Felsefe tarihinde, hemen her alt disipline uygulanabilecek yeterlikte pek az alegori bulunur: Bunların en ünlüsü, en çarpıcısı ve bugün dahi en sık dipnot düşüleni Platon’un Mağara Alegorisi’dir (bkz: Platon, Devlet, VII. Kitap). Mağara Alegorisi ahlak felsefesinden epistemolojiye, estetikten politika felsefesine kadar çok geniş bir tesir alanına sahiptir – Ve işte bunun gibi, Alman idealisti G. W. F. Hegel ile özdeşleşen Efendi-Köle Diyalektiği de (Hegel, Tinin Görüngübilimi, Özbilincin Bağımsızlık ve Bağımlılığı), felsefenin bütün alt disiplinlerine uygulanabilir olmasıyla pek değerlidir. Diyalektiğin ilk ve en önemli ereği, saf bir bilincin, “öteki” saf bir bilinçlilik ile karşılaşarak ve kendini ona tanıtmak yordamıyla özbilinçliliğe erişmesini tarif etmektir. İlk bakışta ontolojik ve epistemolojik göndermelere sahip olan bu diyalektiğin, daha sonra toplum felsefesinden estetiğe, politika felsefesinden etiğe kadar çok geniş bir çerçeveye oturduğu anlaşılır. Gelgelelim bütün bu disiplinlerin yanında, çok daha özel bir alanda Efendi-Köle Diyalektiği’nin tartışmaya açılması gerekebilir: BDSM (Bondage − Kölelik, Discipline − Disiplin, Domination − Egemenlik, Submission – Boyun Eğme, Sadizm ve Maşoşizm). Zirâ BDSM kültürü (ya da “altkültür”ü, günümüz toplumlarında bir tabu olmaklığını hâlen korumaktadır. Pekâlâ üzerine konuşulamayan her şeyde olduğu gibi bunda da, “tarihsel olan”da felsefî bir yarık oluşur. BDSM’nin felsefe tarihindeki karşılığının araştırılmasında, Efendi-Köle Diyalektiği oldukça yürek ferahlatıcı bir başlangıç gibi görünmektedir.

Öncelikle bahsi geçen diyalektiği bir hakikat olarak ortaya koymak gerekse; iki bilinçlilik durumu karşı karşıya geldiğinde, kendisini Öteki’ne tanıtmak yolunda “ölesiye” bir mücadeleye girişirler ve bu mücadele “özbilinç” için mutlak ve özseldir. Bu “ölesiye” mücadele eğer “ölüm” ile noktalanmayacaksa – ki bu, diyalektiğin başarısızlığa uğradığı anlamına gelecektir; bir bilinçlilik durumu, diğer bir bilinçlilik durumunu “tanıma” yolunda kendisini ifade etmek durumunda kalır – ve bu apaçık bir boyun eğiş ve itaatkârlık durumudur. Böylelikle tanınan (Efendi) ve tanıyan (Köle) ortaya çıkmış, sahnede belirmiş olurlar. Lâkin süreç bununla sınırlı kalmaz; öyle ki Köle, Efendi olarak tanıdığı bilinçlilik durumuna eğilmek hususunda ortaya yaratıcı ve mükemmeli arzulayan bir emek koyarak “bağımsızlık” yolunda ilerler. Bu emek, Köle’yi doğa ile ilişkisinde ön plana atar; çünkü doğayı dönüştürmek ve yeniden üretmek konusunda “mucizevî” yetenekler edinir. Efendi ise “tanınmış olmanın” köreltici cazibesi ile doğa durumunda ve “bağımsız” kalma hususunda Köle’nin gerisine düşecektir. Yaratıcı ve üretici güçten mahrûm kalan Efendi, kazandığı zaferin bir mahrûmiyet durumu olduğunu fark edemez. Köle ise tersine dönen ilişkinin birebir takipçisi gibidir.

Gelgelelim BDSM ise, Hegel’in mitindeki rolleri belirgin, dolaysız ve çekincesiz şekilde tayin eder – mahrem de olsa bir alan kazandırır. Buradaki atama çoğunlukla klâsik toplumsal rollerden (sözgelimi “kadın”-“erkek” rollerinden) uzaktır. Farklı bir mitostan beslenir şekilde, varlıktalık yolunda cinsel bir meydana geliş olarak BDSM, seks esnasında efendi olarak atanmış kişinin, köle olarak atanmış kişi üzerindeki her türden tahakküm ve güç gösterisine dayanan bir birliktelik türüdür. Eylemlerin aşırılığı, acının dozu, acının sürekliliği ve diğer tüm dinamikler efendinin kontrolündedir. Köle bu durumda bütünüyle edilgin konumlanır ve efendisine hizmette sınır tanımaz, mükemmelliği kovalar. Tıpkı Hegel’in mitinde olduğu gibi; köle, bu ilişkiden uzun vadede kârlı çıkacaktır. Çünkü “tanıma” her koşulda yaratıcı ve üretken bir süreçtir. Efendi ise “tanıma” yolunda bir mahrûmiyet yaşamalıdır.

Her ne kadar bir “altkültür” olsa da, BDSM’nin toplumsal bir karşılığının olduğu bugün pekâlâ herkes tarafından biliniyor. Hatta cinsel birliktelik için “özsel” ve “mutlak” sayılacak diyalektik süreç, −siz farkına varsanız da varmasanız da− çoğu zaman işliyor. “Tanıma” ve “tanınma” yolundaki en ilkel usûlün bu olduğuna artık şüphe yok: Lâkin bu kültürden pek az bahsediliyor olması, şiddeti rastgele atamak konusunda “Ben”i cesaretlendiriyor – yönelmemiş şiddet dağılıyor ve politize oluyor. Son olarak altını çizmem gerekir ki; ekseriyetle Marquis de Sade’a atıf yapılıyor olsa bile (ki şüphesiz oldukça önemli bir uğraktır bu), “sadizm” fenomeni bu altkültürün yalnızca bir ayağını oluşturuyor. Hegel’in mitindeki bütün özbilinç süreçleri, BDSM kültürü için de geçerliliğini hâlen koruyor.

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr, Nietzsche yardımcınız olsun.

Sözü Geçen Eserler:

HEGEL, G. W. F, Tinin Görüngübilimi, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, 2010.

PLATON, Devlet, Çev: Sabahattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.