Dün akşam Uygur Sanat Tiyatrosu yapımı “Çatkapı” adlı oyunu izledim.

Neil Simon’un ”Come Blow Your Horn” (196 ) adlı eserinden, Bilge Koloğlu’nun dilimize çevirdiği, Bora Seçkin’in yönettiği, Buket Engin’in kostüm ve Cihan Aşar’ın çok başarılı dönem dekoruyla göz dolduran “Çatkapı” , perde kapandığında bile yarattığı sıcaklığı devam ettiriyor.

Geçenlerde “Açık Evlilik” için de, aynı şeyi söylemiştim “Mutlaka seyredin,” diye. Gönül ferahlığıyla eşe dosta önerilebilecek, belli bir kaliteden ödün vermemiş, güzel yapımlardan biri, ” Çatkapı “.

İnsanlar oyun sonrası yüzlerinde kocaman bir tebessümle, mutlu ve mesut ayrılıyorlar salondan. Daha ne olsun? Zaten perde açıldığında izleyici güzel, keyifli, hoş, özenli bir şeyler izleyeceğini ayrımsıyor ister istemez.

Tam bu satırları yazarken, Nedim Saban ‘ın “Tatlı Kaçık” için yazdığı not geldi aklıma :

“Bu akşam demode bir oyun izledim! Evet yanlış duymadınız, kötücül olanın moda olduğu bir çağın tiyatrosu da ilginç olabilmek için mecburen kötücül! Birbirlerini vuran, yok eden, kötülükten beslenen insanlar kahraman oluyor, iyi bir karakterin kahraman olmak için draması eksik sayılıyor! İyi değerler, iyi insanlar tiyatroda bile demode. Şahsen kırk yılın başında da olsa böyle demode şeylere denk geldiğim için çok mutlu oluyorum…”

İtiraf etmeliyim ki, ben de “demode oyun”ları özler olmuşum. Tabii, Bilge Şen’i sahnede izlemenin güzelliğini de. Canlandırdığı “anne”nin her tepkisini adeta yaşıyormuşçasına aktarması, kuşkusuz övgüye değer. Hele o telefon konuşması:

“Alo? Kim? Yo, hayır. Kimle görüşüyorum? Kim… Meltzer mi? -Ben Alan’ın annesiyim. Bunun şakası olur mu Annesiyim işte? Yok… Burada öyle birileri yok… Eminim tabi… Not mu?

Bir dakika. Bir kalem alayım. (Kalem arar. Masanın üstünde kalem yoktur. Konsola gider.

Sonra sahne önündeki konsola gider, telefona arıyorum, geliyorum gibi işaretler yapar.

Kanepenin arkasından dolaşır, sonra ahizeye) Söyleyin, söyleyin ben aklımda tutarım. Çabuk konuşun lafınız biter bitmez yazabileyim. “Çok önemli. Karınız aniden geldi. Alan sakın bahsedilen kişilerle oraya gitmesin”. -Evet, anladım. -Evet. -Tekrarlayamam. Hatırlamaya çalışıyorum. – Mr Meltzer karınız geldi tamam ve hı tamam… Daha fazla bir şey söylemeyin, hemen yazıyorum. Güle güle. (Telefonu kapatır.) Not değil roman. (Tekrar kalem aramaya başlar) Nerden kalem bulmalı? (Tezgâha doğru gider) Evinde sodası olmayanın, kalemi mi olurmuş. (Telefon çalar, döner) Bir sekreterlik eksikdi… Ne şanssız kadınım. Alo? -Yok. -Ben Alan’ın annesiyim. -Bunun da şakası olur muymuş? Kimle görüşüyorum, efendim? Kim? Chikle Parker mı? Ne bu? İsim mi? -Chikle Parker! -Hangi otel olduğunu mu unuttunuz? Mr. Meltzer mi? Yahu ben bu ismi duymamış mıydım? -Tamam, tamam. Şimdi aradı. Ne. Sende mi not bırakmak istiyorsun? (Ağlar gibi) Aklımda tutmaya çalışırım, canım. -“Chickie’nin işi çıktı biraz gecikecekmiş. Otele şimdi gidiyor.” -Evet. Bir şey değil. Güle güle. (Telefonu kapatır) Burada amma trafik var. (Yazı masasına doğru gider) Ah, babaları bir bilse. –ikisi de okumuş yazmış ama evlerinde bir tane bile kalem yok. (Sağa doğru yönelir ve telefon gene çalar) Aaaa illallah ama, tamam, tamam. Ne istiyorsunuz benden be? (Koşarak telefona gider ve ahizeyi kaldırır.) Evet? -Kim? Kimi arıyorsunuz, efendim? Yok. Çıktı. Ben Alan’ın annesiyim. Siz kimsiniz? -Connie kim? Gene mi not? Küçük hanım tabii yazabilirim ama kalemim olsa. Sen ne? -Evet? -Evet. -Evet. -Bir şey değil. -Güle güle. (Telefonu kapatır) Kim bilir neler söyledi? Duymadım bile. (Kanepeye oturur ağlar) Kim buna bu kadar telefon edilmesini istiyor? -Korkunç. (Telefon gene çalar, kadın çığlık atar) Aaa Canıma kastınız mı var? (Kadın dehşetle telefona bakar. Telefon çalmaya devam eder.) Ay, eyvah, midem bulanıyor. (Artık dayanamaz, yerinden kalkar, ahizeyi kaldırır ve öfkeyle bağırmaya başlar) Alo? -Ne istiyorsun? -Kimsin? –Alan de kim? -Aaa, Alan… (Ağlamaya başlar.) Ben annenim. (Oturur) Burada ne mi yapıyorum? Telefonlarına cevap veriyorum. -Kardeşin çıktı. Bana bir metro bulmaya gitti. -Yani taksi demek istiyorum. -Yoo, hayır, burada benden başka kimse yok. -Kim aradı? -Bütün dünya aradı. -Önce bir adam aradı. –Meltzer mi? -Yok galiba değildi… Bi kız aradı…”

Sezai Aydın, Ümit Yesin’den sonra, Mr.Baker rolünü, çok kısa bir süre içinde çıkartan, Selçuk Soğukçay’ın, sahnede zaman zaman “fabrikalar fabrikatörü” Hulusi Kentmen’i hatırlatan başarılı yorumunu özellikle belirtmek istiyorum. Beden dili ve mimikleriyle rolüne yine çok şey katmış. Yorumladığı kimliği abartıp sahicilik çizgisinden uzaklaşmadan yansılamanın yolunu bulmuş.

Buddy Baker rolünde Lemi Filozof sahne sempatisi ve oyunculuğuyla, kelimenin tam anlamıyla harikalar yaratmış. Somer Kavran, Burcu Tuna, Burcu Cavrar, Günay Yazıcı da canlandırdıkları karakterlerde çok başarılı ve doğal bir oyunculuk sergiliyorlar.

Hele Allan Baker ve Peggy Evans yorumları Neil Simon imzalı bir eser izlemenin keyfini daha da çoğaltıyor.

1961 yılında Broadway’de sahnelenen ve Neil Simon’un ilk tiyatro oyunu olan, “Come Blow Your Horn”, bildiğim kadarıyla 1963 – 64 sezonunda, Dormen Tiyatrosu tarafından “Borusunu Öttüren” adıyla izleyici karşısına çıkmış. Kadroda Metin Serezli, Altan Erbulak, Yılmaz Köksal, Nisa Serezli, Erol Keskin, Lale Belkıs ve Ayşe Dönmez yer alıyormuş.

Birbirinin diliyle konuşamayan aile fertleri, sert, kuralcı, dediğim dedik bir baba, evlatlarıyla eşi arasında kalmış anne ve özgürlük arayışında iki oğul. Arada duygusal şantajlar, birbirini takip eden komik olaylar.

Baştan sona temposu düşmeyen, her anı iyi hesaplanmış oyunda, kesintisiz doğal geçişler kadar, izleyici / oyuncu / eser arasındaki bütünleşmeyi sağlayan Bora Seçkin imzalı rejiyi de çok beğendiğimi vurgulamak istiyorum.

Özetle ” Çatkapı ” Neil Simon’a yaraşan bir düzeyde hazırlanmış. İzlenmeli. Hem de hemen.