Türkiye’nin uzun soluklu ilk reggae grubu Sattas ile ekibimizden Nazlı Müftüoğlu, Atilla Kılıçlar, Tuba Karamuklu ve Meral Kuru bir araya geldi.

Sattas grubunun uzun zamandır dinleyicileri olarak keyifli ve bir o kadar da bilgiyle dolup taştığımız röportajı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

Tuba: Reggae ruhuna uygun olarak sizin de şarkılarınızda kimi zaman toplumsal bir sürece adeta isyan kimi zaman da müzikal tını ön plana çıkıyor. Bunun için bir kriteriniz var mı yoksa tamamen üretim sürecinde mi ortaya çıkıyor?

Öykü Gülata: Daha çok öyle aslında. Kendiliğinden doğuyor diyebiliriz. Bazen Orçun söz getiriyor, biz üstüne bir şeyler yapıyoruz. Bazen biz bir altyapı çıkarıyoruz, Orçun kuluçkaya yatıyor, üstünde çalışıyor, söz getiriyor. Sonra harmanlıyoruz.

Seçkin Özmutlu: Şarkının melodisinin enerjisine göre “Bu şarkıda aslında şunu mu anlatsak?” diye konuşuyoruz. Ona göre bir söz yazıyor Orçun. Burada sokağa çıkmak isteyen bir insanı anlatmak istiyorum diyor, ona göre bir söz yazıyor. Bu müziğin nasıl aktığıyla, nereye gittiğiyle alakalı. Armonisiyle, durmasıyla, kalkmasıyla şekillenen bir süreç. Ama söz yazıp müzik yapmıyoruz. Önce müziği yapıyoruz, sonra ona göre çok yüksek bir şarkıysa, hızlı bir tempoysa, çok ağırsa , çok köşeliyse, daha legato veya daha yumuşak bir şarkıysa ona göre sözler yazılıyor. Anlatmak istenen de ona göre şekilleniyor diyebiliriz.

Nazlı: Reggae , Türk kültürü için yeteri kadar farklı bir müzik dalı iken, üstelik bu anlamda en uzun soluklu grup olma özelliğiniz varken gözlemlediğimiz kadarıyla siz kendi müziğinizin içinde de farklılıklar peşindesiniz. Son çıkardığınız “Gene Sen” şarkınızın Türkçe versiyonunun yanında İngilizce versiyonunu da yayınladınız. Temel amacınız neydi?

Seçkin Özmutlu: Dışarıda da satsın diye yaptık. (Gülüşmeler)

Emir Erünsal: Orçun’un yerine de konuşmuş gibi olacağım ama Orçun’un bazı söz yazma processlerini İngilizceye daha yakın kullandığını biliyorum. Güzel de oluyor. Bazen İngilizce yazdığımız bir parçayı arbitraj şeklinde Türkçeye çevirmeye çalıştığımız da oluyor. Piyasada Türkçe müziğin daha ilgi görmesinden kaynaklı olarak bunu yapıyoruz. Aslında ilk albümümüzde de bir hayli İngilizce parçamız var.

Nazlı: Aynı parçanın iki versiyonunu paylaşmanız ilkti ama.

Emir Erünsal:: Şarkıya kıyamadığımız için aslında iki versiyon doğdu.

Nazlı: Çok da güzel olmuş.

Atilla: Sattas kayıt aşamasında stüdyoya girdiği zaman nasıl bir kayıt şeklini tercih ediyor? Hücum kayıt mı yoksa kanal kayıt mı?

Derya Eke: İlk albüm hücumdu, aynı anda çaldık. Daha sonra hep kanal kayıttı.

Emir Erünsal: Çünkü ilk albümün kayıt süreci, albüm çıkmadan yaklaşık üç ya da dört yıl, daha fazla belki, hem konserlerde hem stüdyoda provasını yapmış olduğumuz için kolay bitti. Bir günde kaydettik. 24 saatte 12 parça kadar kaydettik. Teknik bir soru sorduğun için böyle bir cevap veriyoruz. Hem kanaldı hem de aynı anda çalındı gibi. Hücum- kanal olarak nitelendirebiliriz. Davul, klavye orta odadaydı, Orçun bir odada vokal yapıyordu, ben bir odada nefesli çalıyordum mesela. Hepimiz birbirimizi görüyorduk. Değişik bir deneyimdi.

Atilla: Peki, bir hata olduğunda ne yapıyordunuz?

Orçun Sünear: Baştan alıyorduk mecburen.

Atilla: Snoop Dog “Reincarnated” albümünü Jamaika’ya gidip kaydetti. Bu albümde dub soundları ve reggae soundları ağırlıkta. Birçok sanatçı Jamaika’ya gidip albüm çalışması yaptı. Sizin, dünyanın herhangi bir yerinde kayıt yapmak istediğiniz bir stüdyo var mı?

Öykü Gülata: Ben sana tek bir soru soracağım. Sen istemez misin böyle bir şeyi?

Atilla: Ben isterim ☺ Aslında bu konuda attığınız somut bir adım var mı?

Orçun Sünear: Bu konuda attığımız somut bir adım yok ama bu tamamen bir hayal. Abbey Road hikayesi sadece Sattas olarak değil de benim kişisel olarak bile çalmak istediğim bir yer. Tabii ki Sattas’ın içinde bulunmasını istediğim bir şey.

Emir Erünsal: Bu konuda şöyle bir şey demek lazım. Montreal Jazz Festivali de hayaldi ya da Afrika’da çalmak da hayaldi ama oldu. Düşündüğümüz şeylere de eriştik. O halde neden olmasın diyebiliriz.

Orçun Sünear: O zaman hayal ediyoruz (Gülüşmeler)

Emir Erünsal:: Şu an için bu aramızda konuştuğumuz bir şey değil. O nedenle böyle bir planımız yok şimdilik diyoruz.

Atilla: Beraber albüm çalışması yapmak istediğiniz sanatçı ya da prodüktör var mı?

Faruk Demir: Bob Rock (Gülüşmeler)

İskender Paydaş ile çalışmak istiyoruz ☺

Orçun Sünear: Böyle bir isteğimiz yok çünkü reggae ile ilgili olarak dünyada elbette prodüktörler olsa da onlara ulaşmak şu anda zor.

Öykü Gülata: Türk prodüktör ise yok.

Emir Erünsal: Reggae ambassadorlarımız var. Bu adamlar reggaeyi yayan, gittikleri her ülkedeki reggae barlarına kendi hazırladıkları kartları bırakan adamlar.

Orçun Sünear: Tek Ras Memo var Türkiye’de. Luciano ile çaldık ve Luciano bilinen en büyük ambassadorlardan biri. Jah Messenger lakaplı, bir sürü Grammy’si olan bir herif ve gençlere falan yardımcı olan biri. Adam tam rasta. Gençlere yardımlarında hiçbir ücret talep etmiyor. Yanımda küçüklükten beri dinlediğim Luciano ile şarkı söylüyorum. Sonra eve gittik ve bize kendi hayat hikayelerinden, müzikte karşılaştığı problemlerden söz etti. Beyaz insanlar tabirini kullanmıyorlar ama Jamaikalı olmayan insanlarla olan farklılıklarından söz etti. Benim vokalimle de ilgili yönlendirmeler yaptı. Biz de büyülenmiş gibi dinledik.

Öykü Gülata: Radikal olan reggaeci ve Jaimakalı adamlarla da çaldık. Onların beyaz reggae ile uğraşan müzisyenlere de bakış açısı bazen sert olabiliyor.

Atilla: Rasta kültürü ile sizin gördüğünüz, gözlemlediğiniz temel olarak bir fark var mı? Biz çalarken şöyle çalıyoruz ama bu adamlar böyle çalışıyor diyebileceğiniz bir ayrımdan söz ediyorum.

Emir Erünsal: O bir genre aslında. Jaimaka’da roots kültürü ile çıkan müziklerin hali başka, İngiltere Brit Wave ile çıkanlar ya da Cezayir’de, İspanya’da, Kuzey Afrika’da farklı.

Seçkin Özmutlu: Bizim gittiğimiz festivallerde de hemen hemen en büyük sahnelerde çıkan gruplara göre biz bir hayli kalabalık bir “band”iz. Bizde bir de orkestrasyon durumu var, o da bana çok enterasan gelmişti. Çok az gördüm sahnede üç nefesli, iki tane gitarist bulunduran grup. Daha çok 4-5 kişi ile sınırlılar. Bizde bir tık daha buralardan gelen melodiler var, Türkçe söz var, hafif alaturka var. Hicaz makamında bir intro çalıyoruz ama altında reggae formu var, haliyle onlara bu çok enterasan geliyor. Sattas’ın bu tür festivallerde çalma sebeplerinden biri de bence bu. Yıllardır “I Shot The Sheriff” parçasını birçok grup çaldı ama Neşet Ertaş’ın Yalan Dünya’sı onlara çok farklı bir tını olarak geliyor.

Emir Erünsal: Lübnan’dan da gruplar gördük ama yoğun olarak kendi soundlarını eklediklerini görmedik. Genelde Avrupa reggaesi yapmaya çalışıyorlar. Fransa’nın çok dominant olduğu yerlerde bunu görüyoruz. O yüzden Jaimaka’da yapılan roots reggae ile Amerika’da yapılanlar ya da İngiltere’de, Fransa’da, Kuzey Afrika’da, İsrail’de yapılanlarda farklı farklı tınılar ve yaklaşımlar içeriyor. Ama bizimki biraz daha farklı.

Seçkin Özmutlu: Biz farklı olalım diye yapmıyoruz ama bunu. Biz zaten buyuz. Oturup o türküleri dinleriz, kulağımızda çocukluğumuzdan bu yana yerleşmiş bir sürü melodi var, hissettiğimiz şey farklı yani.

Tuba: Aslında tam da burada sorulmasının doğru olacağını düşündüğüm bir soru var. Regici belgeselinizde “İstanbul regicisi” olmayı umuyoruz, diyorsunuz? Bu süreçte ne kadar yol kat ettiniz sizce?

Orçun Sünear: O bir dönem kapıldığımız bir argümandı. Yönetmen Batu da o anı güzel yakaladı ve ön plana çıkardı. Yoksa böyle bir hayalimiz olmadı.

Tuba: Peki, o halde ben merak ettiğim bir başka soruya geçeyim. Konserlerinizde intro başladığı zaman sizi ilk defa dinleyen insanları bile müziğinizin içine alıyorsunuz. Bunda tabii ki reggae ritminin katkısı vardır. Ama size göre bunun temelini ne oluşturuyor ya da soundchecklerde bunun için dikkat ettiğiniz püf noktalar var mı?

Seçkin Özmutlu: Formal çalmak diyebilirim. Bu söz ettiğim tabii ki tamamen hazırlıksız bir çalma değil. İntro için bile soundchecklerde çalışıyoruz. Bunu nasıl renklendirelim, ikinci gitarist şunu yapsın gibi aramızda konuşmalar geçiyor elbette. Mümkün olduğunca konser boyunca da formal bir şey yapmaya çalışıyoruz. O, insanları etkiliyor olabilir. Konserin bütününde de bir şey anlatmak istiyoruz. Bugün burada bir buçuk saat çalacaksak hazırlanıldı. Şöyle girelim, şunu yapalım, böyle bitirelim diye çalıştık.

Öykü Gülata: Bizim konserin ikinci kısımları daha hareketli geçiyor genellikle.

Atilla: Ben sizi hem Nayah’da izleyebilmiştim hem de büyük sahne olarak Nilüfer Müzik Festivali’nde izleyebilmiştim. İster bir kulüpte olsun ister büyük bir festivalde olsun introya başladığınızda “Adamlar geliyor,” duygusu bize fazlasıyla geçiyor.

Orçun: Sağ olun. Bu çok nefis bir yorum oldu.

Tuba: O halde ben bir soru ile devam edeyim. Her ilde konser verme isteğinizi biliyoruz. Geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da konser verdiniz. Nasıl bir seyirci ile karşılaştınız? Sizce amacı ile doğru orantılı bir buluşma mıydı?

Seçkin Özmutlu: Ciğer yedik bol bol.

Tuba: Vejetaryenim…

Seçkin Özmutlu: Kestik röportajı abi. (Gülüşmeler)

Tuba: Şaka bir yana kesinlikle değdi, mesela Bursa’ya göre çok daha iyi bir dinleyicisi var dediniz mi?

Seçkin Özmutlu: Kesinlikle değdi.

Orçun Sünear: Ben Bursa’da çok uzun zaman kaldım. Ailem hala burada yaşıyor. Bursa’da yaşadığım dönemde gittiğim Kültür Park’taki açık hava konserinde Mazhar Alanson’un “Arkadaşlar, şarkı bitiminde alkışlayabilirsiniz,” dediğini hatırlıyorum. Ben Bursa’nın rock kesimindeydim. Çok sıkı ilişkilerimiz vardı. 20’li yaşlardaki halimizde kendi kendimize konser verip kendi kendimizi alkışlıyorduk. Bursa’da çok da iyi konserler de erdik. Nilüfer Müzik Festivali’ni başka bir yere koyuyorum, muhteşem bir festival o. Türkiye’nin en iyi festivallerinden hatta Avrupa standartlarında diyebilirim ama Bursa dinleyicisinde böyle bir mutsuz, yeşil Bursa’nın gri insanları modu var. Bu da beni üzüyor.

Emir Erünsal:: Bar konserlerine geldiğimizde yüzümüz gülmedi. Ama festival ortamı çok iyiydi.

Öykü Gülata: Batı olarak dillendirdiğimiz bölümde insanlar kendini rahat bırakmıyor. Hazırlanıyorlar, süsleniyorlar, geliyorlar, para harcıyorlar ama eğlenemiyorlar.

Emir Erünsal: İstanbul’da mekan seçeneği de çok. Blues barından tutun da reggaenin kendine ait barı var mesela. Bu nedenle Bursa ya da başka bir şehirdeki bar ortamları daha karma bir kitleyi barındırıyor. Mesela ben Nilüfer Müzik Festivali’nin Bursa’da yapılabileceğine pek ihtimal vermemiştim ve şaşkınlıkla izliyorum gelişimini. Ben de Bursa Anadolu Lisesi mezunuyum. Benim dönemimde bir hayli sınırlıydı çalabileceğimiz mekanlar.

Diyarbakır sorunuza geri dönersek dinleyicisi harikaydı. Bayağı kalabalıktı, bayağı eğleniyorlardı.

Orçun Sünear: Çok çok güzeldi. Van’a konsere gidecektik, son anda iptal oldu. Kastamonu konserimiz de yine aynı şekilde son anda iptal olan konserlerimizden. Mardin’de, Kastamonu’da, Van’da ve daha birçok ilde konserimiz olmasını çok istiyoruz. Buralarda konser veren müzisyen arkadaşların çok nefis konserler verdiklerini biliyoruz ve yakında oralara da gideceğiz, inanıyoruz. Karadeniz gibi bir hayalimiz var, niye olmasın ki? Ya da biz niye Hakkari’ye, Ardahan’a, Edirne’ye gidemeyelim?

Atilla: Bu organizasyonların gerçekleşememesindeki sebep ne peki? Kısıtlayan unsur ne?

Orçun Sünear: Para. (Gülüşmeler) Aslında bizi hiçbir şey kısıtlayamaz. Biz konser için görüştüğümüz her mekan için hazırlık yapıyoruz, bazılarında mekana kadar gidiyorsun ve kapısında öğreniyorsun konserin iptal olduğunu. Biz gerçekten sahneye çıkmak ve dinleyiciye ulaşmak istiyoruz. Ama bazı şeyler bizden kaynaklanmıyor. Diyarbakır’daki dinleyici bizimle bağıra bağıra şarkı söyledi, bizle dans etti. Muhteşem bir dinleyici vardı.

Öykü Gülata: Uşak’a kadar gidip konserin iptal olduğunu öğrendik ve içimizde patladı adeta. Çünkü biz o konser için heyecanlıydık. Ertesi gün Ankara’da gerçekleştireceğimiz konser için tekrar yola çıktık.

Meral: Batı’daki herhangi bir ilde dinleyiciden yeterli reaksiyonu alamazken Diyarbakır’daki dinleyiciden bu kadar enerji almanızın sebebi ne sizce?

Öykü Gülata: Atkı, Orçun’un atkısı (Gülüşmeler)

Seçkin Özmutlu: Buradaki insanlar ulaşabiliyor. Mesela Bursa’dan kalkar İstanbula’a gelir, farklı bir müzik deneyimi yaşayabilirsin. Ama oradakiler ulaşamıyor. Temel sebep bizce bu. Ulaşamadıkları için tadını çıkarıyorlar.

Nazlı: Ben konuyu biraz projelere çevirmek istiyorum. Babylon konserleriniz başta olmak üzere birçok konserinizde farklı müzik türlerini icra eden müzisyenlerle bir araya geliyorsunuz? Projeleriniz arasında bu tarz bir çalışmayı albümleştirme yer alıyor mu?

Orçun Sünear: Müzik yapabilen herkesle müzik yapabiliriz. Kendi adıma söyleyebileceğim tek şey, şarkı söylediğini düşünen birtakım popçularla ben pop söylemem. Ama müzik yapmak istiyoruz diyen herkesle bir noktada buluşuruz. Çünkü gerçekten çok hoş şeyler çıkabiliyor ortaya. Elbette aklımızda bir şeyler var. Ama kesinleşmediği için şimdi söylemeyelim.

Nazlı: Peki, popüler kültür sanatın her alanında etkisini devam ettiriyor. Biliyoruz ki bir gerçek plak koleksiyonerleri var, bir de moda akıma kapılıp plak alan insanlar var. Sattas grubunun bir sonraki albümü de bildiğimiz üzere plak şeklinde çıkacak. Bu albümün tarzı hakkında bilgi verir misiniz? Aslında bunu şunu merak ettiğimiz için soruyoruz. Halk müziği ile reggae arasında kuruyorsunuz? Bu plak çalışmanız bir Neşet Ertaş coverı ya da halk müziği/reggae coverı olur mu?

Seçkin Özmutlu: Yok, hayır. Tamamen kendi parçalarımızdan yapacağız. Hatta başladık bile.

Nazlı: Halk müziği tınıları duyacak mıyız?

Orçun Sünear: Bizlerden bir şey elbette duyarsınız ama halk müziği mi olur bilmiyoruz. Alaturka da olabilir.

Seçkin Özmutlu: Elementler var, Türk melodileri, ezgileri duyulacak ama “Yalan Dünya” gibi çaldığımız bir parça olmayacak. Zaten bu tür çalışmaları önce sahnede çalıp içimize sinerse, keyif verirse bize, dinleyiciden de olumlu bir dönüş alırsak albüme katıyoruz.

Öykü Gülata: Sahnede tatbik ediyoruz. Dinleyiciden aldığımız enerjiye göre ya devam ediyoruz ya da rafa kaldırıyoruz.

Atilla: Plak versiyonunu hazırlarken canlı kayıt almayı düşünür müsünüz? (BB King, James Brown sonra Electro Deluxe gibi)

Öykü Gülata: Var mı tanıdık plakçı? (Gülüşmeler)

Orçun Sünear: Aramızda tartışmadık bunu ama tabii ki isteriz. Direkt konser kaydı olarak soruyorsun değil mi?

Atilla: Evet, plak dışında bir çalışmadan söz ediyorum.

Orçun Sünear: Canlı kayıt dediğiniz şey, çok büyük bir hikaye, çok büyük bir prodüksiyon. Dünyanın en iyi live albümlerinde inanılmaz prodüktörler görev aldı. Çok profesyonel isimlerle çalışmamız lazım.

Atilla: Ama abi bunun üstesinden gelecek donanım, enerji, bilgi sizde var.

Orçun Sünear: Eyvallah. Biz de kendimize güveniyoruz ama bu iş gerçekten çok katmanlı. Sadece bizimle bitebilecek bir iş değil.

Tuba: Biz röportaja hazırlanırken biraz da Sattas’ın bir sonraki adımını merak ederek sorular hazırladık. Sizin sıkı hayranlarınız olarak sizin geçmişinize, kuruluşunuza, anlamınıza dair birçok şeyi biliyoruz. Herkesin de bu bilgilere ulaşabileceğini tahmin ediyoruz. O nedenle sizinle buluşabileceğimiz projeleri merak ettik.

Orçun Sünear: Sorularınız gerçekten güzel ve açığını söylemek gerekirse biz de Sattas’ın bir sonraki adımını merak ediyoruz. (Gülüşmeler)

Öykü Gülata: Biz bu seneyi biraz daha üretime ayırıyoruz. 2018’de yüze yakın konser verdik. Mayıs ayı itibarıyla ya konserdeyiz ya yoldayız. Yeni yeni üretmemiz gerektiğine yoğunlaştık. Bunun yanında bir önceki ifadenizle de ilgili bir şey eklemek istiyorum. Denizli’de konser verdik. Konser bitiminde eşyaları arabaya koyarken bir genç yanımıza yaklaştı. “Abi Sattas’la fotoğraf çektiremedim, sizinle fotoğraf çektirebilir miyiz?” dedi. Sattas, Orçun o genç için. Elbette bu grup için kendisi bir ikon. Ama araştırma ve bilme konusunda genel olarak yaşanan bir sıkıntı var. Bu nedenle sorular için teşekkür ederiz, gayet güzellerdi.

***Bizim merak ettiğimiz bir hayli şey olsa da konser için kapı açılış vakti geldi. Sattas grubunun her bir üyesine sonsuz teşekkür ederiz bizi kırmadıkları için. Ruhumuz dolu dolu ayrıldık yanlarından.