“Geleceğin cahilleri okuma yazma bilmeyenlerin yanı sıra kamera kullanmayı bilmeyenlerden oluşacak.”
Laszlo Moholy-Nagy’nin görsel okuryazarlık üzerine söylediği sözüdür. Kamerayı kullanmayı bilmenin ardındaki katman ise görsel okuma yapabilmektir esasında. Elbette bunun öncesinde de okuryazar olabilmek. Fotoğrafa dair yazılmış birbirinden farklı makalelerin toplamından oluşan “Fotoğrafçının Eğitimi” adlı kitap tam da görsel okuryazarlık üzerinedir. Charles H. Traub, kitabın “Giriş” yazısında “Şimdi nasıl görüyoruz? Görmek ne anlama gelir? Görsel görüntü günlük yaşamımızı nasıl etkiliyor? Başka bir bağlam var mı? Bu kaygıları, eğitilmiş ve büyük bir temkinlilikle, mercek içinden bakmadan anlamanın ve keşfetmenin başka bir yolu yok,” der. Anlama ve keşfetme yolculuğunda daima ilham verecek, fotoğrafçı olmanın sadece teknik detayları bilmek olmadığını daha ötesinde insani sorumluluklara da sahip olarak entelektüel görsel okumalarınızı da güçlendirecek. Makaleleri bir araya getiren kitabın editörleri Charles H. Traub, Steven Heller ve Adam Beller’in hazırladığı “Fotoğrafçının Eğitimi” Hüseyin Yılmaz, Ozan Yavuz, Yalım Keser çevirisiyle Espas Yayınlarından çıktı. Yirmi birinci yüzyılın fotoğraf okuryazarlığınıza büyük katkı sağlayacak değerli bir çalışmayı daha fotoğraf kitaplığımıza kazandırdılar.
“Bu kendi başına ütopik bir projedir ve kesinlikle yüreği hassas kişilerin harcı değildir.”
Üretim boyunca yaşamınızda manifestolandınız mı? Yahut kendi manifestonuzu yazdınız mı? Sanatçı manifestosu okuduğunuzda aklınızda hangi sözcük kalıyor: “Yaşasın!” mı yoksa “Kahrolsun!” mu?
Bildiğimiz ilk manifesto Karl Marx “Komünist Manifestosu” olsa da sanat adına her devirde birbirinden ilginç sanatçı manifestoları yazılmış ve yazıldığı dönem içerisinde ise yankı uyandırarak birçok tartışmalara yol açmıştır. 1909’dan başlayarak 2009’a kadar olan süreçte yazılmış yüz manifestoyu derleyen Alex Danchev’in çalışmasından bahsetmeden olmazdı. Çünkü fotoğrafın sadece teknik detaylarıyla ilgilenmek değil düşünsel bir disiplin oluşturabilmek için de ayrıca okumalara başvurulması gerektiğini düşünerek elimizdeki kitaba yer vermek istedim. M. Emir Uslu’nun akıcı çevirisiyle kitaplığımızda yer alması gereken “100 Sanatçı Manifestosu Fütüristlerden Stuckistlere” adlı kitabı derleyen Alex “Giriş” yazısında manifestoların “(…) devrimin çok sesli ve çok renkli dalgaları” olduğunu söyler. Bir oturuş okuyabileceğiniz kitap olmasa da yaratım süreci boyunca düşünme akışınızı rayında sürdürmenize yardımcı olması adına her an bakabileceğiniz bir kaynaktır. Okunurluğu kolaylaştıran güzel bir tarafı da tarihsel sıralamayı bozmadan kronolojik bir düzende, sanatçı hakkında bilgi veren başlangıç yazılarıyla yer almasıdır. Ayrıca meraklıları için de ilave okuma listesi de kitabın sonunda verilir. Kendi manifestonuzu yazmanız için kitabın kışkırtıcı gücünden ilham alabilirsiniz. Hayal gücünüzü kuvvetlendirecektir.
“Yeri boş kaldı!”
Evet, Merter Oral’dan bahsedeceğim. Fotoğrafı yaşamının merkezine alarak yapmış olduğu çalışmalarından sadece bir tanesini ele alıyor olsam da katkılarındaki değerini anlatmaya yetmeyecektir. Hüseyin Yılmaz editörlüğünde Espas Yayınlarından çıkan “Weimar Cumhuriyetinden Günümüze Fotoğraf Ajanslarının Fotojurnalizme Katkıları” adlı çalışma doktora tezinin kitaplaşmış hâlidir. Çalışmasının içeriğine baktığımızda Weimar Cumhuriyeti’nin (1919-1933) 20 ve 21. yüzyılın çerçevesinde fotoğrafın sosyokültürel merceğinden incelenmesidir. Tarihsel bir bakış açısı getiren Merter Oral, 1920 ve sonrası yıllardaki fotoğraf ajansların işlevlerini sorgulamış ve fotojurnalizmle olan ilişkisini yakından incelemiştir. Günümüzde yer alan fotoğraf ajanslarının akıbeti hakkındaki detaylarından uzak kaldığımız dönemimize baktığımızda böylesine bir çalışmanın çok yerinde olduğunu ve ihtiyaçtan doğduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Sadece bununla sınırlı kalmadan fotojurnalizmin çağa, çağın olaylarına, insanlara tanıklık etmesindeki gücünü basın fotoğrafçılığından nasıl ayrıldığını dair yapmış olduğu açıklamalarına da dikkat çekmekte fayda var. Merter Oral’ın sevdiğim sözüyle bitirmek isterim.
“Hiçbir fotoğraf, insandan daha değerli değildir.”
“Görmek ve inanmak!”
“Çağımızın Tanıkları Belgesel Fotoğrafçılar Anlatıyor” adlı kitabını Merter Oral’ın anısına adayan Ken Light, dönemin belgesel fotoğrafçıları, belgesel fotoğrafla ilgilenen editör ve küratörler, bu alanda çalışan değerli isimleri bir araya getiriyor. İlk başta bir araştırma projesi olarak yola çıkıyor ve ardından kitaba dönüşmesiyle büyük ilgi topluyor. Özellikle belgesel fotoğrafla ilgilenen okurlar için birebir kaynak olacaktır. Geçmişi geleceğe taşıyan ve bunun sürekliliğini sağlayan önemli çalışmaların ortaya çıktığı dönemi bilmek “kayıt etmek” anlayışını bir nebze olsun değiştiriyor. Sadece çağına tanıklık etmek yeterli gelmeyebilir, zamansal akışına direnç sağlayacak o gücü gösterebilmek neticede. Yine günümüzün belgesel fotoğrafa yaklaşımıyla kıyaslayacağım ancak hangi kitabı okursam okuyayım içinde bulunduğum koşullardaki fotoğrafa da bakmadan duramıyorum. Önceden nasıldı, şimdi nasıl? Karşılaştırıcı sorular hemen beliriveriyor akılda. Tekrar konuya dönecek olursam belgesel fotoğrafa olan yaklaşımdaki yozlaşmayı, kolaycılığı ve “anlık” yakalamalardan öteye geçmediğini fark edebiliriz. Elbette en büyük payını dijitalleşmeye ayırırsak. Bunlar haricindeki Ken Light’in dediği gibi “İronik olarak, belgesel/haber fotoğrafçılığının şu anki durumuna rağmen belgesel geleneği gittikçe daha fazla genç fotoğrafçı sahipleniyor. Bu bana, belgeselin hikâyeleri söylemenin yeni yolların ile devam edeceği ve izleyicilerimize ulaşacağı ve evet, çalışmamızı desteklemek için yollar bulacağımız umudunu veriyor. Teknolojik değişimin kurbanları olmak zorunda değiliz.”
Belgesel fotoğrafın günümüzdeki katkısına ve önemine dair söylenebilecek en güzel sözü Melanie Light söylüyor.
“Laikliğin bu gününde, gazeteciliğin görsel medyası ve belgesel fotoğraf, her birimizin insanlığımızı, birbirimizle manevi ve insani ilişkilerimizi bulabildiğimiz bir araç olarak da hizmet edebilir. Etrafımızdaki görüntü tsunamisine rağmen her görsel karşılaşmada kendimizle iletişim kurmak, niyetimizle konuşmak için bir mücadele ile karşı karşıya bırakıldığımız ve belki de onu daha zeki, daha insancıl amaca doğru ayarlamaya gayret ettiğimiz bize hatırlatılıyor.”
Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesinde okudu. Yunanistan, Belçika ve Türkiye’de çeşitli dergilerde yer aldı. Hayret adında bir fotoğraf fanzini çıkardı. Yazı ve fotoğraflarıyla ötekileştirilmiş insanlara aidiyet duygusu kazandırmanın peşinde, onarıcı ve yapıcı şeylerin gücünü gösterme arayışı içindedir. LGBTİ+’larla ilgili fotoğraf çalışmalarına devam ediyor.