Natüralist yazar Emile Zola, “Therese Raquin” romanı ile insanların düşüncelerini, çıkara dayalı ilişkilerini tüm çıplaklığı ile yansıtıyor. Dünya edebiyatında natüralizm akımı için önemli bir eser denebilir ki belki de doğalcılık akımının en iyi örneklerinden biridir.

Therese Raquin; ailesini yitirmiş, halasının yanında büyüyen bir genç kadın. Halası ve halasının hasta oğlu Camille ile birlikte yaşıyor. Yaşamak denilebilirse buna tabii…

Tuhafiyeci dükkanından hiç ayrılmayan halası ve aşırı cılız, her daim hastalanan kuzeni Camille ile birlikte monoton bir hayatın içinde büyümüş. Kuzeni Camille, çocukluğundan beri hep hasta olduğu için oldukça şımarık ve bencil yetişmiş. Therese ise küçük yaştan beri duygularını bastırmış ve kuzeninin hastalıklarını paylaşmak zorunda kalmıştır. Hatta halası çoğu zaman oğluna verdiği ilaçları yeğenine de içirmiştir.

“Sapasağlamken hasta gibi büyütülen bir kız, giderek içine kapandı. Kısık sesle konuşmayı, sessizce yürümeyi, bir iskemleye oturup saatlerce anlamsız gözlerle bir noktaya dalıp gitmeyi alışkanlık edindi. Ama kolunu her kımıldatışında, her adım atışında bir kedi atikliği hissediliyor, gevşek bedeninde uyuklayan gizli bir tutkunun için için kaynadığı seziliyordu.”

Therese 21 yaşına geldiğinde kuzeni Camille ile evlendiriliyor. Teyzesinin tuhafiyeci dükkanında tüm gününü geçiren Therese ve halası neredeyse hiç iletişim kurmadan günü tamamlıyorlar. Yeni günden bir beklentisi olmayan bu genç kadın öylece yaşayıp gidiyor. Halası ile dükkanda çalışıyor ve kocası da akşam eve gelip yatıyor. Bu üç kişilik ailenin geçimlerini sağlamak için tüm gün çalışıp birbirleriyle iletişim kurmadan günü tamamlamaları onları birbirlerinden uzaklaştırıyor. Yalnızlaşıyorlar ve birbirlerine olan sevgilerini yitiriyorlar. Aile kurumunun iş akdine dönüşmesi onları birbirine yabancı kılıyor artık.

Natüralist romanlarda yer alan çevrenin kişi üzerindeki etkileri bu romanda karşımıza çıkıyor. Therese’nin çevresinde bulunan bu iki kişi onun asıl karakterini bastırıyor ve ortaya ezilmiş, bastırılmış bir Therese çıkıyor. Başka bir çevrede büyüse bambaşka bir insan olacaktı belki de…

Emile Zola, natüralizm akımının temelinde yatan soyaçekim unsuruna da bu romanda yer vermiştir. Cemille annesinin istediği şekilde tek düze bir hayat yaşamayı kabullenebiliyor. Çünkü annesine çekmiş. Ama Therese’nin annesi Cezayirli bir kadındı ve Therese güçlü kişiliğini annesinden alıyordu. Yani Camille ya da halası gibi değildi. İçinde bir kıvılcım, bir tutku vardı. Bu da kocasının çocukluk arkadaşı Laurent ile ortaya çıkıyordu ilk kez. Therese ona ilgi duyuyordu ve belki de böylece kendini ilk kez keşfetme fırsatı oluyordu.

“Therese halasıyla kocasını aldatmaktan derin bir keyif alıyordu; ödev duygusundan yoksun, sadece ateşini söndürmenin uyuşukluğu içinde yaşayan Laurent gibi değildi o; fena bir iş yaptığını biliyor, yemeğe otururken kalkıp dudaklarını Laurent’in dudaklarına yapıştırarak öpmek için acımasızca bir heves duyuyor, kocasına, halasına aptal olmadığını, bir sevgilisi olduğunu göstermek istiyordu.”

Tabuları ve arzuları arasında kalan bu genç kadının yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Aklından geçen her düşünceyi biliyoruz. Böylesine monoton ve ruhsuz bir yaşam mı yoksa sevgilisi Laurent ile tutku dolu bir yaşam mı seçmeli? Therese artık mutlu olmak istiyor. Tercihlerini aşkından yana kullanıp sevgilisiyle birlikte kocasını öldürüyor ama vicdanı asla peşini bırakmıyor. Kocasının hayaleti her dakika onun yanında yer alıyor. Gözlerini her kapattığında ölmüş kocasını görüyor.

Therese, artık sevgilisi ile de mutlu olamıyor çünkü bu yaptıkları kötülük ikisini de vicdan azabından öldürüyor. Birbirlerine karşı tutkuları azalıyor ve sonunda tükeniyor.

Camille’nin öldüğü noktaya kadar çevrenin karakterler üzerindeki etkisi anlatılıyordu. Bu cinayetten sonra ise olayların kişinin psikolojisi üzerindeki etkileri anlatılıyor. Yazar, bunu en iyi şekilde ve katı bir dille anlatıyor. Tüm roman boyunca yazarın üslubu sayesinde kendinizi “bi’ garip” hissediyor ve kimi zaman okuduklarınızdan rahatsız oluyorsunuz.

Âşıklar işledikleri bu cinayetin üzerine mutluluklarını devam ettiremiyorlar. Sonunda ikisi de bu yükü kaldıramayıp intihar ediyorlar. Zaten başlangıcından beri kasvetli ve karamsar bir havaya sahip olan roman böylece sona eriyor.

Romanda natüralist yazar, determinizme başvuruyor. Tüm olayları okuyucuya neden-sonuç ilişkisi içinde veriyor. Her şeyin bir nedeni var, iyi ya da kötü dünyada bir şeyler oluyor ve irkilerek okusak da natüralist romancılar bunu bize okutmak istiyorlar. Ve insanların yaşadığı hepimizin başına gelebilecek olan durumları okumak aslında tuhaf hissettirebiliyor.

Therese belki yapmaması gereken bir şey yapıyor ama onu bu düşünceye iten şeyi de pek tabii anlayabiliyoruz. Evet, o bir suçlu ama hayat şartları onu bu hale getiriyor. Therese, şanssız bir kadın evet ama halası ve kuzeni Camille de şanssızlık konusunda onunla yarışabilir…

Bitirken…

“Therese bardağı alıp yarısına dek içti, sonra Laurent’a uzattı. O da bir yudumda şişeyi boşalttı. Zehir, etkisini hemen göstermişti. Yıldırım çarpmış gibi, birbirinin üstüne, yere devrildiler. Aradıkları huzuru nihayet ölümde bulmuşlardı. Genç kadının dudakları Camille’in dişlerinin kocasının boynunda bıraktığı izin üstündeydi.”