‘Anadolu’nun Mimarlık Dili’ dosya konumuzda bu kez farklı bir yapı türünü konu edinelim dedik : Su yapıları.

Su, insanlığın en büyük ihtiyacı olduğundan yüzyıllardır çeşitli yollarla bu ihtiyacın sağlanması amaçlanmış ve bu amaç ışığında pek çok yapı ortaya çıkmış. Su yapıları deyince akla bir tek su kemerleri ya da çeşmeler geliyor, oysa bu yapı tipi o kadar geniş bir skalaya sahip ki… Hepimiz bugün birçok alanda su kullanıyoruz. Banyoda, mutfakta, arabalarımızın yıkanmasında, çamaşır ve bulaşık makinelerinde ve daha nice yerlerde… Peki, teknoloji bu kadar ilerlememişken su ihtiyacı nasıl karşılanıyordu? Bugün biraz nostalji yapacağız hep birlikte.

Teknolojinin bu kadar gelişmesinden öncesine gidelim. Tarım, hayvancılık ve dokuma insanların günlük ihtiyacını sağladığı alanlardı. Bu nedenle neredeyse tüm şehirler belli başlı su kaynaklarının yakınlarına kurulmuştur çünkü insanın biyolojik ve fizyolojik ihtiyacının yanı sıra tarım, hayvancılık ve dokuma için de bu su kaynaklarına ihtiyaç duymuşlardır.

İlk barajlar, dünyada Hititler tarafından yapılmıştır, şehirlerde bentler kurulmuştur. Vadi içinden suyu geçirmek için çözüm bulmuşlardır ve su kemerleri ortaya çıkmıştır. Ya sonrası?

Segovia Su Kemeri

Maksem

Şehirlere belli bir eğimle inşa edilen su kemerleri ile getirilen sular çökertme havuzları adı verilen alanda bekletilirmiş ve buralarda çamur ile pislikten arındırılan su, maksem adındaki üstü örtülü su haznesine getirilirmiş. Sular, şehre bu maksemlerden dağıtılırmış; maksemlerdeki su, şehirlere otuz dirhem ağırlığında kurşun topun geçebildiği bir delikten akan su miktarı olan lüleler ile iletilirmiş. Lülelerin dörtte biri masura, masuraların dörtte biri de çuvaldız olarak adlandırılırmış. Bu ölçüler de aktarılacak mahallenin nüfusuna göre değişirmiş. Bazı yerleşim alanları birden fazla lüle suya sahipken, az nüfuslu yerleşim alanları çuvaldız hesabında suya sahip olabilirmiş. Bugün bu maksemlerin en bilindik bir örneği ile Taksim Meydanında karşılaşıyoruz.

Taksim Maksemi

Yerebatan Sarnıcı

Bir diğer su yapısı ise sarnıçlardır. Bu sarnıçlar, “Üstü Açık Sarnıçlar” ve “Üstü Kapalı Sarnıçlar” olarak ikiye ayrılırlar. Açık sarnıçlar, tarım ve hayvancılık gibi işlemlerde kullanılırken kapalı sarnıçlar ise daha hijyenik olduğundan bu sarnıçlardaki sular içme suyu olarak kullanılırlarmış. Fakat çok ihtiyaç olduğunda açık sarnıçların da içme suyunu sağladığı örneklere rastlıyoruz.

Kaynaktan getirilen suların dışında ayrıca şehir merkezlerinde bulunan yer altı kaynak suları da kuyular açılarak kullanılmıştır. Yine fazla derinde olmayan yer altı kaynak suları da dönme dolap adı verilen su yapısı kullanılarak yeryüzüne çıkartılmıştır.

Dönme Dolap

Roma döneminde de Nymphaeum adı verilen anıtsal çeşmelere rastlıyoruz. Bugün birçok antik kentte karşımıza çıkan nymphaeumlar heykellerle bezenmişlerdir. Çeşmelerdeki musluk, ayna taşı veya kurna gibi elemanlar bu nymphaeumlarda yer almaz.

Nymphaeum

Su, gerekli hava ihtiyacı karşılanmadığında akış hızı yavaşlayan bir sıvıdır. Suyun ihtiyacı olduğu havanın sağlanması için de su terazileri yapılmıştır. Abdest muslukları, ilk kez 16. yüzyılda Süleymaniye Camisinde Mimar Sinan tarafından ortaya çıkmıştır. Şadırvanlar, üstündeki örtü abdest alan insanları güneşten ya da yağmurdan korumak için yapılan ama aslında üst örtünün altındaki su yapısıdır.

Şehzade Camisi Su Terazisi

Bir de sebiller ile selsebiller vardır. Tabii ki sebiller günümüzdeki sebiller değildir, bahsettiğimiz su yapıları 17. yüzyılın İstanbul’unda çok revaçtadır. Sebiller, sokaktan geçen kişilerin ücretsiz su ihtiyacını karşılayabilmesi için yapılan hayratlardır. Selsebiller ise, suyun çeşitli kademelerden akıtılarak sesi ve görüntüsüyle insanı rahatlatması için yapılmış su yapılarıdır.

Sebil

Selsebil

Bir de günümüzde sıkça gördüğümüz çeşmeler vardır. Çeşmeler diyerek geçiştirmek hoş olmaz açıkçası çünkü özellikle İstanbul’da çeşmelerin çok süslü ve çok özelliklerine rastlıyoruz. Anadolu Selçuklu döneminden itibaren izini takip edebildiğimiz çeşmelerin yüzyıllara göre gelişimini inceleyeceğiz yazımızın geri kalanında.

13. yüzyıl çeşmeleri, erken dönem çeşmeleri olarak adlandırılırlar. Anadolu Selçuklu Devletinin erken dönemini tanımlarlar. Erken dönem çeşmeleri çok özellikli çeşmeler değildir; genellikle han, cami ya da tekke yapılarının cephelerinde bir silüet şeklinde karşımıza çıkarlar. Bu yüzyılın ikinci yarısından sonra, yani 1250 yılından sonra, çeşmelerin kamu yapılarından bağımsız olarak da inşa edildiği örneklere rastlıyoruz. Bu dönemdeki çeşmelerin bu kadar basit yapılma sebebi yapının taşıyıcı duvarlarının statiğini zayıflatmamaktır. 1270’de yapının duvarına inşa edilmiş Sivas Gök Medrese Çeşmesi, Selçuklu döneminin günümüze ulaşmış en süslü ve en güzel çeşmelerinin başında gelir. Erzurum Çifte Minareli Medresenin çeşmesi de Anadolu Selçuklu tarihinde günümüze ulaşmış en büyük ölçekli çeşmedir. Bunun sebebi de Moğol istilasının ardından Selçuklu dönemindeki üslup değişikliğine paralel olarak Doğu Anadolu’da hakim olan İlhanlı etkisidir.

Erzurum Çifte Minareli Medrese Çeşmesi

14. yüzyılda mevcut çeşme tiplerinin kullanımına devam edilmiştir. 15. yüzyıldan itibaren kalabalıklaşan kent nüfusunun ihtiyacını karşılamak amacıyla depolu çeşmeler inşa edilmiştir. Bu çeşmelerin üzeri kubbe veya tonozlarla örtülmüştür. Yine 15. yüzyılda insanların yağmur suyundan korunmaları maksadıyla yine bu dönemde çeşmelerin üst örtüsüne saçaklar da yapılmaya başlanmıştır.

16. yüzyılda çeşmelerde büyük değişiklikler olmuştur. Çünkü şehir nüfusları artmaya başlamıştır. Bu yüzyıllarda, sadece insanların içmesi için yapılmış suluk adını verdiğimiz, meydanlarda yapılan yapı tipi oluşmaya başlıyor. Çeşmeler evin ihtiyacını suyun doldurulmasını karşılar, suluklar ise anlık su ihtiyacını karşılar.

Namazgahlı çeşmeler yol güzergahları üzerinde konumlandırılmış, ön tarafında namaz kılabildiğiniz ve kıbleyi gösteren bir mihrabı olan; arka tarafında da çeşme olan yapılar da ilk kez 16. yüzyılda karşımıza çıkıyor. Bu yüzyılda karşımıza çıkan bir yenilik ise sıra abdest musluklarıdır. Bu musluklar ilk kez Mimar Sinan tarafından Süleymaniye Camisinde yapıya uygulanmıştır.

Süleymaniye Camisi Abdest Muslukları

17. yüzyılda önceki kullanımlar devam ettirilse de çeşmeler için asıl değişiklik 18 ve 19. yüzyılda karşımıza çıkar. Bu yüzyıla kadar inşa edilen çeşmelerde sivri kemer kullanılırken 18. yüzyıldan itibaren yuvarlak kemer formu kullanılmaya başlanmıştır. Bu yüzyıldan itibaren küçük sahil çeşmeleri ve sütun şeklinde çeşmeler görülmeye başlar. Sütun şeklindeki çeşmelerde mermer direğin içinde bir su kanalı oyulmuş olup önüne de musluk bağlanmıştır, sütunların üst kısmına da kitabe yazılmıştır. Örnek olarak İstanbul Kara Mustafa Paşa Camii avlusundaki 1737-1738 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından inşa ettirilen çeşme gösterilebilir.

Ayrıca anıtsal meydan çeşmeleri de yapılmaya başlar. Bu anıtsal meydan çeşmeleri Anadolu’da pek görülmez, en çok örnekle İstanbul’da karşılaşırız. Zayıflayan devlet, büyük yapı yapamadığından küçük ama süslü yapılar yapmaya karar vermiştir. Buna örnek olarak Tophane Çeşmesini verebiliriz.

Tophane Çeşmesi

Bu yüzyılda çeşmelerde süsleme kompozisyonu olarak natüralist tarzda meyve tabakları, çiçekler ve barok ögeler karşımıza çıkmaktadır (1730). Çeşme ve diğer yapıların cephelerine oval çerçeveler içerisine tuğralar kabartma olarak işlenmeye başlanmıştır.

Tophane Çeşmesinden detay

19. yüzyıl çeşmelerinde ayrıca antik dönem özelliklerinin devamı şeklindeki iç içe iki kemer, duvara gömülü sütun, kıvrık dallar ve akant yapraklarından oluşan bitkisel süslemeler, üçgen panolar gibi uygulamalar çeşmelerde görülmeye başlar. Bu yüzyılda mevcut örneklerin yapımına devam edilmekle birlikte neoklasik üslubun etkisiyle klasik dönem özelliklerini taşıyan çeşmeler yapılmıştır.

Laleli Çeşme

20. yüzyılda vakıf sularının belediyelere devredilmesi, modern su şebekelerinin kurulması ve evlere su verilmesi nedeniyle sanat değeri olan çeşmelerin inşası büyük oranda durmuştur.

Günümüzde bu çeşme yapıları aktif kullanımda olmasalar dahi değerli kültürel miraslarımızdandır. Onları korumak, kollamak ve zarar görmesini engellemek kültürel mirasımıza sahip çıkmamız demektir.

Tophane Çeşmesi