İbrahim Edhem Bey, Sakız Adasında bir köyde dünyaya geldiğinde, bir gün kendi köyünde esir düşeceğini ve esef dolu bu olayın sonunda Osmanlı’nın en saygın ailelerinden birine köle olacağını hayal bile edemezdi. Esir olarak gittiği Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa’nın, oğlu olmadığı için kölesi olan çocukları çok seveceğini, Avrupa’da okutacağını da kimse tahmin etmezdi. Ama İbrahim Edhem bu şanslı çocuklardan biri olarak Paris ve Viyana’da mühendislik okudu; padişaha Fransızca dersi verecek kadar iyi dil öğrendi, kendisini çok iyi yetiştirmiş bir bürokrat, hatta sadrazam oldu ve İbrahim Edhem Paşa olarak adını herkese duyurdu. Ama daha önemlisi Türk müzeciliği için çok önemli isimlerin babası olarak, çocuklarını sanatla büyüttü. Osman Hamdi Bey ilk Türk müzecisi olurken, bir diğer oğlu Galip İbrahim Bey, Osmanlı Devleti’nin ilk nümizmatisti oldu. Kahramanımız Halil Edhem Bey ise, Osman Hamdi’den sonra Türk müzeciliğini bilimsel olarak ilerletecek bir diğer kardeşleriydi.

1861’de dünyaya gelen Halil Edhem, Berlin, Zürih ve Viyana’da jeoloji, kimya ve felsefe eğitimleri aldı. Memleketine döndüğünde pek çok önemli vazifede bulundu, eğitim aldığı alanlarda öğretmenlik de yaptı. Eski eserlere her zaman merakı vardı ama babası onun kimya alanında ilerlemesini arzu ediyordu. Yine de babasının ölümünden önce, ağabeyi Osman Hamdi Bey’in müdürü olduğu Müze-i Hümayuna, 1892 yılında müdür yardımcısı olarak atandı. Böylece Halil Edhem Bey için müzecilik dönemi başlamış oldu.

Halil Edhem Bey’in Müze-i Hümayun’a geldiği yıllarda, artık yalnızca Yunan ve Roma eserleri değil, İslam eserleri de silgi çekmeye başlamıştı ve hatta 1889’da müzeye bir İslam Eserleri bölümü açılmıştı. Halil Edhem Bey 1895 tarihinde yazdığı bir makalede Ortaçağ’ın karanlık yıllarında İslam dünyasında ilim, irfan ve sanat alanlarında ilerleme kaydedildiğini ve Osmanlıların bu mirası devralan bir uygarlık olarak Araplara, Selçuklulara ve Osmanlılara ait eserleri sergilemesinin önemli olduğunu anlattı. Bu tarihten sonradır ki Selçuklu sultanlarının hatıraları müzelere girebilmiş; el sanatları da artık “müze işi” sayılmıştır. Tekke ve türbelerde, kutsal mekanlarda bulunması tercih edilen eserlerin dini mekanlarından çıkarak dünyevi bir mekan olan müzelere girmesi de aslında Cumhuriyet’in ilanından önce atılmış çok önemli bir adım, bazı görüşlere göre adeta bir devrimdir. Bu işi savunan da yine Halil Edhem Bey’dir. “Milli” kültür varlıklarının yerlerinin de müze olduğunu kabul ettirmek için çok çalışmıştır.

İstanbul’da kurulan Eski Eserleri Sevenler Cemiyetinin kurucu üyelerinden biri olarak İstanbul’da imar adı altında tarihi eserlerin yok edilmesini önlemek için çok çabalar sarf etmiş, hayatının sonuna kadar eski eserlerle ilgili kurulan her kurumda başkan ve kurucu olarak yer almıştır. İstanbul şehreminliği, milletvekilliği gibi görevleri olduğunu da eklemek gerekir. Bunların yanı sıra hem eski eserler hem de eğitimini aldığı alanlarda pek çok yayın yapmıştır.

İşte Halil Edhem Bey (soyadı kanunundan sonra Halil Edhem Eldem) yalnız bugünün Arkeoloji Müzeleri için değil, Topkapı Sarayı’nın müze olması için de özveriyle çalışmış; yıkılmaya terk edilen yapıların ihyası için çaba harcamıştır. Bunun da ötesinde doğu ile batı sanatını, eski ile yeniyi birleştirebilmeyi başarmış ve imparatorluk müzesi anlayışından ulusal müze anlayışına geçişi mümkün kılmıştır. Kırk yılını geçirdiği müzelerde Halil Edhem Bey, bir silah ve eski eserler müzesi olan Müze-i Hümayun’a modern bir İstanbul Müzesi kimliği kazandırarak güzel sanatları müzeye taşımıştır. Çağdaş sanatçıların eserlerine müzesinde yer açarak ilk Türk ressamları koleksiyonunu oluşturur ki bu koleksiyon Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin de çekirdeği olacaktır. 2009 yılında geçici olarak tekrar açılan “Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu” Türk sanat tarihi için ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha hatırlatmıştı. İşte bu önemli koleksiyonun yaratıcısı yine Halil Edhem Bey’dir.

Sanatın her alanını önemseyen, Osmanlı Devleti’nin en karışık olduğu zamandan Cumhuriyet’in kurulduğu en zorlu zamana dek özverili çalışmalarına ara vermeyen Halil Edhem Bey’i ne yazık ki az tanıyor, çok az anıyoruz. Ressam ve arkeolog kimliği ile Osman Hamdi Bey hakkettiği üne artık kavuştu, onu artık tanımayan yok. Bir parantez açarak “Osman Hamdi Bey’in kardeşi” unvanından hayatı boyunca kurtulamayan Halil Edhem Bey’e de hak ettiği yeri ayırmak boynumuzun borcu. Öğrenim hayatına kimya ile başlasa da eski eserlerin içinde yetişen, ağabeyinden aldığı yeri hakkıyla dolduran, tarihi eserlerin tahribatını önlemek için her yolu deneyen ama kıymeti az bilinen bu değerli müzecimizi rahmetle anıyoruz.

 

Faydalı Kaynaklar:

Wendy M. K. Shaw, Osmanlı Müzeciliği: Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleştirilmesi, 2004

Ali Artun, Mümkün Olmayan Müze: Müzeler Ne Gösteriyor, 2017