Kişiyi vegan olmaya iten belirli hadiselerin olduğunu düşünüyorum. Bu, Kurban Bayramı’na dair bir hatıra ya da iz bırakan bir belgesel olabilir. Benim tetikleyicim katılmış olduğum bir söyleşiydi. Bundan yaklaşık iki sene önce öğrendiklerim, ileride vereceğim köktenci bir kararın tetikleyicisi oldu.

Söyleşinin başlığını hatırlamıyorum aslında. Zaten söyleşi veganlık üzerine değil, kimlik ve hafıza üzerine bir felsefe söyleşisiydi. İsmini hatırlamadığım konuşmacı, Fransa’da bir araştırma merkezinde elektroşoka maruz kalan balıkların çığlıklarını işittiği bir çalışmadan bahsetmişti. Anlattığına göre bu olaydan pek müteessir olmuş, haftalarca balık tüketememiş. Ben de söyleşide anlatılan kısa anekdottan oldukça etkilenmiştim.

O gün tesadüf eseri duyduklarım, hayatımda yeni bir farkındalığın başlangıcı oldu. Tıpkı çorap söküğü gibi, bir sorgulama beraberinde pek çok yeni sorgulamayı getirdi. Bunca yıl düşünmediklerim üzerine düşünme zorunluluğum vardı artık. Bilmek ve farkında olmak, kişinin külfet altına girmesine sebep oluyor. Hoş, balıkların acı hissine sahip olmaları yeni öğrendiğim bir şey değildi. Yine de kişi çoğunlukla bildikleri üzerine uzun uzadıya düşünmüyor. Bazen de ciddi bir duyarlılıkla üzerine düşündüğü meseleler aklından hiç çıkmıyor. Bir zamanlar önünden yürüyüp geçtiğim gökdelenler de beni rahatsız etmezdi. Fakat bir vakit sonra şehir, mekân, tarih ve mimari üzerine kafa yorduktan sonra gökdelenler çirkinleşmeye başladı, beni rahatsız etti ve şehrin yapıları benim için bambaşka bir hâle bürünmüştü.

Söyleşi sırasında hissettiğim rahatsızlık hâli, sonraki aylarda peşimi hiç bırakmadı. Artık sahildeki balıkçılar romantik gelmiyordu. Balık pazarları, tezgâh ve reyonları bir nevi ceset sergisine dönüşmüştü benim için. Kancanın ucunda çırpınan balıkların hep çığlık attıklarını düşündüm. Ağa takılan, kovanın içerisinde can çekişen ve susuzluktan nefes alamayan balıklar çığlık atıyordu. Böyle bir duruma kayıtsız kalmak ve hâlâ balıkları yiyecek olarak görmek etik değildi. Alışık olduğum yaşantıma devam ederken kendime hayvansever demem de çelişki doğuruyordu.

Söyleşiden sonra çabucak vegan olmadım, vegan olma sürecim peyderpey gerçekleşti. Sancılı geçen yaklaşık iki yıl boyunca hayvanları yemeye ve onların sütünü içmeye devam ettim. Bu sürede veganlıkla ilgili mecraları takip ettim, veganlarla tanıştım ve kafamdaki soru işaretlerini gidermek için okumalar yaptım. Daha sonra toplam üç gün süren vejetaryenlik serüvenimin ardından nihayet vegan olmaya karar verdim. Şimdi ben de birçok vegan gibi daha önce vegan olmadığım için pişmanlık duyuyorum yalnızca.

Balıkların üzerimdeki tesiri oldukça büyüktü. Balık çığlığının sessiz olması, cihaz aracılığı olmadan seslerinin işitilememesi beni çok etkilemişti. Halbuki balıklar da acı hissine sahipti. Sudan çıkan balıkları hızlı bir ölümün beklemediği aşikârdı. Dakikalarca can çekişen balıkların durumuyla, yaralı bir benin suda boğulması arasında bir fark görmedim. Eğer böyle olmasaydı, söz gelimi balıklar acı çekmeseydi; balıkları tüketmek yine etik bir sorun olacaktı. Balıkçılığın okyanuslarını yok etmesi ve sualtı kaynaklarını kirletmesi gibi meseleler, yine kişinin balık tüketmesini engelleyici unsurlar arasında yer alacaktı.

Balıklar yerine yeryüzündeki bütün hayvanları koyabiliriz öyle değil mi? Çıplak kulağımızla ineklerin, tavukların veya atların sesini duymamız onların acılarını daha görünür kılmıyor. Balıkların sualtındaki çığlıkları; mezbahalardan, kümeslerden ve ahırlardan yükseliyor. Çığlıkları susturmanın iki kolay yolu var. Kulaklarımızı tıkayarak bin yıllardır sürdürdüğümüz alışkanlıklarımızı devam ettirebiliriz. Ya da vegan olup türcülüğe ve dünyadaki bütün sömürülen hayvanların acısına son veririz. Seçim sizin.