Yeşim Ustaoğlu’nun dördüncü uzun metraj filmi olan Pandora’nın Kutusu, konusu itibarıyla büyük bir aileyi ele alıyor. Nusret köyde yalnız yaşayan bir kadın, iki kızı bir oğlu var ve onlar şehirde yaşıyor. Nusret’in kaybolduğu haberini alan çocukları Nusret’i bulmak için köye gelir. Bulduktan sonra şehre yanlarında yaşaması için götürürler fakat Nusret’in hastalığı ve sürekli ‘gitme’ isteği çocuklarının hayatını zorlaştırır ve onu bir bakım evine bırakırlar. Bakımevinden büyük kızı Nesrin’in oğlu Murat tarafından çıkarılan Nusret, sonunda torunuyla köye döner. Birkaç denemesinde izin verilmese de en sonunda ait hissettiği yere gitmesine müsaade edilir ve film biter. Pandora miti, içerisinde tüm kötülüklerin bulunduğu bir kutuyu açan Pandora ve kutunun içinde en son kalan umut ile bilinir. Pandora bir kadındır ve kötülüklerin bu mitten de hareketle kadından geldiğine inanılır. Nusret’in kaybolduktan sonra çocuklarının hayatlarına tekrar girmesiyle çocuklardan her birinin ‘kutusu’ açılır ve ortaya saçılan gerçeklikle bocalar hale gelirler. Nusret modern hayatın içine girdiğinde kutuyu açmış olur. Doğa ve modernitenin yarattığı yükselen binalar ikiliği sıkça hissedilir. Nusret ve hayatı onun tam zıttı yönde içselleştirmiş iki kızı üzerinden, modernitenin insana yaptığı baskı, verdiği özgüvensizlik hissi ve mekân içerisine kapatma duygusu gösterilir. Modern yaşamın içerisine hapsettiği evler ve insanlar arasında Nusret, kendisini özgürlükten olabileceği en uzak halde hisseder.

Nusret’in en büyük kızı Nesrin’in merak duygusu, onun Pandora’ya daha yakın olduğunu düşündüren bir durum yaratmaktadır. Nesrin’in merakı herkese yayılmış, kendi üzerinde bir kontrol mekanizmasına dönüşmüş ve Nesrin, her şeyi ve herkesi kontrol etmeye mecbur hisseder haldedir. Annesini kontrol etmesi güçleştiğinde onu kendince serbest bırakması gerektiği kanaatine varır. Fakat serbestlik yine onun kontrolünde bir serbestlik olmalıdır ve bu nedenle Nusret’i hastaneye yatırır. Hayatın ve özellikle annesinin biçtiği her şeyi reddeden Murat ise Nusret’in kurtuluşuna yardım etmek üzere konumlandırılmıştır. Bir erkek olarak Murat, bir kadın olan Nusret’i kurtarmaz. Çünkü aslında hayatını istediği yöne evirebilmesi için Nusret’in Murat’a değil, Murat’ın Nusret’e ihtiyacı vardır. Murat, Nusret’in özgürlüğünü yaşayış biçiminden etkilenir ve kendi özgürleşmesini tamamlayabilmek için Nusret’in ‘gitmesine’ izin verir.

Nusret hayatlarına girdikten sonra iki kızı da kendilerine soramadıkları soruları sormaya başlarlar. Nesrin, kendisini nasıl serbest bırakacağını öğrenmeye başlarken, Güzin ise kendisine nasıl değer vermesi gerektiğini öğrenir. Nusret’in tek oğlu olan Mehmet ise Nusret’in hayatına girişinden birebir etkilenmez çünkü Mehmet, kendisi için biçtiği özgürlüğe sahiptir. Güzin ve Nesrin, annelerinin bağımsızlığını kıskanmaktadırlar. Kendilerini hayatları içerisinde o denli bağımsız olabilecekleri bir noktaya koyamadıkları için Nusret’in hayatlarında tekrar var olduğu kısa dönemde bir nebze de olsa bunun nasıl olması gerektiğinin farkına varırlar.

Nusret’in kendi biçtiği özgürlüğe kavuşmaktan vazgeçmeyişi ve sonunda başarması bütün kadınlara atfedilmek istenir nitelikte… Nusret dağlara yürüyüşüyle kutuda son kalan ‘şey’ olan umudu, hem etrafındakilere dağıtıyor hem de bir parçasını yanında götürüyor. Kızlarına kurtuluşlarının kendilerinde olduğunu hissettiriyor aslında. Final sahnesiyle yönetmen; “Kadının kurtuluşu, kendi kutusunun içine hapsettiklerini dışarı çıkarabilmesiyle sağlanacaktır ve kadının kendi iradesiyle belirlediği özgürlüğüne ulaşması için hiçbir engel yoktur.”u vurguluyor ve film böyle muazzam bir sonla bitmiş oluyor.