İstisnai Buluşmalar, yazar Ayça Güçlüten’in geçtiğimiz kasım ayında İthaki Yayınları’ndan çıkan dördüncü kitabı.

Ayça Güçlüten; biz onu en çok da bize çıkmaz sokakların, mutlu sonla bitmeyen masalların, çoğunluğun hayatının dışında kalanların, bu dünya ile aynı dili konuşmayanların, ötekilerin, rağmen birinin sesi olduğu romanı Disko Topu ile hatırlıyoruz. İstisnai Buluşmalar, Disko Topu’nun bıraktığı yerden anlatmaya devam ediyor diğerlerinin hikâyesini,  yer yer anlatıcının bile öteki olduğu bir hikâye bu. Hayır, bir devam romanı değil. Ama evet, daha geniş bir bakış açısı ile tüm hikâyelerin birbirinin içinden geçebileceğini ya da kahramanlarının, bir gün bir yerde tanış olabileceklerini ve hatta hayat boyu hiç karşılaşmadan, birbirlerinin yaşama tutunma nedenleri olabileceğini gösteriyor bize. Masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar masalsı bir metin. İmgelerle yüklü, alt metni bol, çok anlamlılığa davetiye çıkaran fakat karmaşadan uzak bir dil ile örülü.

 Güçlüten her kitabında kendini yenileyen bir dil kullansa da, siz okuru olarak sesin ondan geldiğini, söylemin özgünlüğü ile ayırt ediyorsunuz elbet. Temelde, İstisnai Buluşmalar’daki farklılık yazarın konfor alanından cesaretle çıkan, kendine meydan okuyan, yazarken de okuru metnin göbeğine koymayan, bildiğimiz kurguların kalıplarını zorlamasından geliyor. Gerçek dil işçiliğini oradan alıyor. Denemekten korkmayan, yeni anlatım biçimleri arayan bir yazarla karşı karşıyasınız ama o ustalığını yaşamın kendisinden alan samimiyeti ile sizi yanına katmayı beceriyor. Metin zor olursa, okur da pür dikkat kesiliyor demek ki.

“Ev dediğimiz alan yıkık dökük bir kutuydu. Biz o kutunun içinde bir sebeple bir araya getirilmiştik. Her birimiz de belli ki bundan memnun değildik. Yine de oradan çıkamıyorduk.”

Roman üç bölümden oluşuyor. Anlatılan temelde bir erkek bir kadın hikâyesi, yol, yolculuk ve kavuşma hikâyesi olduğunu da söyleyebiliriz. Kahramanların hikâyelerini kendi sesleri ile anlattıkları romanda, birçok yan karakter var. Metin ilerledikçe sadece kahramanların arasında değil, kalabalığın yani yan karakterlerin de aralarında bağlar olduğunu görüyorsunuz. Gerçekte, iç içe geçmelerin yoğun olduğu, metaforlar ile dolu detaylıca kurgulanmış kalabalık bir hikâye bu. İnsan, Şems’in “Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır,” sözünü anımsamadan edemiyor. Kim bilir belki de koca evren bir kutu!

“Evler, çocuklar için yapılmış kafeslerdir. Anne ve baba mı? Canavarlar. Öyle yüzlerine ilk baktığınızda anlayamazsınız,  size yavaş yavaş göstererek anlatırlar. Niye biliyor musunuz? Kıskanırlar. Sizi sevmezler. Bir an önce ölmeniz için gözünüzün içine bakarlar. Çünkü siz yüksünüzdür onlara, Tanrı’nın cezalarısınızdır. Sizi sizden alırlar bu yüzden. Özgürlüğünüzü alırlar. Hayatınızı o kutularda harcarlar.”

İlk bölüm Uçurumun Çocuğu’nda erkek kahramanın öyküsü okuduğunuz. Bu uzun bir yol hikâyesi; uzun olduğu kadar da çetrefilli. Güçlüten; aile, anne, baba, çocukluk kavramlarının en hassas noktalarını büyük bir titizlik ve cesaretle kurcalıyor. Anlayacağınız dibe kazıyor!

“Varlığında çok görmediğim birini yokluğunda neden öylesi şiddetli bir kederle görmek istemiştim. Çocukluk? Belki de annesi kendisinden önce gitmiş çocukların aklına göbek bağları düşüyordu kim bilir…”

Masalsı bu anlatımda Peter Pan ile de karşılaşmanız mümkün, Alice’in diyarına gitmeniz de. Dağların üstünde uçabilirsiniz, bir kuyunun dibinde oturabilirsiniz. İyilik ve kötülük aynı anda iki elinizden tutmuş olabilir. Şaşırmayın demiyorum çünkü şaşıracaksınız ve “yaşam da belki bir oyun” dediğiniz anlar olacak.

“Çünkü çocuk, yalnızlığı kökünden bilir. Çünkü çocuk çoklukla hemhal olmamıştır henüz; çıldırmak için uzun zaman vardır önünde.”

Merak duygusunun ve kitapların, özgürlüğü nasıl tetiklediğine yolun bilgeliğine, yolculuğun sizi kafeslerin ötesine taşıyan sihrine, bilseniz de evet şaşıracaksınız. Yaşam ölüme, çirkinlik güzelliğe, hayal gerçeğe dönüşebilir. Yazı sizi o büyülü dünyasının içine siz bile fark etmeden alabilir. Üstelik yazmak için bazen kaleme ve kâğıda da ihtiyaç duymaz, yazdığınız mektupları okuruna ulaşması için postalamazsınız. Hayat, kendi yolunu bulur. Bunu size en çok da yolculuk öğretir. Okuyacaksınız.

 “Sakın bırakma okumayı. Onlar seni kurtaracak ve öyle bir yere götürecekler ki, kendini hayal ettiğin yerde bulacaksın.”

İkinci bölüm Düş Güzeli ise bir kadın hikâyesi. Adam çirkindi, kadın güzel. Tutkunun sanata ve dansa, dansın yaşama ve insana geri dönüşünün satırları yazılanlar. Erkeğin hikâyesinde, kulağınıza sanki biri durmaksınız size küçük seslerle bir şeyler okuyor gibi gelen o his, o fısıltı,  kadının hikâyesinde yerini bir müziğe, bir dansa, hiç yanınızdan ayırmadığınız zaman zaman inişli çıkışlı ama hep vurucu bir ritme bırakıyor. Bu kadın, yaşamdaki bütün yollarını dans ederek alıyor. Dansı nefesin yerine koyuyor.

“Hayatın aslında bir düş olduğunu anlatıyoruz. Dansımızı başkalarına, yabancılara sunmamızın tek sebebi bu. Onları yabancı olmaktan kurtarıyoruz, biz onlar için yabancı olmayı bırakıyoruz. Yolunu kaybetmiş, umudunu yitirmiş, vazgeçmiş olanların düşlerde kaybolup gitmediğini hatırlatmak için dans ediyoruz. Dünyayı değiştiriyoruz haberleri yok henüz ama öğrenecekler.”

İlk iki bölümü okuduktan sonra, ilk bölümde karşınıza çıkan ikiz kardeşlerin, cücenin ve kamburun bu hikâyelerdeki varlıklarının temsil ettiği kavramların, birbirlerinin hayatlarındaki seyrinin, önünüze getirip bıraktıklarının çokluğuna siz de masala kapılıp şapka çıkarıyorsunuz. Bütün bunların kurmaca olduğuna şimdi sizi kim inandırabilir ki kendinizden başka!

Sonra aşk! Kalıpları kıran, sizi önce kendi kafesinizden sonra da yeryüzünün tüm kutularından çıkaran. Aşk! Gücünü tutkunu olduğundan değil, kendi hislerinden alan âşık, maşukunun suretini yanında bulundurmaya ihtiyacı olmayan.

“İnsanlar sınırlıdır – özgür iradeleriyle bir kafeste yaşamayı güvenli bulurlar. Oysa… Âşıklar öyle mi? Onlar ölümsüz, onlar suskun, onlar sabırlı, onlar sade, onlar gülüşlere tutkun, onlar özgürlüğe deli divane, onlar unutuşlara küs…”

Ben, masal masal derken sanmayın ki, bu kitap size güllük gülistanlık bir dünya anlatıyor ya da vaat ediyor. Bu romanda şiddeti de okuyacaksınız tacizi de. Kadın bedeninin açtığı kapıları da göreceksiniz o güzelliğin ödettiği bedeli de. Sessizliğin bazen kabulleniş değil en güçlü çığlık olduğunu. Bir yandan sistem karşıtı anarşist satırları okurken diğer yandan kendinizi spritüal bir bakış açısı ile yaşamın sonsuz ritmine katmış kahramanlarla el ele bulacaksınız. Üzerinize kilitlenmiş sizi sizden başka her şeye mahkûm etmiş, doğanın ve doğalın uzağına düşmüş sahteliğin kol gezdiği kentler, uzağınızda ama orada,  her gün her dakika bir mucize taşıyan doğa, izin verirseniz size bunları anlatacak ve sevgiyi koyacak yanına. Önce kendinden başlamanı söyleyecek, kendinde diretmeni ama olur da yorulup vazgeçersen, tökezlersen kendini de affetmeni salık verecek sana.

Yaşam sonsuz bir döngüdür, hatırlayın. En sert gerçeklikler de masal olabilir, rüyalar gerçek! Hiç bir araya gelmez dediklerin birbirlerine yoldaş olur, merhem olur.

Son Bölüm, Vuslat. Kavuşmanın, kavrayışın, ulaşmanın tadı. Üstünde, geçtiğin yolların, gördüğün insanların, yaşadıklarının yaşadım sandıklarının izleri. Kaynağını bitişten alan başlangıç.

Güçlüten, bu bölümü romanın genelinden daha farklı kurgulamış. Bir sayıklama bir iç çekiş uzunca bir şiir gibi. Şimdi birbirini seven iki insan, karşı karşıya durmuşlar da yaşam yolculuklarını birbirlerine anlatıyorlarmış gibi. Dans ediyorlarmış gibi. Geçtikleri sokaklar,  girdikleri evler, hayatlarına konuk oldukları insanlar, gördükleri rüya nasıl da benzer. İnsan tanımadığı birini sevebilir mi?

İhtiyaçlar çoğaldıkça masumiyetin kaybolduğu bu dünyada, İstisnai Buluşmalar’ı okurken, vicdan merhamet sevgi üzerine tekrar tekrar düşüneceksiniz. Sözcükler sandığımızdan büyüktür, sessizlik kavgadan. Hakikat sadece gördüklerinden ibaret değildir her zaman. İnsan tanımadığı birini çok sevebilir!

* “Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının, hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öteki ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.”

BURADA BİRİ VAR!

*Şems-i Tebrizi