Sanat Nedir?

Cevapsız bir soruyla konuya başlamayı uygun gördüm. Evet, sanatın üzerine birçok yakıştırma yapılabilir. Duyguları ifade etme yöntemi denebilir, işin içine mali gelirler dahil edilebilir. Kimileri deli saçması bulabilir. Bu sorunun bir cevabı olmadığını düşünüyorum. Çünkü, öznel kaygılara bağlı olarak gelişen sanat, öznel bir anlayışla tanımlanabilir bence. Birçok sergi alanında karşılaştığımız, ticari çıkarların şekillendirdiği gösterişli sanat eserlerinin kaynağı neydi diye laflayacağız bugün.

“Homo Sapiens” adını verdiğimiz canlı türü – yani insanoğlu – var olmaya kolay kolay alışamamış. O kıta senin, bu kıta benim bir arayış içinde sürüklenen insan önce düşünmeyi öğrenmiş. Kelimelerle düşünen bir ırk olduğu için konuşmaya, ihtiyaçlarının farkına varmaya başlamış. Yağmur ve fırtına olmuş; üşümüş insanoğlu ve bir dal bulmuş, onu kırmış, ötekiyle birleştirmiş ve üstünü örtmüş. Ardından acıkmış, biraz ot yemiş. Fakat o da yetmemiş, avlanmayı öğrenmiş. Karnını doyuran, barınan ve kendini ifade etmenin yolunu bulan insan, sonunda başka bir şeyler yapmaya hazır olmuş. Bu süreç yaklaşık 1 milyon 900 yıl sürmüş.

Şaşırtıcı evet. Ciddi anlamda tarımsal ve yerleşik hayata geçene dek insanoğlu 1 milyon 900 yıl boyunca fütursuzca oradan oraya savrulmuş. Fakat bu dönemde dünyada çok büyük değişimler yaratacak ve farklı meşruiyet göstergeleri için kullanılacak bir icraat alanı ortaya çıkmış ve ona da günümüzde “Sanat” demişiz.

Sanat üzerine çeşitli felsefi ekoller gelişmiştir. Sanat özgün olabilir mi? Yoksa yalnızca bir taklitten mi ibarettir? Çeşitli sorular sorulmuştur bu konu hakkında çeşitli filozoflarca. Fakat bence sanat, doğadan ilhamını alan ve özgün bir emek çerçevesinde gerçekleştirilen estetik eser üretimidir. Bunu salt özgün ya da salt taklit olarak almak doğru olmaz diye düşünüyorum.

Öncelikle, mağaralar konusuna bir açıklık getirelim. İnsanların mağaralarda yaşadıkları herkes tarafından kabul edilir fakat sorgulanmalıdır da. Mağara koşulları, bir insanın ömrünü geçirmesi için yeterli değildir. İçimizden kim, bir mağara içinde ömür sürebilir ki? Bu konuyla ilgili farklı kaynaklarda farklı görüşler var birçok araştırmacı insanların doğada yaşadığını, kötü hava koşullarında ise mağaralara sığındıklarını düşünüyor.

Şimdi niçin mağaralara girdik diye düşünüyor olabilirsiniz, mağaralar ilk sanatın başladığı yerlerdir çünkü. İnsan, biyolojisinin ihtiyaç duyduğu temel gereksinimleri karşıladıktan sonra otur otur sıkılmış ve üretmeye başlamış.

Pech Merle, M.Ö 36.000

Fransa’daki Pech Merle, bu bağlamda önemli bir merkez olarak karşımıza çıkıyor. Bu üretim, üslup bakımından anlaşıldığı gibi muhtemelen aynı kişiler tarafından gerçekleştirilmiş. Üç boyutlu bir varlığı, çizgisel hatlarla iki boyuta indirmiş insanoğlu. Üstelik bunu da başarılı bir şekilde de geliştirmiş. Ulaşılması zor yerlere yaptığı bu iki boyuta indirgediği çizgisel figürleri, mağara duvarlarındaki girinti ve çıkıntılardan yararlanarak üçüncü boyuta taşımak istemiş. Bu düzensiz yüzeye sahip alandaki çıkıntıları hayvanların kafalarını ya da kuyruklarını çizmekte kullanmış, resim sanatındaki iki boyuta üçüncü bir boyut kazandırmaya çalışmış böylece. Bu üzerinde düşünülmüş bir gaye miydi yoksa denk mi geldi bilinmez fakat üretimde bazı detaylara dikkat ettikleri anlaşılıyor.

Bu sanat üretimi tek bir yerle sınırlı değil, farklı farklı mağaralarda karşımıza çıkıyor. Başlangıçta tek bir tipten gelişen aynı hayvanları ifade etmişler fakat gitgide bunun geliştiğini görüyoruz.

 

Chauvet, M.Ö 32.000

Şimdi de sizlere beni en çok etkileyen mağaradan bahsedeceğim : Chauvet. Pech Merle’in ardından 4000 yıl sonra Chauvet’de daha gelişmiş eserlerle karşılaşıyoruz. İşin içine, Rönesans ile birlikte yeniden kullanılmaya başlayan fakat ilk keşfi paleolitik döneme dayanan perspektif giriyor bu kez. Burada – Rönesans dönemi resimleri kadar gelişmiş olmasa da – perspektif kullanılarak iki boyuta indirgenen hayvan figürlerinin vücut uzuvları arasında uzaklık ve yakınlık oranı düşünülmüş.

Chauvet, M.Ö. 32.000

Perspektifin ardından, bu resimlerin yalnızca çizgiler olmaktan çıktığını da görüyoruz. Gölgelendirme tekniği ile geliştiriliyor bu resimler, ışık farlılıkları da önemli bir detay. Sadece çizgi olmaktan çıkan figürler farklı çizerler tarafından yapılsa da çizim ve tasvir üsluplarında pek fark hissedilemez çünkü sanat yeni keşfedilmiş bir şeydir, taklit olmaktan pek de ileri gidememiştir ve ilk çizerin tekniği devam ettirilmiştir (muhtemelen).

Lascaux,M.Ö 16.000-12.000

Aradan 16 bin yıl geçmiş ve gözlerimizi Lascaux’da açıyoruz. Buradaki çizimler, öncekilere göre çok daha büyük ölçekli ve daha da önemlisi; artık renkli. Gölgelendirme ise, renklerin valörleri(bir rengin açık ve koyu dereceleri) ile daha da belirginleştirilmiş.

Bu eserlerin ne için yapıldığını bilmiyoruz. Eski tartışmalarda bunu dine ve büyücülüğe bağlayan bazı teoriler de sunulmuş fakat yeni araştırmalar farklı bir bakış açısı sunuyor. Araştırmacılar, insanların zor iklim şartlarında sığındıkları bu mağaralarda boş zamanlarını değerlendirmek istedikleri için bu eserleri yapmış olabileceklerini söylüyor.

İçerikler de ele alındığında, insanın kendisinden çok doğada gördüğü şeyleri betimlemek üzerine bir uğraşı göze çarpıyor. Kendisini tek bir çizgi ile ifade ettiği örnekler olsa da insan ya da insanı andıracak çizgisel figürlere bu resimlerde pek rastlanmamıştır. Onun dışında at, bizon, boğa ve ayı olduğu düşünülen çeşitli hayvanlar bu resimlerin içeriklerini oluşturmuştur.

Lascaux,M.Ö 16.000-12.000

Kısacası, insanoğlunun ilk sanat üretimini birkaç başlık altında toparlarsak; yapılma sebebini bilmediğimiz bu sanat örnekleri, insanoğlunun uzun ve sancılı bir sürece yayılmış varoluş gayesini anlama çabasının ardından büyük bir efor sarf ederek ortaya çıkarttığı eserlerdir. Artistik özellikler bakımından üç boyutu iki boyuta indirgemişler ve bu iki boyutlu resimleri doğadan ilham alarak icra etmişler. Zamanla gelişen insan; elindeki sınırlı materyallere rağmen perspektif ve gölgelendirmeydi, renklerdi derken modern sanata ulaşmıştır. Üretim, insan var oldukça hiç bitmeyecektir.