Romanların film uyarlamalarında elbette çeşitli eksiklikler ve kitapla film arasında olan kurgusal farklılar vardır. Özellikle psikolojik romanların filme aktarılması diğer romanlara göre çok daha zordur.
Bir romanın en güzel filmi şüphesiz okuyucunun hayal dünyasında yönettiği filmdir. Ama ben bu yazımda Stanley Kubrick, Alfred Hitchcock ve Ömer Kavur gibi bu işi hakkıyla kotarabilmiş üç yönetmenin çektiği roman uyarlamalarını inceledim.

A Clockwork Orange

Stanley Kubrick gibi bir dehanın elinde şaheser haline gelmiş bir Anthony Burgess romanı.
Filmin Türkçeye çeviri ismi bilindiği üzere ‘otomatik portakal’ değildir. Yazar Burgess Malezya’da yaşadığını dönemde malay(endonez) dilinde ‘Orang’ kelimesinin ‘adam/insan’ anlamına geldiğini öğrenmiştir. Kitabının ismini bu minvalde ‘a Clockwork orange’ koymuştur. Clockwork ise teknik dilde ‘mekanik/mekanikleşmiş’ anlamı taşır. İlla filmi Türkçeye çevirmek gerekirse ‘Mekanik bir adam’ olarak çevirmek doğru olacaktır.
Kendisini toplumdan dışlamış, çetesiyle ile beraber bir sürüye aidiyet duygusu içinde bulunan Alex’in şiddet ve suç dürtüsünü topluma göstermesi ve üst otorite(devlet/iktidar) tarafından uygulanan ‘iyileştirme’ süreci filmin temel kurgusunu oluşturuyor.
Filmde, iyi ve kötü diyalektiliği çok net bir biçimde yapılıyor. Hobbes’in devleti tanımladığı ‘leviathan’ kavramı ile birey üzerinde kurduğu; bireyin her türlü hakkının aslında devlette olduğu durumu Alex üzerinde uygulanıyor.
Foucault’un hapishaneden hastaneye (disiplinler arası geçiş) vurgusu, Alex’in ‘pavlovun köpeği’ gibi şartlı öğrenmeye sevk edilmesi bu sözde ‘iyileştirme’ ve ‘uyum’ sürecini çok net açıklıyor.
Psikolojik olarak Alex’in şiddet ve suç dürtüsünü yine şiddetle iyileştirmeye ve topluma uyumlu bir birey haline getirmeye çalışan otorite başarısız oluyor..Çünkü Alex bu uygulama ile sadece dürtüsünü gizlemeyi öğreniyor.
Alex tıpkı filmin adı gibi suça ve şiddete karşı ‘mekanikleşmiş’ bir insan olarak yok edilmeye çalışılan o dürtülerini sadece gizliyor.

Psycho

Gerilimin efendisi Alfred Hitchcock’un Robert Bloch’un romanından uyarladığı birçok filme ilham kaynağı olmuş türünün en önemli psikanaliz/gerilim filmi.
Hitchock filmi yayınlamadan önce kitabın telif hakkını satın alıp piyasadaki tüm romanları toplatıyor. Sebebi ise filmin finalini insanların önceden öğrenmesini istememesi.
Norman Bates, çift kişilikli bir karakterdir. Diğer kişiliği olan annesini kıskançlık durumundan dolayı zehirleyerek öldürmüştür. Bu ölümün sonrasında Norman’ın hayatına giren kadınları annesi olan diğer kişilik olarak öldürür. Bu freudyen yaklaşım Norman Bates’i kendi kişiliği olarak suçsuz yaparken ‘annesi’ olan diğer kişiliği tüm suçları üstlenir.
Filmin diğer bir yanı ise insanlığa bir duş fobisi miras bırakmasıdır. Hangi birimiz evde yalnız duş alırken acaba biri bıçakla gelip beni öldürür mü diye düşünmedik ki..O sahneyi Hitchcock bir haftada tamamlayabilmiştir.
Filmi; id, ego ve süper ego kavramlarıyla da analiz etmek mümkündür..Çünkü Norman Bates karakteri psikolojik ve psikanalitik bakımdan çok çeşitli bir karakterdir..
Filmin finalinde ise Norman Bates’in annesi ve kendi arasında dönüşüm/değişim’i filmin en efsane kılan sahnedir..
“Bir annenin, kendi oğlunu kınayan açıklamalar yapması her zaman üzücüdür. ama onları cinayeti benim işlediğime inandıramadım. şimdi onu götürecekler, tıpkı yıllar önce olduğu gibi. her zaman kötü bir çocuktu ve sonunda sanki o içi doldurulmuş kuşlar gibi oturup etrafa bakmaktan başka bir şey yapıyormuşum gibi, o kızları ve o adamı benim öldürdüğümü söyledi. parmağımı bile oynatamadığımı biliyorlar. benden şüphelenmemeleri için sessizce burada oturacağım. muhtemelen beni izliyorlardır. izlesinler. nasıl bir insan olduğumu görsünler. bir sineğe bile zarar veremem. umarım izliyorlardır. görecekler. görüp anlayacaklar ve, “neden, bir sineğe bile zarar veremezdi?” diyecekler.”

Anayurt Oteli

Yönetmen; Ömer Kavur, Yazar; Yusuf Atılgan, Zebercet; Macit Koper.
“Adım Zebercet, oysa ben sizinkini bilmiyorum.”
Anayurt Oteli katibi Zebercet’in oidipus kompleksi ile bir kadını beklemesidir bu film..Anayurt Oteli bir ülkedir, Zebercet ise o ülkenin yabancılaşmış, yalnızlaşmış bir bireyidir..
“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.”
Beklediği neydi Zebercet’in ya da gerçekten birini bekliyor muydu? İletişim kurmaya çalıştı, ama bu dünya onun dünyası değildi. Bu dünya Anayurt Oteli katibi Zebercet’i kabul etmedi.
“Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.”
diyordu, intihar etmeye adım attığı o anda. Tıpkı Kafka’nın, Dostoyevski’nin, Camus’un, Sartre’ın karakterleri gibi.
Onlar için değildi bu dünya. ‘Özgürlük’ bir sözcük sadece anlamı çok başka olan…