türkiye’de adını daha sık duymaya başladığımız Fransız filozof Alain Badiou’nun bir hakikat usulü olarak alımladığı aşktan söz edeceğim. Bunu yaparken de ağırlıklı olarak, Badiou’nun 2011 yılında Can Yayınları tarafından, Orçun Türkay çevirisiyle Türkçeye kazandırılan Aşka Övgü adlı metnine odaklanacağım (Söz konusu kitap ilk olarak Fransa’da, 2009 yılında Flammarion tarafından Éloge de l’amour adıyla yayımlandı).

Kitabın ismi aşka dair iyi şeyler duyacağımızın habercisi aslında. Badiou, aşkı yerden yere vurmak yerine, daha başlangıçta bir felsefecinin aşkı savunması gerektiğine vurgu yapıyor. Her şeyin giderek esnekleştiği ve kavramların anlamlarının zedelendiği bir çağda, aşkın her zamankinden daha çok savunuya, sahiplenilmeye ihtiyacı var onun için. İçi boşaltılan aşkı belki de önce onarmak, sağlam bir şekilde doldurmak gerekiyor. Bu nedenle Nicolas Troung ile yapmış olduğu söyleşi Aşka Övgü, Arthur Rimbaud’un Cehennemde Bir Mevsim adlı şiirinde yer alan ‘‘Aşkı yeniden icat etmeli, besbelli’’ dizesiyle başlıyor.

Aşk, Badiocu anlamda bir “olay”a karşılık gelir. Düşünür için olay, olanaksız gibi görünen şeylerin açığa çıkmasının imkânını veren şeydir. Olay’ın Badiou felsefesinde devrimin terminolojik adı olduğu söylenebilir; bunun mutlaka siyasi bir devrim olması gerekmez. Gerçek bir değişim olarak görülebilecek olay, gündelik rutinimizi alt üst edebilir ya da alışık olduğumuz dünya perspektifini kökten değiştirebilecek bir hamlede bulunabilir. Aşk da buna oldukça iyi bir örnektir. Teoride aşka dair ne kadar belirli veya katı fikirlere sahip olursak olalım, hakiki anlamda bizi etkileyen bir rastlantı sonucunda düşüncelerimiz pratik düzeyde kendisini kolaylıkla gösteremeyebilir. Aşkın gerçekliğini sorgulama evresinde olan biri, farkında olmadan kendini bir âşık olarak bulabilir. Badiou için aşkın özneleri aynı zamanda hakikatin de özneleridir ve olay ile doğrudan bir bağa sahiptir. Bir hakikat içinde özneyi kuran daima bir olaydır. Öznenin herhangi bir kimlik siyasetine indirgenemez biricik kapasitesi yani farklılğı olay ile birlikte görünür olur. Bu öznelliğin en net yansımalarından biri de aşk alanıdır.

Kitabın ilk bölümünde, Fransa’nın Boulogne-Billancourt şehrinde kurulmuş olan Meetic adlı çevrimiçi bir flört sitesinin afişlerinin Paris’i donattığından söz eden Badiou, bu oluşumun sloganlarına dikkat çeker: ‘‘Aşkı rastlanıya bırakmayın!’’, ‘‘Aşka düşmeden âşık olunabilir!’’, ‘‘Acı çekmeden de pekâlâ âşık olabilirsiniz!’’ Sloganlar ilginçtir; kişi nasıl aşka düşmeden aşık olabilir? Aşkta hiç acı çekmemek mümkün müdür? Anlaşıldığı üzere sloganlardaki ‘aşk’ anlayışı Badiou felsefesindeki aşk kavramını tam olarak imlemez. Badiou için Meetic platformunun reklam propagandası, aşk konusunda bir güvenlik anlayışından doğmaktadır. Bu anlayışla birlikte olası bütün riskleri kapsayan bir takım sigorta sözleşmeleri meydana gelir.

Badiou, aşkın ortaklaşa bir zevk olduğuna, neredeyse herkes için yaşama yoğunluk ve anlam kazandıran bir şey olduğuna inanır. Ona göre aşk, bütünüyle risksiz bir düzende yaşamın zenginliği olmaktan çıkmaktadır. Aşkta riski ortadan kaldırmak için harcadığımız çabalar ona hesaplayıcı bir yan atfeder. Oysa aşk hesaplayıcı değildir; aksine hesaplan(a)mayan nadide şeylerden biridir o. Aşka sirayet edecek olası bir risksizlik planı, bireylerin hakikat üretimini yerle bir eder.

Filozofa göre aşkın iki temel düşmanı vardır: Sigorta sözleşmesi güvenliği ve kısıtlı zevklerin rahatlığı. Güvenlik tehdidi ve aşkın öneminin görmezden gelinmesi, Badiou için aşkı sıkıntıya sokmaktadır. Söz konusu güvenlik tehdidi aşkın genele yayılmış bir hazcılık türünden, bir zevk türünden başka bir şey olmadığının söylenmesine yol açar. Bu durumun yaratacağı problem, aşkın önemsizleşmesine neden olur. Ne düşünürsek düşünelim, bu şeyden sadece haz alabileceğimize inanıyorsak, onu bir an önce yapmaya uğraşırız. Ancak aşka düşmek -ya da aşk yapmak- bireyin kendisinden dışarıya doğru bakmasıyla oluşacağundan bunun risksiz ve sadece haz veren bir ortamda olmasını istemek, onun varlığını çıkmaza sokar. Riski ne yaparsak yapalım ortadan kaldıramayız; onunla yaşarız hep.

Badiou için aşkta, rastlantının saf tekilliğinden evrensel bir değer taşıyan bir öğeye geçme olasılığı vardır. ‘‘Sadece karşılıklı olarak yarar sağlayacak bir değiş tokuş olarak düşünülmezse ya da kâr getiren bir yatırım gibi önceden uzun uzadıya hesaplanmazsa, aşk gerçek anlamda rastlantıya duyulan güven halini alır. Farkı oluşturan şeyin temel deneyimine ve özünde, dünyanın farktan hareketle sınanabileceği düşüncesine yaklaştırır bizi. Bu yüzden evrensel bir erimi vardır, olası evrenselliğe ilişkin kişisel bir deneyimdir ve felsefi açıdan çok önemlidir’’ (Aşka Övgü: 23).

Badiou, Troung ile yaptığı söyleşide Jacques Lacan’ı da anmadan geçmez. Bu anma ile birlikte aşk ve cinsellik arasındaki farka da göz kırpar. Badiou için aşk ve cinsellik ayrı anlamlara sahiptir. Lacan’ın anlatısında, cinsellikte esasen herkes kendi işine bakmaktadır. Karşımızda bir ‘öteki’ vardır ancak zevk son kertede özneldir. Badiou için söz konusu iki kavramın -aşk ve cinsellik- arasındaki ayrımın en açık şekilde ifade edildiği cümleler şunlardır: ‘‘Aşkta özne kendinden öteye, özseverliğin ötesine geçer. Cinsellikte, ötekinin aracılığıyla da olsa kendinizle ilişki içindesinizdir. Öteki, sizin zevkin gerçekliğini keşfetmenizi sağlar. Buna karşılık, aşktaysa ötekinin aracılığı kendi başına değer taşır’’(Aşka Övgü: 24).

Badiou, aşka dair felsefi anlamda yaygın olan üç görüşün olduğunu söyler:

1) Karşılaşmanın esrikliğine yoğunlaşan romantik düşünce (En büyük anlamı denk gelişe yükleme).

2) Meetic adlı tanışma sitesiyle ilgili olarak, ticari ya da hukuki olarak adlandırılabilecek, aşkı son kertede bir sözleşme olarak gören düşünce.

3) Aşkı bir yanılsama olarak gören, kuşkucu bir düşünce.

Filozof için aşk, bu üçünden hiçbirine indirgenemeyecek bir yoğunluğa ve aynı zamanda özgünlüğe sahiptir. Badiou için bir gerçeklik oluşumu olarak aşk, sınırlanmaya ya da tanımlanmaya pek müsait değildir. Peki, Badiou’nun bir hakikat usulü olarak gördüğü aşkın meydana getirdiği gerçeklik neyden meydana gelmektedir? Bu sorunun kendisi önemlidir; çünkü bu noktada Badiou’nun aşkı düşünmedeki ‘fark’lılığı gözümüze çarpar. Şunları sorar kendini bir âşık-felsefeci olarak tanımladığı kitabında: ‘‘Dünya birden değil de ikiden hareketle sınandığında nasıl bir yer olur? Dünya benzerlikten değil de farktan hareketle incelendiğinde, gerçekleştirildiğinde ve yaşandığında nasıl bir yer olur?’’ (Aşka Övgü: 26)

Badiou için aşk, bu soruları sorma imkânına karşılık gelir bir anlamda. Söz konusu sorular Badiou’yu benzerlikler üzerinden sistem kurmak isteyenlerden, aşkı da benzerliklerin birbirini bulduğu bir alan olarak görenlerden farklı bir yere konumlandırır. Özneyle nesnenin birbirine karıştığı bir aşk anlayışı, iki sevgilinin karşılaşması ve dünyaya karşı Bir’in kahramanlığı olarak adlandırılabilecek bir şey meydana gelmesi olayı Badiou için kabul edilmemelidir. Dolayısıyla felsefeci (madem ki) aşkı savunacaksa, onu farktan hareket ederek/türeterek savunmayı denemelidir. Nihayetinde aşkın kendisi, iki birey arasındaki sonsuz farkın olumlanması olarak okunabilir. Badiou için aşk, varoluşsal bir öneridir aynı zamanda. ‘‘Salt sağ kalma itkimden ya da iyice anlaşılmış çıkarımdan farklı bir yöne kayan bir bakış açısıyla, bir dünya kurmanın önerisidir’’(Aşka Övgü: 27).

Düşünüre göre aşk, ‘‘Öteki’nin, Başka’nın sunağında Aynı’dan, Kendi’den feragat etmek değildir. Hatta ilginçtir ki aşk, bir öteki deneyimi bile değildir’’ (Sonsuz Düşünce: 124). Aşkın öteki deneyimi bile olmaması demek, onun -ötekinin- benzerliğini tecrübe etmenin görevimiz olmadığını anlamına da gelir. Biraz daha açalım: Aşk söz konusu olduğunda yapacağımız şey iki birey arasındaki benzerliklerin peşinden koşmak değildir; ötekini olduğu gibi alarak/heybemize katarak, farklılıklarla birlikte var olmak için ona doğru bir yönelim göstermektir. İşte bu yüzden Badiou dünyanın birden değil de ikiden hareketle düşünüldüğünde nasıl bir yer olacağını sorar. Aşkı fark temelinde düşünmeyi teklif eder. ‘‘Aşk, İki’nin aynı potada erimesi değildir; aksine erimeden, ayrı ayrı varoluşların birbirine yaklaşması ve duygusal bir köprü kurmasıdır. Aşkta, söz konusu olan iki kişinin farklılığı özümseyip yaratıcı kılmayı başarıp başaramamasıdır’’ (Aşka Övgü: 49).

Badiou’nun düşüncesinde aşk sorunu, her bireyin deneyimine karşılık gelen iki noktadan hareketle ele alınır. ‘‘Aşk bir ayrılığı ya da bölünmeyi işler, bu da sonsuz öznellikleriyle iki kişi arasındaki basit fark olabilir. Aşkta, elinizdeki ilk öğe bir ayrılıktır, bir bölünmedir, bir farktır. ‘İki’ vardır elinizde. Aşk önce bir İki’yi işler. Diğer noktada ise, aşk tam da bir bölünmeyi işlediğinden, o İki’nin kendini göstereceği, olduğu haliyle sahneye çıkacağı ve dünyayı yeni bir biçimde sınayacağı anda, ancak rastlantısal ya da olumsal bir biçime bürünebilir’’ (Aşka Övgü: 31). Badiou için gerçek aşk, uzamın, dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır. Tam da bu nedenle Paris’i saran Meetic sitesinin vaatleri sonucunda ortaya çıkacak olan filtreleyici aşk, gerçek bir aşk olamayacaktır.

Bugün çoğu ilişkinin başlangıcında -flört dönemlerinde- insanların birbirlerine yönelttikleri ‘‘Kıskanç biri misindir?’’ sorusu Badiou için sorun yaratacaktır. Bunu soran birinin zihninde muhtemelen iki şey vardır: 1) Karşıdaki kişinin ‘‘evet’’ cevabını vermesi ve kıskanç bir sevgilisi olacağı için kendini değerli hissetmek istemesi. 2) Kıskançlık yapacağını daha baştan anladığı biriyle birlikte olmak istememesi. Yine de her ne olursa olsun birlikte olduğumuz insanın bizi kıskanmasını isteriz. Kıskançlığın yarattığı haz, kıskanılan tarafı kabarttıkça kabartır. Bizi koruyan ve bizim için herkesi karşısına alan kıskanç bir sevgili profili, öncelikle bir sorun yaratır gibi görünse de, sahiplik eksenli ilerleyen ilişki biçimlerinde asli bir konuma ulaşır. Fakat her halükârda böylesi bir beraberlik, “alt düzey” bir ilişki olmaktan kurtulamaz. Badiou için böylesi bir ilişkinin sorun teşkil edecek olmasının sebebi, düşünürün kıskançlığı yapay bir aşk asalağı olarak görmesidir. Bir asalak olarak kıskançlık, Badiou’nun politik karakterini göz önünde bulundurarak konuşursak, ‘devrimci ya da militan bir aşk’a hiçbir katkı sunmaz. Bu nedenle de aşkın tanımında kesinlikle kendisine yer bulamaz.

Badiou felsefesinde siyaset ve aşk arasındaki temel fark düşmanla ilgilidir. Siyasette harekete temel hazırlayan şey, düşmana karşı olan mücadeledir. Ancak Badiou için aşkta bir düşmanın izine rastlamayız. Engeller vardır mutlaka, aşka içkin birtakım dramlar karşılayabilir bizi belki ama politika zeminindeki gibi bir düşman kavramı bu alanda yoktur. Söyleşisinde kendisine gelebilecek olası bir eleştiriyi de ifade eder: Sevdiğimiz bir birey var ve o kişiyi bizden başka birisi daha seviyor; ancak sevdiğimiz kişi onu değil de bizi “tercih” ediyor. Bu durumda o, yani üçüncü kişi, bizim düşmanımız ol(a)maz mı? Badiou için ‘‘hayır, olamaz’’. O bir rakiptir anca ve aşkın çevrelendiği alanın dışında kalmıştır. ‘‘Aşkın düşmanı bencilliktir, herhangi bir rakip değil. Şöyle de denebilir: Aşkımın en amansız düşmanı, yenmem gereken düşman, öteki değil benim, farka karşı özdeşliği isteyen, farkın prizmasında süzülmüş ve yeniden oluşturulmuş dünyaya karşı kendi dünyasını dayatmak isteyen ben’’ (Aşka Övgü: 53).

İki kişinin içerildiği bir aşk durumunda dışarıda kalan ama düşman olmayan üçüncü kişi, birbirine âşık iki kişiyi, muhtemelen ilk akla gelen şekliyle ‘bir çift’ olarak niteleyecektir. Badiou için aşkı ve çifti hassas bir şekilde birbirinden ayırmak gerekir. ‘‘Çift, aşkta, üçüncü şahıs için görünür olandır. Dolayısıyla, üçün olduğu bir durumdan yola çıkarak hesaplanmış ikidir. Ama söz konusu üçüncü şahıs, kim olursa olsun, ayrı bir konumu, üçüncü bir tavrı temsil etmez’’ (Sonsuz Düşünce: 129). İki’nin sahnesi anlamında aşk için üçüncü kişi onları adlandırmaktan başka bir görev üstlenemez.

“Örnek bir çift” ne demektir? Ya da “harika bir çift” tam olarak ne anlama gelir? Şüphesiz herhangi bir üçüncü kişi tarafından söylendiğinde bu ifadelerin anlamı, aşka düşmüş iki kişinin birbirlerine ne kadar çok yakıştıklarını belirtmektir. Badiou’ya göre ‘‘Çift aşkı değil, aşk durumunu (hatta Devletini) adlandırır. Âşıklığın sunuşunu değil, temsilini. Üç açısından hesaplanan bu iki, aşk için var değildir. Aşk için, üç yoktur, ve onun İki’si her türlü hesabın dışında kalır’’ (Sonsuz Düşünce: 130). İki farklı karaktere sahip, uçlarda yer alan ama engin bir aşka sahip iki kişi benzeştirilmeye çalışıldığında, sonsuz farkın olumlanması olarak okuyabileceğimiz aşk tehlikeye girer. “Çift” yakıştırmaları giderek arttığında bir zaman sonra insanlar, çifti ayrı ayrı iki insan olarak düşünemez olurlar. Bir etkinlik düzenleneceği zaman çifti oluşturan iki kişi birbirinden bağımsız düşünülemez; o nedenle plana biri dahil edildiğinde diğeri de otomatik olarak dahil edilmek durumundadır/zorundadır. Böyle bir durumda ilişkinin taraflarından birinin, söz konusu etkinliğe katılmak istemezse çevresi tarafından çiftliği bozduğu için bir kınanma ile karşılaşması işten bile değildir. O nedenle genellikle sevgilisi olan bir insanın seyahate, tiyatroya vs. “tek başına” gitmesine çoğunlukla mesafeli yaklaşılır. Çünkü sevgilisinin sayılan tüm bu etkinliklerde ona eşlik etmesi beklenir; durumun böyle olmadığı her anda da, sayıları oldukça fazla olan ama son kertede “üçüncü kişi”nin altına düşen insanlar, çiftin ilişkilerini sorgulama cüreti gösterirler. Bu soyunulan acemi aşk doktorluğu ise patolojik bir duruma işaret etmektedir.

KAYNAKLAR

Alain Badiou & Nicolas Troung, Aşka Övgü, çev. Orçun Türkay, İstanbul: Can Yayınları, 2011.

Alain Badiou, Sonsuz Düşünce, çev. Işık Ergüden & Tuncay Birkan, İstanbul: Metis Yayınları, 2012.