‘2016-17 Tiyatro Sezonu’nun neredeyse son haftalarına girdik. Yavuz Pak ile yine ekimden bugüne, o oyundan diğerine, koştuk durduk aralıksız. Kar, yağmur, rüzgar umrumuzda olmadı hiç. İtiraf etmeliyim ki, izlediğimiz piyeslerin bazıları tam bir düş kırıklığıydı, bazıları unutulmaz. Bazıları çoktan yarına kalmayı hak etmiş, övgüye değer; bazılarıysa gerçek bir tiyatro hadisesi. Şöyle bir hesap yaptım da, son altı ay zarfında, yaklaşık yüzü aşkın oyun seyretmişiz ödenekli ve özel tiyatrolarda.

Geçen akşam, 21. Afife Tiyatro Ödül Adayları’nın açıklandığı basın toplantısındaydık. Hemen aynı zaman diliminde açıklanan diğer ödüller ve açıklanacak olan ödüller. Sezonun karne töreni, diyelim. Bir tatlı heyecan ki sormayın hiç.

Evet, nerede kalmıştık? O sahne, bu kulis, şu fuaye, okunacak tekstler, hazırlanacak yazılar derken bir sezonu daha dolu dolu yaşadık aslında. Bazı oyunları birkaç kez izledik. Şimdi onlardan birinden, “Ebedi Barış” tan, bahsetmek istiyorum size, her bir oyuncunun ‘resitale dönüşen performansı’yla, belleklerde yer edecek gerçek bir tiyatro olayı bana göre, “Ebedi Barış”. Hatta, diyorum ki; insan ve yaşam üzerine oldukça sert, cesur bir oyun olan “ Ebedi Barış ”ı bir adrenalin sağanağı içinde izlemek üzere, şimdiden yerlerinizi ayırtın. Dahası, kara mizahın güzel örneklerinden biri olmasının yanı sıra; konusundan, sahnelenmesine, oyunculuklarına, efektlerine kadar tüm detaylarıyla son derece özgün, nitelikli bir yapım. Sezonunun hayli söz edilecek, değerlendirilecek ve yarına taşınacak çok başarılı bir çalışması. Dahası, “ 2016-17 Tiyatro Mevsimi’nde gerçek, katıksız bir piyes izledim”, diyebilmek için bu oyun mutlaka ama mutlaka görülmeli, diyorum. Hem de hiç zamana yitirmeden.

Juan Mayorga’nın Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış” eserinden esinlenerek yazdığı, Canan Şahin’in dilimize çevirdiği oyunu, Yunus Emre Bozdoğan yönetmiş.

Kapı açılıp salona girdiğimizde yerde yatan Rottweiler, Alman çoban ve kırma üç köpekle karşılaştık birden. Uyuyorlardı… Tedirgin, rahatsız, huzursuz bir uykuydu bu. Korkmuştular sanki, panik duygusu içindeydiler. Derilerinde şiddetli seğirmeler vardı.

İlk Odin yani safkan Rottweiler uyandı, sonra Enmanuel isimli Alman çoban köpeği. Yanı başlarındaki kovadan su içtiler kana kana… Gergin oldukları her hallerinden belliydi. Kırma John-John’un kendine gelebilmesi zor oldu biraz, çok sinirliydi. Sürekli hırlıyor, müthiş bir saldıranlık sergiliyordu. O kadar asabiydi ki göz göze gelmemeye çalışıyordum adeta. Ne yapacağını kestirmek zordu.

Bir askeri bölgenin karargahında, belki bir eğitim merkezi ya da boş, çoktan terk edilmiş bir hangardaydılar .Yani bilinmeyen bir mekanda. Üçünün de tek bir hedefi vardı. Beyaz tasmaya sahip olmak ve anti-terör uzmanı derecesini elde edebilmek. Önlerinde zorlu testler vardı oysa. Kazanmak, sadece kazanmak istiyorlardı. Bunun için göze alamayacakları hiçbir şey yoktu aslında. Birbirleri için ‘av ve avcı’ydılar nicedir. Her türlü ayak oyunu, kışkırtma, taciz, bel altından vurma, bireysel çürüme, bitmeyen bir çekişme, baskı, şiddet, öfke, kin, riya ile alaşımlanmış ölümcül, yırtıcı bir mücadele içindeydiler. Kazandıklarında kaybediyor, kaybettiklerinde kazanıyorlardı. Beyaz tasmayı sadece biri hak edecekti ama çeşitli ve acımasız hayat skalasından geçmekti onlardan beklenen.

Labrador Casius ise Odin, Enmanuel, John-John ile Ser Humano arasındaki bağlantıyı kuruyordu, yaşlanmıştı, uzun zaman önce bir gözünü yitirmişti. Sığıntılara karşı efendi, efendisi karşısında sığıntı ve tam bir köleydi.

Işık, video, müzik, dekor, kostüm tasarımları, ustalıklı reji ve oyunculuklarıyla “Ebedi Barış” daha ilk andan izleyiciyi etkiliyor. Sahnede yaratılan illüzyon o kadar sahici ki, bir süre sonra kesif bir köpek kokusu duyduğunuzu fark ediyorsunuz adeta. Her an bir pençe ya da sivri dişleri etinizde hissedebileceğinizden ötürü endişe ve korku içinde ürperdiğiniz anlar oluyor oyun boyunca.

Rüçhan Çalışkur ‘Ser Humano’ karakterinde bir kez daha son derece etkileyici, görkemli, eşsiz bir oyunculuk sergiliyor, özellikle mimikleri ve gözlerindeki ifade için söyleyebileceğim tek şey ‘kusursuz’luk olacaktır. Burak Demir, Serdar Yeğin, Olgun Toker, Baran Güler sergiledikleri üstün performansla övgüyü hak ediyorlar. Bu kadrodan’ düzeyli oyunculuk sanatı, karakter çözümlemesi, gözlem, rolleriyle kurdukları doğru ilişki, beden dili kullanımı, tempoyu düşürmeyen oyunculuk anlayışı, ekip ruhu’ adına izlenecek, öğrenilecek çok şey var, diyebilirim.Ve bir kez daha vurgulamak istiyorum, Rüçhan Çalışkur oyunculuk refleksleri, rolüyle kurduğu içsel bağ ile öylesine sahici, çapaksız ve yaşayan bir karaktere imza atmış ki, izlemeye doyamıyorsunuz. Tiyatro tarihimize nakşolacak bir yorum ‘Ser Humano’. Başka ne söylenebilir ki zaten?

“ Ebedi Barış”ı yeniden izleyeceğim. Sonra bir kez daha… Bir defa daha yeniden..