Grubun sahneden inmesini beklemeden gitmekte olan insanlar, bana sinemada ışıklar yanmadan ve filmin sonundaki jenerik henüz başlamadan aceleci tavırlarla salonu terk eden insanları anımsatıyordu. Mete’nin bu duruma bozulduğunu, bass gitarın sesinin artık daha az geliyor olmasından anlayabiliyordum. Mete sahnedeyken en çok bass gitarın sesini dinlemeyi severdim,  diğer enstrümanların baskınlığına inat tüm kaosun içinde fark edilmeyi bekliyor gibiydi daima. Mete’nin hazırlanıp gelmesini beklerken, gözüm Onur abinin plastik yeni yıl ağacını süsleme çabasına takılıyordu. Koca gövdesiyle giriştiği süsleme savaşını komik buluyordum, elindeki hoş geldin 2004 yazısına bir türlü uygun bir yer bulamayıp fırlatıp attışını benden başka gören olmamamıştı neyse ki.

Barın sahibi olan Onur abi 50 yaşını devirmiş, kısa saçları, uzun sakalları ve iri yapısı ile karanlıkta bile kolaylıkla belli oluyordu. Gençliğini Sovyet rejiminin devam ettiği Moskova’da geçirmiş, bu dönemde gizli saklı yeraltı barlarında dinlediği müzikten vazgeçmemişti. En sonunda da hayal ettiği mekanı, doğduğu şehir olan Ankara’da açmayı başarabilmişti.

‘YerAltı’ yazan tabelanın altından geçerken buranın diğer rock barlardan olmadığını anlamak mümkündü; eski bir otelden bozma olan binanın garajına doğru inen dik yokuştan ilerlerken siyah duvarlar üzerindeki sarı şeritler yol gösterici oluyordu. Duvarlarda sadece rock gruplarının posterleri yoktu, film afişleri, 80’li yılların futbol takımlarına ait fotoğraflar ve fotoğrafların içinde en dikkat çekeni, turuncu formasıyla Marco Van Basten’in oldukça büyük boydaki posteriydi. Ancak barın yanı başında duran, Tarkovski’nin ‘İz Sürücü’ filmine ait afişi ve çevresindeki eski fotoğraf makinaları bende en çok merak uyandıran köşeydi.  Afişle her göz göze gelişimde, uzunca bir repliğin  aklımda en çok kalan yerini içimden tekrarlıyordum. “Çünkü zayıflık harika bir şeydir ve güç hiçbir şey…” Bu anın duygusunu sahnede çalmakta olan Pilli Bebek “Fotoğraf” şakısıyla pekiştiriyordu.

Mete yanıma yaklaşırken kırık dökük hali, kanlanmış gözleri ve ağız dolusu serzenişi var gibiydi ama sustu. O gece YerAltı’nın dik yokuşunu çıkarken Mete’nin müziği bırakıp mobilyacı olacağını, birçok rock grubun dağılacağını veya gitarının sesini kısıp popüler olan ne varsa ona dönüşeceğini, Pilli Bebek’in dizi müzikleriyle ünleneceğini ve o YerAltı’nın zamanla pavyona dönüşebileceğini asla tahmin edemezdim.

“Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”

       Fernando Pessoa

1961 Yılında doğan Rus fotoğrafçı İgor Mukhin, yaşamına doğup büyüdüğü Moskova’da devam etmektedir, fotoğrafa dair üretimlerine başladığı gençlik yıllarında; mevcut siyasi rejimin etksiyle yeraltına inmek zorunda kalan dönemin müzik hareketlerini, müzisyenlerini ve gruplarını yakından takip ederek ilgi duyduğu müziğin peşinden gitmiş aynı zamanda  da her fırsatta  fotoğraflamaya çalışmıştır.

Bu müzisyenlerin dünya müzik kültüründeki başarıları yok denecek kadar azdı ancak anarşik yaşam tarzını ve çökmekte olan batı sanat formunu taklit edecek kadar cesur müzisyenlerin, belirsiz kamusal görünümlerini fotoğraflayan Mukhin’nin fotoğrafları karşı kültürün güçlü görüntüleri olarak fotoğraf ve görsel tarih arşivlerinde önemli bir yer tutmakta.

1987 yılında ilk kişisel sergisini Moskova’da açan sanatçı, sonrasında farklı ülkelerde de olmak üzere çok sayıda kişisel ve karma sergilerde yer almıştır. Üretken bir yapıya sahip olan İgor, birbirinden farklı fotoğraf serileri ortaya çıkarmıştır. Çağdaş Rus fotoğrafının önde gelen isimlerinden sayılan İgor Mukhin’in önemli fotoğrafları; Modern Sanat Müzesi (New York), Devlet Tretyakov Galerisi ve Multimedya Sanat Müzesi (Moskova), Fonds National d’Аrt Contemporian (Fransa), Corcoran Sanat Galerisi (Washington) koleksiyonlarındadır. Yıllar geçtikçe ortaya çıkan eserlerinin sayısı artsa da Mukhin’nin dikkatleri çekmesinde ciddi bir yer tutan Rock and Roll serisi her zaman özel bir konuma sahiptir.

“Gitmek gerekir bazen, fazla yormadan, daha çok bıktırmadan… Eğer vaktiyse, ardına bile dönüp bakmadan.”

Can Yücel

Yolun sonuna yaklaştığınızı hissettiğiniz anlar vardır ve eğer artık bu duygu etrafınızı sardıysa her ne olursa olsun konu mutlaka oraya gelecektir. Sahip olduğumuz hayaller, hayata daha sıkı sarılmamıza sebep olurken yaşanan hayal kırıklıkları da bir o kadar içe dönmemize neden olur ve tutkuyla girdiğimiz yollardan, bizi vazgeçmenin kıyısına kadar getirebilir. Bu noktadan sonra yeni bir başarı öyküsü ortaya çıkabilir elbette, ancak vazgeçmek de çoğunlukla yansıtıldığı gibi bir olumsuzluk göstergesi değildir, içinde özgürleşme ve cesaret barından ciddi kararlardır.

Geçimişimizde birçok vazgeçtiğimiz veya vazgeçmek zorunda kaldığımız anlar mevcuttur fakat dönüp arkamıza baktığımızda içimizi kemiren bir ikilem hep var olacaktır; Tutkunu olduğumuz şeylerden vazgeçebilmek özgürlük mü? Yoksa hayal kırıklığı mı?