Barış Çakmak ile 2012 yazında Çanakkale 1915 filmi setinde tanışma fırsatım oldu; kişiliği, iş disiplini, alçak gönüllü yapısı ile oyuncu değil de sanatçı sıfatının ona daha uygun olacağını bizzat görme fırsatım oldu.

Çok yoğun bir çalışma temposu olmasına rağmen ricamızı kırmayarak vakit ayırdı ve sorularımızı yanıtladı. Kendisine bir kez daha sizin nezdinizde de teşekkür ediyoruz.

Keyifli okumalar.

Antik Yunanca ve Antik Latince eğitimi aldığınızı biliyoruz. Ardından oyunculuğa yönelme nedenleriniz nelerdir?

Antik Yunanca ve Antik Latince her zaman ilgimi çekmiştir o yüzden konservatuvara girmeden önce öğrenim görmek istediğim başka bir bölüme girmeye karar vermiştim. Konservatuvara girmek küçük yaşlarımdan beri hedefimdi. Hayatım boyunca birçok dala ilgi duydum, çok yönlülüğün önemli olduğunu düşünüyorum. Ortaokul yıllarımda Yunanca yazıp okumayı kendi kendime öğrenmiştim zaten.

Arkeoloji ve tarih araştırmaktan keyif aldığım konular. Durum böyle olunca da konservatuvar öncesi bu konuda eğitim almak çok cazip gelmişti, gayet de iyi yapmışım. Konuyla ilgili halen birçok makale ve yazı okurum, kazıları takip ederim.

İlk oyunculuk deneyiminizi ne zaman, nasıl bir projede yaşadınız?

Hangisinin ilk olduğuna karar vermek biraz zor açıkçası, daha çok küçükken fark ettim sanırım bunu yapmayı istediğimi. Başka bir dünyanın içinde başka birinin sözlerini söyleyerek aslında tüm insanlığın ortak dertlerini, meselelerini, zaaflarını bir anlamda görünür kılmanın bir parçası olma fikri insanı heyecanlandırıyor. O büyük yazarların yazdıklarını kendi sözlerin olduğuna inanıp ve inandırıp benzer fikirler ve amaçlara sahip olduğun insanlarla birlikte çalışarak ortaya sanatsal bir eser çıkararak yaşamak hiç fena değil bence. Küçük yaşlarda bunu tam olarak idrak edemese de insan, belli bir dürtüye sahip oluyor. O yüzden ilk gençlik yıllarım boyunca hep sahnede olmaya çalıştım, teker teker saymak uzun sürecektir. İlk profesyonel oyunum Woody Allen’ın “Tekrar Çal, Sam!” oyunuydu, Tiyatro Fora bünyesinde 2000 yılında iki sezon boyunca oynamıştık. Televizyon ve sinema ise uzun hikaye.

Oyunculuk dışında fotoğrafla ilgilendiğinizi de biliyoruz, sanatın birçok alanında aktifsiniz, sanat sizin için bir nevi yaşam tarzıdır diyebilir miyiz?

Bilmem diyebiliriz sanırım. Az önce de bahsettiğim o dürtüyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Yaratıcı olmanın bir yaşam biçimi olduğu kesin. Eğer gerçekleştirmek istediğiniz bir fikriniz varsa, onu daha iyi yansıtabileceğiniz bir yol mutlaka vardır, denenmelidir. Görsel sanatlarla hep ilgili oldum, hem bu dallarda işler üretmek hem de izleyicisi olmaktan keyif alırım. Fotoğraf ve resim de hayatıma küçük yaşlarda dahil oldu. Disiplinler arası işler üretmenin insanı zenginleştirdiğini düşünüyorum.

Kaldı ki bu durum bende ister istemez öyle gelişti, sanata ve öğrenmeye yönelik karşı konulmaz bir açlık neticesinde.

İdol olarak gördüğünüz birileri var mıdır?

Onlardan da çok var elbette. İlk aklıma gelen her zaman Osman Hamdi Bey olmuştur. Arkeoloji, müzecilik ve batılı anlamda resim söz konusu olunca adını zikretmeden geçemeyiz. İstanbul’da en sevdiğim bina olan İstanbul Arkeoloji Müzesi onun sayesinde, en sevdiğim eserlerden olan İskender Lahdi onun çabalarıyla orada, resimlerini saymıyorum bile… Dünya tarihi boyunca yüzlerce dahi geldi geçti, en az 30 tane idol sayabilirim o açıdan.

Bir gün birlikte oynamak istediğiniz birileri var mı?

Meryl Streep ile oynamak harika olurdu.

Çanakkale 1915 gibi bir savaş filminde kadın bir yönetmenle çalışmak nasıl bir duygu ve deneyimdi sizin için?

Elbette güzel bir deneyimdi. Ancak kadın yahut erkek diye ayırmam mümkün değil, işini iyi veya kötü yapan insanlar vardır. Yeşim Sezgin işini iyi yapan bir yönetmen, konuyu ince ayrıntısına kadar araştırmış, kontrollü ve soğukkanlı. O kadar büyük çaplı bir filmin üstesinden gelebilmek için önemli meziyetler bunlar. Bir oyuncu olarak da yaşamış bir insanı oynamanın garip bir tadı var. Her ne kadar sınırlayıcı tarafları olsa da bir tarihi yeniden canlandırmanın keyfi başka. Mesela oynadığım Hüseyin Avni Bey’in torunları filmden sonra bana ulaştılar ve konuşma fırsatımız oldu, mutlu olmuşlardı. Bir oyuncu için paha biçilmez bir şey bence bu. Bir de filmde benim olduğum bir kare ‘Çanakkale Savaşı’yla ilgili bir şey yapılacağı zaman ilk kullanılan görsellerden biri olmuş, sık sık rastlıyorum, bu da hoş bir his.

Türkiye’de sanat algısını nasıl yorumluyorsunuz?

Yorumlamıyorum, yorumlayamıyorum.

Uluslararası projelerde de yer aldınız, nasıl olduğunu ve size kattıklarını bilmek isteriz.

Uluslararası projelerde yer almak beni mutlu ediyor. Türkiye’deki zorlu şartlarda yapılmaya çalışılan işlerin aslında doğru planlama ve ön çalışmalarla daha kolaylaşacağını, işin kalitesini muazzam derecede artırabileceğini görmüş oluyor insan. İngiliz BBC için Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” romanının drama adaptasyonu şu ana kadar oynadığım en sevdiğim, en keyif aldığım projelerimden biridir mesela. Daha sonra oynadığım Alman yapımı polisiye filmde de planlı çalışma sayesinde işlerin nasıl tıkır tıkır işlediğine tanık olmak beni mesleğim ve sektör açısından umutlandırdı. Ancak yaklaşık 20 yıldır içinde bulunduğum Türkiye’deki televizyon ve dizi sektörü koşullarının neredeyse hiç yol katetmemiş olması düşündürücüdür.

*Fotoğraflar: Uygar Taylan