Yazmadıklarımın içimde büyümesine izin veriyorum. Önce küçük bir tohumken yavaşça büyüyorlar. Dışarıdan yansıyanlar düşüyor içime. Lahana misali katmer katmer sarmalanıyor. Her bir katmanı bekledikçe sarıyor içindekini. Dışarıdan yansıyanla içerideki nefes alıyor. Bir, iki… Dudaklarımda oturan suskunluk. Bedenimde ağırlık. Ellerim çatallı. Avuçlarımda hüzün. Yüzüm bilinmeyenli denklemin bulunamayan elementi. Ceplerimi kusmak istiyor Ben. Ağırlığı dengede tutuyor, diyor O. Denge gerekli. Denge stabil mi? Lahana yaprakları dengeli büyüyor. Kollarımla bedenimi sardığım geceler ellerim arkamda buluşuyor. Sıkıca tutuyorum kendimi. Düşmesin. Bir Ben. O tek başına. Arkası dönük. Ayakta dikilmenin sancısı sızıyor parmak uçlarından. Lahana büyüdükçe ağırlaşıyor. Ceplerimi dolduranlardan daha fazla. Çokça zaman sayıyorum. Üç, dört… Her şey baştan başlamadı. Sonunda bitmedi. Bekliyor, sürekli. Büyüyor. Ağırlaşıyor. Beş, altı… Büzüştükçe küçülüyor. Nihayet katılaştı. Var’dan yok oldu. O’na karıştı. Boyum kısaldı. Büyüdükçe uzamadım. Ufalan kemiklerim kırılgan. Kaşlarımın altına yerleşen göbekli fili göremiyorum. Sesini duyuruyor durmaksızın. Bedenime sarılan kollarım ağrıyor. Saçlarımın ağarmasından çok önce. Olduğum yer bir uzak bir yakın. Gökkuşağı renklerini sayarken böcek döküyor o eski bulutlar. Derimi kaşıyan tırnaklarım alevli. Derimden de fazla. Ah! Altı, beş, dört… Kokusu burnumda. Rüyamdan kopup gelen Ben’e sarılma isteğim büyüyüp deve dönüşüyor. Üç, iki, bir. Uzaktan gördüklerim uzakta kalmalılar. Bulutlar gittiğinde. Öteki sessizce ağlarken. Filin hortumu Lahana’yı sularken. Ve… Ve… Ve Ben’e sarılan kollarımla gökkuşağını okşarken gülümseme isteğimin karşısında küçülüyor dev. Gülümseyişimi gösteriyorum. Şimdi oldu.

Oldu da öldü mü? Kimse sordu mu? Kolladı mı masallar diyarındaki prensesin başucundaki körpe fidanın karnı aç mı tok mu? Budanmış tüm çiçeklerin gülüşleri yere düşmüş. Budanmış budala kalbi. Dikkat prenses var! Prenses varsa cadının elmasını kim yedi? Beş, altı, yedi…  Elmayı Lahana çoktan yutmuş. Yutmuş da kusamamış. Çiğnedikçe çiğnemiş rengini kaybedene dek elma. Bilmiyor muydu Ben ya da O? Henüz olmadan önce. Çok önce. Görüyordu. Suskunluğu, bilgeliğinden geliyordu.

‘Bir varmış bir yokmuş’ tan önceydi. Gökkuşağı ağlamadan da önce. Elmayı getiren cadı, elmaya götüren cadı. Elmaya uzanan elin gücü de cadıdan mıydı? Lahana zehirlendi. Zehirle sarmalanırken büzüştü hep. Ağladı arkası dönük olan. Bir varken bir yoktu. Damarlarındaki uslu kan, ellerinden akarken gözü dönmüşe çalıyordu. Siyah kan. Nefesini kesen ölümün nefese susamış hâli. Eskiyen ama ölmeyen şeyler gibi. Unutulsa da kaybolmayan. Ağlayıp da hiç susmayan. Yağan ve hiç dinmeyen. Acısı hiç geçmeyen ince sızı.  Kesmeyen, kendisi olmaktan da vazgeçmeyen bir bıçak. Hep öyle. Hep. Ben, o, lahana.