“Edebiyat eseri ancak bir kızgınlık ürünü olabilir. Edebiyatçının karşısında önce kızacağı bir hedef olacak. Kızgın olmayan bir edebiyatçı yıvışık eserler verebilir.”
“Bu yeryüzünde bir işin olacak. Diyelim ıslık çalıyorsun. Ama sen çalınca, ‘Vay anasını, ne ıslık çalıyor…’ demeliler.”
“İstanbul sokaklarında, kendi büyüklüğüne yalnız kendisi inanmış her dâhi gibi ben de aç kalmıştım.”
Aziz Nesin
Otuz yıl sonra karşılaştığınızda, daha dün akşam sohbet ettiğiniz masadan kalkmış gibi, sanki bu kadar zamandır hiç ayrı düşmemişçesine kaldığınız yerden devam edebildiğiniz dostlarınız vardır hani. Benim bazı yazarlarla ilişkim öyledir. Hiç aramayıp sormasam ve hiç aranılıp sorulmasam da, o yazar dostum aslında hep benimledir. Unuttuğum yahut özlediğim düşünülmesin; çünkü böyle köklü dostluklar için ayrılık veya uzaklık yoktur.
Genç editör dostum Tuba Karamuklu, benden Aziz Nesin üzerine bir yazı istediğinde neredeyse otuz senedir hiç Aziz Nesin okumadığımı fark ettim. Bütün çocukluğum ve ergenliğimde kitaplarını deli gibi okumuştum oysa. Kazan Töreni, Sosyalizm Geliyor Savulun, Zübük, Bir Koltuk Nasıl Devrilir, İhtilali Nasıl Yaptık, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Nah Kalkınırız evvelâ aklıma gelenler. Aziz Nesin’in hınzır mizah anlayışı sayesinde, sıkıcı ve saçma yeni yetmelik günlerimin çoğunu bolca kahkahayla atlatabilmiştim. Ama sonra büyüdüm; daha doğrusu büyüdüğümü düşündüm. Ayrı bir yazının konusu gerçi, fakat önce üniversiteye başlarken bugün bir servet döksem toplayamayacağım çizgi roman koleksiyonumu dağıttım. Ardından üniversiteyi bitirdiğim gün, hem o kadar çok kitabı koyacak yerim olmadığı için – elbette bir gün bu kadar kitabım olacağını o vakitler bilemezdim – hem de uzun zamandır para bulamadığımdan alamadığım Fernand Braudel’in üç ciltlik Maddî Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm’ini edinmek için evdeki bütün Aziz Nesin ve Muzaffer İzgü ciltlerini sahafa takasa götürdüm. Çok geçmeden pişman olduğumu hâlâ içim cız ederek hatırlarım. İkisi arasındaki o çok derin edebiyat ve mizah farkını daha ortaokul öğrencisiyken bile bildiğim için, bugün de Muzaffer İzgü’nün gayet yüzeysel ve ucuz birer taklit kokan kitaplarını kütüphanemden çıkardığıma pişman değilim. Ama ya Aziz Nesin! Bu memleketin misak-ı millî sınırları dışında geçerliği olan çok az değerinden Aziz Nesin’in, dünyadaki beş büyük mizah yazarından biri olan bu ufak ve yaramaz ihtiyarın kitaplarını, yeniden almayı düşünecek kadar çok seviyorum.
Nitekim bu yazıyı yazmaya başladığım günlerde bir tarihçi dostumun kütüphanesinden Sporcu Milletiz Vesselam’ı ödünç alıp okudum. En son on beş yaşımdayken bir gece sabah ezanı okunana kadar sohbet ettiğim o eski dostumla, otuz sene sonra kaldığımız yerden beraberliğimize devam ettiğimizi görünce de duygulandım. Sonra zaman ve mekânın silindiği bir boyutta her şeyi unuttum.
Tevafuk bu ya! Dünya Kupası maçlarını art arda izlerken Aziz Nesin de 1963’te yazdığı futbol yazılarıyla bana eşlik etti. Ardından çocukluğumdan bu yana müptelası olduğum ve haftaya altı yüz elli yedincisi başlayacak olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ne dair 1959 ve 1964’te Edirne’den yazdığı yazılarla gelip karşı koltuğa oturuverdi. Eski bir dost, tam otuz sene sonra, olabilecek en doğru zamanda ve duruma en uygun kitabıyla karşımdaydı işte yine!
1915’te doğan, Askeri Lise ve Harp Okulu okuyarak 1944’te “görev yetkisini kötüye kullanmak” suçlamasıyla genç bir üsteğmenken ordudan ihraç edilen, bir süre bakkallık yapan, sonra gazeteciliğe başlayan, dergi çıkaran, yayınevi kuran, hapse girip çıkan, sürgüne giden, iki yüzden fazla takma isimle yazılar kaleme alan, kimsesiz çocukları okutmak için Nesin Vakfı’nı kuran, her daim düşmanı dostundan çok olan, linç edilmek istenen, yanan bir otelin içinde ölüme mahkûm edilen, 1995’te hayata gözlerini yuman, bu memleketin kalburüstü veya zamana dayanıklı üç beş hakiki yazarından biridir Aziz Nesin.
Cumhuriyetle neredeyse yaşıt olan kuşağın yazarlarında olduğu gibi Aziz Nesin’de de bu ülkeye karşı duyduğu sorumluluk veya borç, edebiyata olan sorumluluğundan veya borcundan daha ağır basar. Bunun has bir yazar için ne büyük bir fedakârlık olduğunu, ancak yeteneğinin büyük bir kısmını kasaba politikacısı düzeyindeki zekalarla didişmek zorunda kalan Aziz Nesin gibi bir deha bilir. Ama yine de bir gün bile sızlanmadan yazmaya ve toplumsal ahmaklıklarımızla kavga etmeye devam etmiştir. Bu, her şeyden önce bir memleket ve sevda meselesidir. Üç kuruşluk politikacıların ağzında aşırı kullanımdan ötürü artan enflasyonla değer kaybına uğrayıp anlamını yitiren “memleket sevdası,” ancak hakiki bir yazarın yüreğinden damıttığı kelimelerinde gerçek anlamını kazanır.
Halk edebiyatının anlatı geleneğinden beslenen Nesin’in eserlerinde Türk toplumunun bir panoraması sunulur. Toplumsal bozukluklar ve sosyal adaletsizliği eleştirel ve alaycı bir dille anlattığı hikâyelerinde hırsız politikacılar, köylüler, gecekondulardaki doğma büyüme şehirliler, işçiler, memurlar, yani halkın her katmanından gerçek insanlar geçit resmi yapar. Onun mizahına kendine has rengi ve karakteri veren en önemli husus, meddah geleneğinin anlatım imkânlarını çağdaş mizah hikâyeciliğiyle birleştirebilmesidir. Bu nedenle de onun hikâyelerinde eleştirilen, hatta dalga geçilen karakterleri, bütün olumsuz yönleri, kötülükleri, aptallıkları, cahillikleri, açgözlülükleri ve fırsatçılıklarına rağmen yine de severiz. Severiz, çünkü her şeye ve bütün tuhaflıklarına rağmen anlattığı karakterleri, yani bu memleketin insanlarını önce Aziz Nesin kendisi sever.
Sosyal değişim içindeki bir ülkenin hızla kentleşen, demokratikleşen, zenginleşen insanlarının iki arada bir derede kalmışlıklarından kaynaklanan tuhaflıkları ve garabetleri, onun edebiyatının merkezî temasıdır. Bu toplumsal hastalıklar için, asla onun hem müsebbibi hem de kurbanı olan halkı suçlamaz; halktan insanlara daha çok sevgisinden ötürü üzülür. Onun öfkesinin hedefinde asıl politikacılar, bürokratlar ve patronlar vardır. O nedenle de neredeyse istisnasız bütün hükümetlerin öfkesinin hedefinde de her dönem Aziz Nesin olmuştur. Yine de devlet ile halk arasındaki kavgada, tarafını devletten değil de halktan yana seçen az sayıdaki “vatan haini”nden (!) biri de daima Aziz Nesin’dir.
Bu nedenle futbol yazarken de futboldan ve tekniğinden taktiğinden çok insanların eğitimsiz ve cahil bırakılmalarının ağır sonuçlarını yazar. Mesela tiyatroda oyuncuların tartaklanmasıyla stadyumda hakemin tartaklanmasını ilişkilendirir; böylece hayatında spor yapmamış sporseverleri tedirgin ederek, bir nebze kendilerine getirebilmeyi umar.
Ne anlattığıyla değil de nasıl anlattığıyla ilgilenen kişi hakiki bir yazarsa, Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonası maçını harikulade anlatan Jack London kadar büyük bir yazardır Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ni Edirne’nin kültürel ve kentsel sorunlarıyla birlikte anlatan Aziz Nesin de. Soylu, zarif, yiğit, ince ve estetik bulduğu yağlı güreşlere hayranlığını gizleyemezken, böyle muhteşem nasıl perişan ve ziyan edildiğine de hayıflanmaktan kendini alamaz. Edirne’de daha 1960’ların başında yağlı güreşler gibi, badem ezmelerinin ve meyve sabunlarının da bozulduğunu, eskisiyle mukayese edildiğinde bayağı lezzetsiz ve çirkin bir hale geldiklerini aynı sosyal sorumlulukla yazar. Gelenekçi ve muhafazakâr bir yönetimin arayıp da bulamayacağı kadar geleneğe hassasiyeti olan bu yazar, yine gelenekçiymiş gibi görünerek oy devşiren ama aslında paradan başka hiçbir şeye kıymet vermediği için Kırkpınar’ı bile bir meta olarak gören egemenleri ve onlara inanmış geniş halk kitlelerini kızdırır. Üstelik bunu her kitabında, yazısında, konuşmasında tekrar tekrar yapmaktan da ne usanır ne vazgeçer.
Kendisine bütün yapılanlara rağmen küsmemiş ve çalışmıştır. Küsmeyip çalışabildiği, yani yazarak kavga etmekten hiç vazgeçmediği için yüzden fazla kitap kaleme alabilmiştir. Şimdi düşünüyorum da ömrü yel değirmenlerine saldırmakla geçmiş hakiki bir Don Kişot’tur Aziz Nesin. Bütün cücelerin devmiş gibi gezdikleri bir ülkede, 1.57 boyundaki devin adıdır Aziz Nesin. Bugün her türlü ahmaklığın, kabalığın, haydutluğun kendini “yerli ve millî” diye dayatmasına bakmayın, geçen yüzyıldan bugüne kalan ve ne yazsa okutan az sayıdaki hakiki yerli ve millî üç beş yazarımızdan biridir Aziz Nesin. Bugün bile geleceğe umutla bakmak için iyi bir sebeptir Aziz Nesin.
Aziz Nesin’in Şimdiki Çocuklar Harika kitabına da zamanında haksızlık yapıldığını okumuştum. (Galiba kitabın ön sözündeydi) Kendileri de ebeveyn olan öğretmenler kitaptaki eleştrileri kaldıramadıkları için özellikle kitaba ödül verilmesine engel olmuşlar. Yanlışım varsa düzeltin lütfen 🙂